Tarih boyunca merak edilmiştir; insanlar nasıl olup da gönüllü köleler gibi başlarına bir efendi getirip itaat etmişlerdir?
Geçmişin kralları, imparatorları, sultanları, beyleri, ağaları, günümüzün patronları, siyasal liderleri nasıl oluyor da itaatli bireyleri, sessiz kitleleri yaratabiliyor?
Frédéric Lordon, “Kapitalizm-Arzu ve Kölelik” adlı kitabında bu konuyu inceliyor. (Metis Yayınları, Mart 2013).
Marx ve Spinoza’nın işbirliğine dayanan çalışma, insanların iradesine el koyan etkenlerin ne olduğunu araştırıyor.
Kısaca şöyle: Bireyin beğenilme, sevilme, hoşa gitme dürtüsü ile bunu sağlayacak şeyleri satın alma güdüsü buluşturuluyor. Yeme içme, barınma, giyinme gereksinimleri reklamlarla desteklenen satın alma, başkalarına gösterme ve görünme güdüsüyle yönlendiriliyor.
Bunları yapabilmek için gerektiği kabul edilen paranın kazanılması için de “ücretli emek” doğmuş oluyor.
İşte, “ücretli emek” pazarına çıkan kişi de durumuna, niteliğine göre değişse de “gönüllü köle” olarak hayatını sürdürüyor.
Bu durumun temel noktası, “bireyde yaratılan arzu”dur. Sonuçta arzu olarak dile getirilen dürtüler, bilişsel kontrolü devre dışı bırakıyor, kişi de arzularının esiri olarak “gönüllü köle” oluyor, artık durumunu sürdürmekten başka bir derdi de kalmıyor.
Küresel kapitalizmin bireyi “gönüllü köle” yapma mekanizması budur, görünen de budur, yaşanan da budur.
***
AVM’lere koşuşan insanlar, vitrinlerden ayrılamayan gözler, her yeni ürüne duyulan iştah, neden ve neye yarıştığını bilmeden yarışan insanlar.
Kendinden hoşnut olmayan kadınlar, hırsla koşuşan erkekler, ne yapacağını bilmeyen gençler, doyumsuz çocuklar hep bu amacından sapmış yaşam ekseninin sonuçlarıdır.
Sağlık, güzel olma, genç olma eksenine kaymıştır.
Başarı, başkasından üstün olma eksenine kaymıştır.
Bilinç, yerini inanç eksenine bırakmıştır.
Güven, yerini güvensizliğe terk etmiştir.
Gelecek, geçmişte aranır duruma gelmiştir.
Para, günümüzün totemi, tapınma nesnesidir.
Parayı elinde tutanlar günümüzün efendileridir.
Geriye kalanlara yaşamak için “ücretli emek” sığınağı kalmaktadır ki bu da işte bireyin “gönüllü köleliği”dir.
Bireyin “gönüllü köleliği”, toplumun “sessiz itaat”e teslim olmasıdır.
Günümüzün “manzara-i umumiye”si budur.
***
Ne yapılabilir? Bu durumda bir şey yapılabilir mi?
Arzulardan vaz mı geçilmelidir?
Güdülere kulak verilmemeli midir?
Bunlar olası değildir.
Dürtüler de bizimdir, arzu nesneleri de isteklerimizdir.
Güdüler de toplumsal kökenleriyle inkâr edilemez.
Duygularımız temel gücümüzdür.
Aklımız da rotamıza egemen olmalıdır.
Yapacağımız, bu enerji odakları arasında denge kurmaktır.
Kendimizi sisteme teslim etmemektir.
Toplumu bu “gönüllü kölelik”ten kurtarmak için çalışmaktır.
Bu çalışma kendi kurtuluşumuz için de zorunludur.
Bilinç, bilinç, bilinç...
Ne yaptığını, neden yaptığını, kimin için yaptığını bilme.
Yaşam eksenini kendi iradesiyle yönetme.
Bireyin kurtuluşu da dünyanın değişimi de burada.
Ya bunu yapacaksın ya da “gönüllü köleliğe” devam…
1 Nisan 2013 - Cumhuriyet