Korktuğunuz kadar var!

~ 20.04.2013, Bilge Seçkin ÇETİNKAYA ~

Genç bir kadın yaklaşıyor takım elbiseli adamların yanına. Saçları kazınmış ve üzerinde bir hırka var. Yaklaşıyor takım elbiselilerin ortasındaki adama. Derdini anlatmaya çalışıyor. Bir an olsun insan yerine konulup dinlesinler kendini istiyor. Bir kez gözünün içine bakılsın, “üzülme” denilsin istiyor. Bir kez olsun kendisine bakan ve ancak baktığında anlayan biri olsun istiyor karşında. Diyor ki “ilaçlar!” Sonra büyüyor çaresizlik. “Benim ilaçlarım. Ya yan yatakta yatan çocuğun, ya öteki odada yatan işçi Ahmet’in, ya çaresizlik içinde gözünün feri sönen Zehra teyzenin ilaçları. O ilaçları eczanelerde bulamıyorsunuz. Yurt dışından getirtmek lazım ama o dünyanın parası. Zaten bugünden yarın ne yiyeceğini düşünenler için imkansız”. “İlaçlar” diyebiliyor genç kadın. “Ailemle ben lenf kanseri olduğumu öğrendiğimizden beri yattığımız yeri bilmiyoruz. Evde miyiz gökte miyiz belli değil. Hep randevu dediler, bir türlü…”de  diyecek belki. “İlaçlar” diyebiliyor yalnız. “Para” diyor adam. Eli cebine gidiyor. Bir miktar para çıkarıyor. “Hayır” diyor genç kadın.  Genç kadının cebine sokuşturuyor parayı adam. “Al işte parayı bu para ile al ilaçları, başka ne yapacağım?!” diyor “Bakan” sıfatını bir küfür gibi taşıyarak.  O “hayır” dan sonra emin olamıyor bir türlü paranın değerinin bilindiğinden genç kadının. En azından kendisi kadar bildiğinden. “Düşürme cebinden” diye de tembihliyor üstüne bu yüzden. Tabii koskoca bakan, başka ne yapabilir ki “sağlığı bedava yaptık” diye böbürlenen bir hükümetin bakanı olarak? İlaçlarını bulamayan, bulsa bile alamayan binlerce, milyonlarca kanser hastasından biri derdini anlatınca eline dilenci gibi para tutuşturmaya kalkmaktan başka ne yapabilir?! İlaçlarının ulaşılamadığı yerde, hastanelerde doktorların “Allah yardımcınız olsun!” demek durumunda kaldığı Dilek Özçelik’e ne desin bakan?  Hayattaki imtihandan, sınamadan sınıfta kaldığını bildiği için belki, öteki dünyadaki sınava “yatırım yapmak” için hızla, koşa koşa namaza kaçıyor.

Ama belli ki bitmemiş çilesi bakanın. Namazın ardından, bir kez daha dikiliyor insanlık bakanın karşısına kemoterapi görmüş bir genç kadın kılığında. “Ben dilenci değilim” diye haykırıyor genç kadın. “Yanlış anlaşıldım. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım” Hala “yardım edeyim sana” diye sayıklıyor bakan. Zira kadının zaten hakkı olan bir şeyi talep ettiğini düşünemiyor. “Niye kanser oluyoruz?” diye sormamışken biz, buradaki sorumluluğunuzu bile sorgulamamışken, yalnız hakkımız olan ilacı talep ederken, o lütfetmiş, merhamet etmiş bir kaç kuruşu sıkıştırmış işte genç kadının eline. “para mı yetmedi acaba” diye düşünüyor içinden mutlaka. Neye itiraz ettiğini, eline para tutuşturulmasına niye öfkelendiğini anlayamıyor genç kadının. Haykırıyor kadın “hayatınızda hiç çaresizliği tatmamışsınız” diye. Hayatta her çaresizliği “para” ile çözebileceğini düşünenlerden halbuki bakan. Binlercesinin çaresizliğini vuruyor yüzüne kadın. Ölmek istemediği için çaresizlik içinde geldiği son kapıda dilenci durumuna düşürüldüğüne kahrolarak, yine de o anda bile yalnız kendisi için değil, kendisi ile aynı durumda olan tün hastaların derdinin peşine düşme cesaretini gösteriyor. Yalnız kendi bacağından asılacak bir koyun olmayı reddediyor. Ellerinden kurtuluyor onların. Saçlarını ellerinin altında hissetmemenin verdiği yoksunluk hissiyle ellerini başına götürüyor. Yüzü iki elinin arasında, ağlayarak terk ediyor orayı. Para ile yönetemedikleri, hayatı söz konusu olduğu halde yalnız kendini düşünmeyi reddeden bir genç kadın kılığında insanlıkla karşılaşmanın şoku içinde bırakarak geride kalanları. Ve siz geride kalanlar, biliyor musunuz biz işte o insanlığa güveniyoruz biz sizin karşınızda. Yani işte sizin korktuğunuz kadar var.

(Birgün)

Bilge Seçkin ÇETİNKAYA | Tüm Yazıları
Hits: 2370