Rektör: Tebaasını kendisi oluşturan kral

~ 02.02.2010, Prof. Dr. Haldun GÜLALP ~

Rektör siyasi olarak değil de, örneğin, bir mütevelli heyeti tarafından atanırsa ne olur? Elinde mevcut yetkiler olduğu sürece, bu kez aynı yetkileri mütevelli heyetinin önceliklerine göre kullanır. Bilimsel özgürlük ve akademik özerklik yine sağlanmamış olur. Rektörlerin seçim yöntemi değişmeli, ama ondan önce 12 Eylül’ün YÖK yasası ortadan kaldırılmalı…

YÖK başkanı, rektör atamalarında YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın devreden çıkartılması gerektiğini söylemeye başladı. Bu, doğru yönde bir adım sayılabilir; ama YÖK düzenindeki tek sorun rektörlerin seçim yöntemi değil ki. Asıl sorun, hangi yöntemle göreve gelirse gelsin, rektörün ölçüsüz yetkilere sahip olması. O yetkiler var olduğu sürece, en demokratik seçim sistemi bile çözüm getirmeyecektir. Rektörlerin yetkilerini tanımlamak için bazen ‘krallık’ deyimi kullanılır. Sorun aslında onun da ötesinde. Öyle bir kral düşünün ki, kendi tebaasını kendisi oluşturma yetkisine sahip. Abartıyorum sanılabilir; açıklayayım.
12 Eylül yönetiminin çıkarttığı ve ondan sonra kimsenin ortadan kaldırmaya yanaşmadığı 2547 sayılı yasa, yukarıdan aşağı doğru bir ‘negatif’ yaptırım gücü silsilesi oluşturur. Şöyle ki, herhangi bir ara kademedeki yöneticinin, daha aşağıdaki yönetim kademelerinden kendi önüne gelen talep ve önerileri engelleme yetkisi vardır; ama kendi insiyatifiyle olumlu bir iş yapma olanağı yoktur. Örneğin bir dekan, yönettiği fakültede bir taş üstüne taş koyamaz. Bunun için daha yukarıya, yani rektörlüğe başvurması gerekir. Sözgelimi, her yağmur yağdığında fakülte binasının çatısı akıyordur veya bir öğretim elemanının yeni bir bilgisayara ihtiyacı vardır. Fakülte bütçesinde yeterli ödenek olsa da, bu gibi ihtiyaçları karşılamak rektörlüğün iznine bağlıdır. Aynı şekilde, bir bölüm başkanı, bölüm için olumlu birşey yapma konusunda yukarıya bağımlıdır, ama kendi bölümündeki öğretim elemanlarının (haklı veya haksız) taleplerine kolaylıkla hayır diyebilir. Bölüm başkanları veya dekanlar, sözgelimi, herhangi bir öğretim elemanının yükseltilmesi, yeni bir ders açması veya herhangi bir konferansa katılması gibi konularda her türlü engeli koyabilirler. Demek ki yasanın kurduğu yönetim silsilesi, yapıcı değil, yıkıcı ve engelleyici bir yetkiler silsilesidir.

‘Negatif’ güç
Peki, kurullar yok mudur: Bölüm kurulu, fakülte kurulu, fakülte yönetim kurulu, üniversite yönetim kurulu ve üniversite senatosu? Vardır, ama onları da oluşturma ve (isterse) çalıştırma yetkisi, ilgili birimin yöneticisindedir.
Bölüm kurulu, bölüm başkanına ek olarak, bölüm başkan yardımcıları ve anabilim dalı başkanlarından oluşur. Sözgelimi 30 öğretim elemanı olan bir bölümde, üç veya dört anabilim dalı varsa, bölüm kurulu en fazla yedi kişiden oluşur. Çoğu yerde bölüm başkanı bir de anabilim dalı başkanlığı yaptığı için, yardımcılarını da işin içine katınca, bölümle ilgili birçok yetkinin bölüm başkanının elinde toplandığı görülebilir. Peki, bölüm başkanı nasıl belirlenir? Dekan tarafından! Yasada seçim zorunluluğu yoktur. O halde, dekan, kendi altındaki yöneticiyi atama yetkisine sahiptir, ama onun (haklı da olsa) taleplerini yerine getirmekle yükümlü değildir.
Fakülte kurulu ise dekanın atamış olduğu bölüm başkanlarından ve fakülte öğretim üyelerinin seçtiği temsilcilerden oluşur. Birçok kurumda, dekanın elindeki ‘negatif’ gücü dikkate alarak, öğretim üyeleri temsilci olarak kimi seçecekleri konusunda dekana danışırlar. Böylece, fakülte kurulunun çoğu üyesi, dekanın bizzat tespit ettiği öğretim üyelerinden oluşur. Bu şekilde oluşan fakülte kurulu, bu kez fakülte yönetim kurulunun üyelerini seçer.
Peki, dekan nasıl belirlenir? Tabii ki rektör tarafından! Şöyle: Dekanlar, rektörün aday gösterdiği üç profesör arasından YÖK tarafından seçilerek atanır. Tahmin edileceği gibi, bir rektörün YÖK ile arası kötü değilse, kendi işaret ettiği kişi dekan olarak atanacaktır. Yasada dekanlık için seçim sistemi diye bir şey yoktur. Bazı rektörler isterlerse bu yönteme başvurabilirler, buna engel  yoktur; ama seçim yaptırsa bile sonuçlarına uyma zorunluluğu yoktur. Özetle, dekanları, YÖK’ün onayından geçirmek zorunda olsa da, rektör tespit eder.
Bölüm kurulu ve başkanının, hatta fakülte kurulu ve dekanın çok fazla bir yetkisinin olmadığını gördük. Şimdi gelelim üniversite yönetim kurulunun ve üniversite senatosunun görevlerine ve kompozisyonlarına.
Üniversite yönetim kurulu (ÜYK), öğretim elemanlarının her türlü özlük işlerinden, yükseltme ve görevlendirmelerinden, üniversite bütçesinin kullanımından, kadroların fakülte ve bölümlere dağıtımından, profesör ve doçent atamalarından, vb., sorumludur. Senato ise ders programlarının oluşumu, yeni bir dersin açılmasının kabulu veya reddi, akademik takvimin hazırlanması gibi genel olarak akademik konularla ilgilenir. Senato, ÜYK’dan çok daha seyrek toplanır.

Seçimler
ÜYK,  dekanlardan ve seçimle gelen az sayıdaki temsilci üyeden oluşur. Seçimle gelen üyeler, geniş katılımlı olarak öğretim üyeleri tarafından değil, senato tarafından seçilir. Senato ise, yine dekanlar, varsa üniversiteye bağlı yüksek okulların müdürleri, enstitü müdürleri ve her fakülteden birer temsilci üyeden oluşur. Dekan seçiminin rektörün tercihine bağlı olduğunu yukarıda gördük. Yüksek okul ve enstitü müdürleri ise doğrudan doğruya rektör tarafından belirlenip atanır. Dolayısıyla, hem senatonun hem de ÜYK’nın büyük çoğunluğu doğrudan rektör tarafından atanan kişilerden oluşur. Senatoya fakülte temsilcisi olarak gelen üyeler de yine yukarıda oluşum biçimini gördüğümüz fakülte kurulları tarafından seçilirler.
Kısacası, dostlar alış-verişte görsün: Rektör, hemen hemen bütün üyelerini (veya önemli bir çoğunluğunu) bizzat kendisinin tespit ederek atadığı bu kurullara danışarak (!) iş görür, onların desteğini ve oyunu alarak kararlar verir. Zaten bu kurullarda çok bir tartışma olmaz; sadece eller kalkıp iner. Böyle bir sistemde insanlar neden zahmet edip de o toplantılara giderler diye merak edebilirsiniz ve tabii ki bu merakınızda haklı olursunuz.
Şimdi gelelim en başta ortaya attığım, bir rektörün kendi yönettiği toplumu kendisi oluşturan bir krala benzeyebileceği iddiasına. Bu nasıl olabilir? Gayet basit: Kadroların dağılımı yetkisi, üniversite yönetim kurulunun, ama aslında rektörün elindedir. Rektör, ÜYK’nın onayıyla, bu konuyu tamamen kendi uhdesine de alabilir. Rektör, kadroları, bölümlerin ve fakültelerin ihtiyaçlarından bağımsız bir şekilde, onlara danışmadan, kendi önceliklerine göre dağıtabilir. İlan edilen kadrolar için başvurular rektörlüğe yapılacak ve başvuruların değerlendirilmesi için jüriler kurulacaktır. Bu jürileri kurma yetkisi yine rektörün önerisi ile ÜYK’nın elindedir. Jüri raporları geldiğinde, atamayı ÜYK yapar. Böylece, ilgili bölüm ve anabilim dalı üyeleri kendilerinin müdahil olmadıkları bir süreç sonunda nurtopu gibi yeni bir meslektaşa kavuşurlar. Kendi program öncelikleri, ders ve araştırma ihtiyaçları dikkate alınmış mıdır? Aslında, anlattığım sürecin işlemekte olduğundan iş bitinceye kadar haberleri bile olmayabilir. Yapabilecekleri hiçbirşey yoktur. Böylece rektör, kendi eş, dost ve yandaşlarını yönetmekte olduğu üniversiteye taşımıştır. Kendi önceliklerine göre bir üniversite oluşturmaktadır.
Yok artık, bu kadar da olabilir mi, diye sorabilirsiniz. Olabilir; olmaktadır da. İyi ama, rektör de, kendi altındakiler gibi, kendi üstüne, yani YÖK’e bağımlı değil midir?
Evet, tabii ki. Ama konu orada siyasi bir boyuta girer, çünkü rektör atamaları siyaset odaklıdır (bkz. Haldun Gülalp, ‘12 Eylül’ün İktidar Aracı Olarak YÖK,’ Radikal İki, 8 Kasım 2009). Peki, rektör siyasi olarak değil de, örneğin, bir mütevelli heyeti tarafından atanırsa ne olacaktır?
Elinde bu yetkiler olduğu sürece, bu kez aynı yetkileri mütevelli heyetinin önceliklerine göre kullanacaktır. Bilimsel özgürlük ve akademik özerklik yine sağlanmamış olacaktır. Rektörlerin seçim yöntemi değişmeli, ama ondan önce 12 Eylül’ün YÖK yasası ortadan kaldırılmalıdır.

Haldun Gülalp: Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi
(Radikal 1 Şubat 2010)

Prof. Dr. Haldun GÜLALP | Tüm Yazıları
Hits: 2599