Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ve "Gezi Eylemleri"

~ 19.06.2013, Prof. Dr. Rona AYBAY ~

* Kamu düzenini koruma amacını çok aşarak, demokratik haklarını kullanan insanları en şiddetli biçimde engelleyen ve can güvenliğini tehdit eden boyutlara varan bu uygulamalar, Avrupa Konseyi’nin temellerini oluşturan insan hakları ve hukuk devleti ilkeleriyle açıkça bağdaşmaz niteliktedir.


Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn’un “Gezi eylemleri” (protestoları) olarak adlandırılan olaylarla ilgili olarak yaptığı açıklamalar ve Türkiye Barolar Birliği’nin konuyla ilgili olarak genel sekretere yaptığı başvuru üzerine, Avrupa Konseyi’yle ilgili bazı bilgileri anımsatmak yararlı olabilir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden dört yıl kadar sonra, 1949 yılında imzalanan, Londra Antlaşması’yla (Avrupa Konseyi Statüsü) kurulması öngörülen Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri, 10 Batı Avrupa ve İskandinav ülkesiydi. Türkiye ve Yunanistan, kuruluşun hemen ardından 1949’da üyeliğe alınmışlardır. Sonraki yıllarda bu sayı artmış ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki katılımlarla, üye devlet sayısı 47’ye ulaşmıştır. Bugün Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan bir bölgenin kuzeyinde (Belarus dışında) üye olmayan devlet yoktur.
Avrupa Konseyi’nin amaçları şöyle özetlenebilir:
“İnsan haklarının korunması, çoğulcu (plüralist) demokrasi ve hukuk devleti (hukukun üstünlüğü).” Görüldüğü gibi, “insan haklarının korunması” Avrupa Konseyi’nin kuruluş aşamasından başlayarak, örgütün başta gelen amaçları arasında belirtilmiştir. Statünün 1. maddesi, üye devletlerin ulusal savunma (askerlik) sorunlarına ilişkin konuların, örgütün ilgi alanı dışında olduğunu açıkça göstermektedir.


Örgütün amaçlarının gerçekleşmesi için Avrupa’nın kültürel kimliği ve kültürel çeşitliliği konusundaki bilinçlenmeyi desteklemek ve teşvik etmek de, Avrupa Konseyi’nin işlevleri arasında kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin kuruluş belgesinin (statüsünün) giriş bölümünde, kurucu devletlerin haklarının
“ortak miras olan ruhsal ve ahlaki değerleri”ne bağlılık vurgulanmıştır.
Askerlik (savunma) dışında, her türlü alanda üye devletler arasında yakın bir işbirliği öngörülmektedir. Bu amaçlara ilişkin öncelikler ve çalışma programları, zaman zaman yapılan devlet ve hükümet başkanları doruk toplantılarında belirlenip açıklanmaktadır.
İnsan haklarının korunması amacı yönünde gerçekleştirilen en büyük başarı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) kabulü ve AİH Mahkemesi’nin kurulması olmuştur. Ama insan haklarının korunması konusunda Avrupa Konseyi yapısı içinde başka önemli kurumlar da oluşturulmuştur: Örneğin, Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, İşkenceyi Önleme Komitesi, İnsan Hakları Yönlendirme Komitesi, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği, Hukuk Devleti Genel Direktörlüğü gibi organlar da, insan hakları koruma düzeneklerinin geliştirilmesi, bu alanda bilgilendirmenin ve bilinçlendirmenin yaygınlaştırılması amacıyla çalışmalar yapmaktadır.
Öte yandan, AİHS’nin kaps
amı dışında kalan sosyal haklarla ilgili olarak kabul edilmiş olan Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi organları aracılığıyla, yargısal denetime oranla çok zayıf da olsa, bir denetim düzeneği kurulmuştur.

İnsan haklarının bürokratik/diplomatik denetimi

AİHM yoluyla işleyen yargısal denetim, elbette çok önemlidir ve dünyadaki en başarılı örneği oluşturmaktadır. Ama Konsey yapısı içinde üye devletlerdeki insan hakkı ihlalleri ile ilgili, çeşitli süreçler de önemlidir. Oldukça karmaşık yöntemlerle yürütülen bu süreçler, yargısal değil “bürokratik/diplomatik” olarak nitelendirilebilir. Konunun diplomatik tarafında, üye devletlerin dışişleri bakanlarından oluşan “Bakanlar Komitesi” vardır. Bu Komite, törensel nitelikteki toplantılar dışında, üye devletlerin sürekli temsilcilerinin (büyükelçilerin) katılımıyla toplanır. Bürokratik taraf ise Avrupa Konseyi’nin “uluslararası memur” statüsündeki görevlilerinden oluşur. Bunlar, genellikle çok donanımlı ve deneyimli uzmanlardır. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, işte bu uzmanlar kadrosunun tepe noktasında yer alır ve yardımcıları aracılığıyla bütün sistemin sağlıklı işlemesinden sorumlu olarak çalışır.
Ancak bu denetim açısından çok önemli bir nokta gözden kaçırılmamalıdır: Bu denetim, yargısal yöntemlerle değil, diplomatik yöntemlerle yürütülür. Amaç, insan hakları ihlalleri nedeniyle üye devletleri
“cezalandırmak” değil, “durumun düzeltilmesini sağlamak” -deyim yerindeyse- ihlalci devleti “yola getirmek”tir.
Bu amaç, Avrupa Konseyi yapısı içinde işleyen, çeşitli ve karmaşık süreçler yoluyla yürütülür. Yerine göre diplomatik baskı, yerine göre ikna ya da teknik yardım ve destek sağlama gibi araçlar kullanılır.
Genel Sekreterin çeşitli görevleri arasında, insan hakları konularındaki görevlerine özel bir önem verilmiştir. Genel Sekreter, Avrupa Konseyi bürokrasisinin başı olarak, insan hakları konularıyla ilgili birimlerin çalışmalarını yönlendirmek durumundadır. Ayrıca, AİHS’nin 52. maddesi de genel sekretere özel ve önemli bir görev vermektedir; üye devletler, genel sekreterin istemi üzerine, AİHS kapsamındaki hakların ve özgürlüklerin sağlanması açısından kendi iç hukuklarının durumu konusunda açıklamalar göndermekle yükümlüdür. Genel sekreter, bu maddeye dayanarak, bütün üye devletlerden ya da belli bir grup devletten bilgi isteyebileceği gibi, istemini tek bir devlete yöneltmesine de engel yoktur. Bu yöntemin
“yaptırımı” ise üye devletten gelen açıklamaların yayımlanmasıdır.
Görüldüğü gibi, temel amaç, aleniyet sağlayarak, üye devleti durumu düzeltmeye yöneltmektir. Diplomatik yöntemler kullanılarak, konunun bir sürtüşme haline getirilmesinden kaçınmak genel uygulamadır. Bu, çok zaman ve sabır isteyen bir süreçtir. Kısa sürede sonuç vermesi olanaklı olmayabilir. Ancak hakkındaki ihlal savları karşısında uzlaşmaz bir tavır alan ve tutumunda ısrar eden devlet için Parlamanterler Meclisi’nde, Bakanlar Komitesi’ne görüşme açılması; başka üye devletlerce konunun AİHM önüne getirilmesi; giderek devlet hakkında üyelikten çıkarma kararı söz konusu olabilir. Ancak Strazburg’daki deyimle
“nükleer silah” kullanılmasına benzetilen “ihraç”ın, kullanılması sadece bir kez, 1969 yılında Albaylar Cuntası döneminde Yunanistan’a karşı düşünülmüş; Yunanistan’ın üyelikten çekilmesi üzerine işlem durdurulmuştur. Cuntanın devrilmesinden sonra Yunanistan üyeliğe dönmüştür. Günümüz koşullarında, bir üye devletin Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmayı göze alabilmesi, kanımca “uluslararası bir çılgınlık” olur.

Sonuç

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’nin, “Gezi protestoları” adıyla anılan gösteriler karşısında siyasal iktidarın uygulamalarını konu alan açıklamalar yapma gereğini duymuş olması önemlidir. Çünkü kamu düzenini koruma amacını çok aşarak, demokratik haklarını kullanan insanları en şiddetli biçimde engelleyen ve can güvenliğini tehdit eden boyutlara varan bu uygulamalar, Avrupa Konseyi’nin temellerini oluşturan insan hakları ve hukuk devleti ilkeleriyle açıkça bağdaşmaz niteliktedir. Genel sekreterin, diplomatik bir dille bunu belirtmesi doğal sayılmalıdır. Avrupa Konseyi yapısı içinde Türkiye’deki durum konusunda yapılacak çalışmalarda Barolar Birliği’nce hazırlanarak genel sekretere gönderilen ayrıntılı başvurudan bir referans belgesi olarak yararlanılması yararlı olacaktır.

(Cumhuriyet)

Prof. Dr. Rona AYBAY | Tüm Yazıları
Hits: 1676