AKP gerçekten risk alıyor mu?

~ 15.04.2013, E. Attila Aytekin ~

Meşhur süreçle ilgili en çok söylenen şeylerden biri de iktidar partisinin ve lideri Erdoğan’ın Kürt sorununun çözüm sürecini başlatarak büyük bir risk aldığı. Çifte seçimli bir yıla gidilirken ve AKP seçmenin önemli bir bölümünün milliyetçi hassasiyetleri bilinirken başbakanın ve partisinin böyle önemli bir adımı atmasına en azından saygı duyulması gerektiği dile getiriliyor. İster yandaşlardan ister sürece şu ya da bu nedenle destek verenlerden gelsin, bu tezin alt metni aynı: ‘Ne büyük fedakarlık!’

Peki, gerçekten öyle mi? Yani AKP gerçekten de ‘çözüm süreci’ adını verdiği süreçte şu ana kadar gelinen noktada öyle söylendiği gibi büyük bir risk aldı mı? Eleştirel bir gözle söyle bir baktığımızda bile hükumetin şimdiye kadar ‘süreci’ de ‘açılımı’ gibi yürütmeye çalıştığını görüyoruz: Çok konuş, konuştur, gündemde tut; ama söz verme, takvim verme, yükümlülük altına girme, somut adım atma.

Bu kısmen iktidarın şimdiye kadarki ‘genel idare’ tarzından kaynaklanan bir durum. Ama aynı zamanda sorumluluktan kaçma niyetiyle de alakalı. Hangi alana bakarsak bakalım, hükumetin süreci sorumluluktan kaçacak, iş sarpa sardığında kullanacağı çıkış yolları bırakarak yürütmeye çalıştığını görüyoruz.

İşin hukuki boyutunda iktidar herhangi bir yasal düzenleme yapmaktan ısrar kaçıyor. Bırakın bir af tartışmasını, Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik yapılması gibi adımlardan dahi asla bahsetmiyor. Eğer bir barış tesis edilecekse bunun en önemli ayağını oluşturacak olan silah bırakma ve çekilme için bile yasal bir çerçeve hazırlamayı reddediyor. Hükumet üyeleri ‘nasıl geldilerse öyle gitsinler’, ‘pasaport verecek halimiz yok ya’ gibi gayrı ciddi laflarla sorunu geçiştirmeye çalışıyor. Evet, Erdoğan ‘çekilirken operasyon yapılmaz’ gibi şeyler söyledi ama bunun da güvencesini vermeye niyetleri yok. Kolluk kuvvetlerine bu konuda yazılı bir talimat dahi verilmeyeceği anlaşılıyor. Kürt militanların silahları bırakması isteniyor ama silahları nasıl, kime bırakacaklar, belli değil. Erdoğan ‘suça karışmamış PKK’lılar geri dönebilir ‘ bile dedi. Dünyada en fazla terörist üreten terörle mücadele kanunu ülkesinde uygulanmıyormuş gibi. Mevcut yasalara göre örgüt üyeliği başlı başına suç değilmiş gibi. Kişiler arasındaki akla gelen gelmeyen her türlü bağlantıyı ve teması örgüt üyeliğine kanıt sayanlar bu ülkenin savcı ve hakimleri değilmiş gibi.

Silahlı militanların silah bırakması konuşulurken binlerce insan KCK davalarından tutuklu ve bir kısmı da hüküm giydi. Hükumet ara sıra medyada da dile getirilen bu bariz çelişkiyi gidermek için de bir yasal bir düzenleme yapmıyor. Dağın doğurduğu fare olan 4. Yargı Paketi’nde de bununla ilgili bir hüküm yok. Yakın zamanda bazı KCK davalarında tahliyeler yaşandı. Muhtemelen Adalet Bakanı bazı hakimlere selam göndermiştir; özel yetkili mahkemeleri kontrol eden malum çevreden de biraz ‘anlayış’ beklendiği kendilerine iletilmiştir. Neticede yüksek profilli Van, Ankara gibi davalarda tahliyeler çıktı. Ama mesela geçen hafta içinde Erzurum’da KCK üyesi olma suçundan yargılanan kişilere sadece bu suçtan dolayı toplam 114 yıl hapis cezası verildi. Hükumet fazla göz önünde olan kişileri serbest bırakıp diğer tutukluları içeride tutarak işin bu kısmını da idare edeceğini düşünüyor olmalı; ama ‘PKK’lılar gözümüze görünmedikçe bir sorun yok’ diyen bir iktidarın binlerce kişiyi KCK’lı olmaktan hapiste tutuyor olmasının trajikomikliği görülmeyecek gibi değil.

Hükumet hukuki düzenleme yapmaktan kaçındığı gibi mümkün olduğu kadar siyasi sorumluluk da almamaya çalışıyor. Örneğin bu kadar çetrefilli bir meselenin gerektirdiği ciddiyet yerine işin sık sık ‘analar ağlamasın’ demagojisine indirgenmesi, ortada siyasi bir proje olmadığı, sırf insani ve vicdani nedenlerle bu işe girişildiğini vurgulamak amaçlı diye okunabilir. Hükumetin projesinin en önemli ayaklarından biri olan ‘Akil İnsanlar’ da esasen böyle bir işlevi üstlenecek. Gerek seçilen kişiler arasındaki magazinsel isimler, gerekse bu insanların oturup tartışmak ve fikir üretmek yerine bölge bölge gezip bir halkla ilişkiler çabası yürütecek olmaları, amacın süreci bol tantanalı ve riski hükumetten daha geniş kesimlere doğru yayarak yürütme çabası olduğunu gösteriyor. Meclis’te kurulan araştırma komisyonu da aslında Meclis’i de işin sorumluluğuna ortak etmeyi hedefliyor. Zira önceleri parlamentonun sürece dahil olmasına karşı çıkan AKP sonra fikrini değiştirdi ve bir komisyon kurulmasını istedi. Hem de CHP’nin verdiği önergeyi aşırarak!

Militanları ikna etme ve silah bıraktırma sorumluluğu İmralı ve Kandil’e, militanlar sınır dışına giderken tetik çekip çekmeme sorumluluğu askere; süreci Kürt halkına anlatma görevi BDP’ye, Türklere anlatma görevi Akil İnsanlar’aa, KCK’lılara yapılacak muameleyi belirlemenin sorumluluğu mahkemelere, süreci izlemenin yükümlülüğü Meclis’e… AKP iktidarını bilenler için bunlar çok tehlikeli işaretler.

Yarın işler değişir; din kardeşliği biter, PKK yine ‘Zerdüşt’ olur, Zaman ‘Bunlar domuz da yiyor’ diye haber yapar. Süreç biter, BDP’liler hain olur, Yeni Şafak yine “Katil Sizsiniz” manşetleri atar. Seçim dönemi geliverir; miting meydanlarında ‘Biz elimizden geleni yaptık ama bu bölücüler kana susamış ne yapalım’ temalı nutuklar duyarız. ‘Tek millet’ler, ‘tek bayrak’lar havada uçuşur. AKP tipi sağ siyaset teflon gibidir; üstüne hiçbir şey yapışmaz.

(SolHaber)

E. Attila Aytekin | Tüm Yazıları
Hits: 1102