Düşman ve saldırıları

~ 13.04.2013, Kadir CANGIZBAY ~

Tavır ortada: “Siz benim düşmanımsınız” diyor, Erdoğan. Her tarafta polis vahşeti: Gaz, cop, panzer.
Bize, yani insana ait ne varsa, hepsine hakaret ediliyor. “Yaratılanı yaratandan ötürü severiz” : İnsan kavramına ulaşamamış; insanı, insan canını bir değer olarak ka’le almayan; insanı dininin, mezhebininin, cinsiyetinin ötesinde ve ne olduğu değil de ne yapıp ettiği temelinde değerlendirebilmenin binlerce yıl gerisinde kalmış bir ideolojiyle karşı karşıyayız; daha doğrusu bu kafadaki bir iktidar tarafından yok edilme tehdidi altındayız.

Yeni Dünya Düzeni’nin patronları İnsanlığı Aydınlanma’nın gerisine götürme projesinde kimleri istihdam edecekti ki? Ama, bu ülke de bizim ülkemiz, başka bir vatanımız yok; darbecilerin dayattığı yüzde on barajı sayesinde seçmenlerin sadece yüzde yirmi altısının oyuyla Meclis’in üçte ikisini ele geçirmiş bir azınlığın kendi topraklarımızı babasının çiftliği, bizleri de ayak altında ezilip yok edilecek böcekler, gereksiz parazitlermiş gibi görüp yok sayması; din, mezhep ve etnisite temelinde kutuplaştırması  söz konusu.

Bu da yetmiyor, işçileri işçilere kırdırtma tezgahları kotarıyor: Ücretini ödemeyip işten çıkarttığı işçilere, yerlerine aldığı yeni işçileri saldırtıyor. Müstakil emekçi olarak, pazarcı esnafına dahi tuzaklar kuruyor: Bundan böyle maydanoz ve dereotu bile baharat addedilip ambalajsız satılamayacak; yasağa uymayana para cezası var. Maksat, bağımsız emeğin her türlüsünü büyük sermayeye köle etmek; ister pazarcı olsun, isterse doktor.

Semt pazarlarında malını bağırarak satmaya da yasak geliyor. Bunların bir derdi de toplumsal hayatın her bir katresini yasaklara boğarak tam bir terör estirmek, insana kendisini kendi yurdunda eğreti hissettirip tümüyle teslim almak. RTÜK de bu yolda kullandıkları en etkili araçlardan biri: Televizyon programcısı “şu kadar saniye sonra reklama girmek zorundayız” diyor; yoksa RTÜK ceza yazarmış; ‘cin’ kelimesini telaffuz etmek de yasakmış; biri ağzından kaçırınca, sunucu hemen müdahale ediyor, “üç harfliler demek istediniz, değil mi” diye; ‘pimapen’ dediğinizde de “biliyorsunuz, firma adı vermiyoruz” uyarısı geliyor; “adam altına bir Mercedes çekmiş” de diyemiyorsunuz, “Kızılay’da Gima’nın önünde buluştuk” da; filmlerde, dizilerde otomobillerin armaları buzlanıyor; ama, işin nasıl bir ‘terör üzerinden idiyotlaştırma’ boyutu kazandığı, bunun bir otomobil sergisinin gezdirildiği, her bir arabanın markasıyla, modeliyle en ince ayrıntısına kadar tanıtıldığı programlarda da yapılmasıyla ortaya çıkıyor; vapur güvertesini kapalı alan ilân etmekteki akıl dışı edepsizlik ve saygısızlık, tarihî belge niteliğindeki sinema kayıtlarında bile sigara, puro ve içkinin buzlanmasıyla şahikasına ulaşıyor.

Bunların amacı gizli reklamı önlemek ya da ‘kötü’ alışkanlıkların özendirilmemesi değil, hayatın doğal akışının her bir anı itibariyle kendi kontrôlleri altında olduğunu hissettirip, daha doğrusu insanların böyle bir hisse kapılarak iyice sinip böcekleşmelerini sağlamak. Telefon ve ortam dinlemeleri ve bunların mahkemelerce delil kabûl edilmesi, video kayıtlı şantajlar da işte bu stratejinin birer parçası.

Bu böcekleştirme stratejisinin bir diğer parçası ise, insanların, bir yandan aynı coğrafyayı paylaştığı diğer insanlarla bütünleşirken diğer yandan da geçmiş ile bugün arasındaki bağı kurup kendisini kendi evinde hissetmesini ve bunun verdiği özgüvenle hareket etmesini, evine sahip çıkmasını sağlayan ortak nirengi noktalarını ortadan kaldırmak: Artık gar olmayan bir Haydarpaşa,  kışlaya dönüşmüş bir Taksim, minarelenmiş bir Çamlıca vb…

Çamlıca’ya cami aynı zamanda bir meydan okuma; ‘dar-ül harp’çinin “ben artık bu toprakların fatihi ve tek hakimi; sizler ise canına kadar bana zimmetli reaya”  dayatması, beton arme  üzerinden.

Ama biz yine de şükredelim bugünümüze: Bir sonraki adımları pekâlâ Ayasofya’yı yıkıp, yerine çatısında buz pateni pisti, bir AVM yapmak ya da AnıtKabir’in avlusuna sosyete pazarı açmak da olabilir.

(Birgün)

Kadir CANGIZBAY | Tüm Yazıları
Hits: 1153