AİHM Kararı Işığında Adil Yargılanma Hakkı

~ 28.03.2013, İpek OĞUZ ~
Aşağıda inceleme konusu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) AFŞAR/Türkiye kararı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) 6. Maddesi’ne ilişkindir. Bu makalede karara konu olan somut olay özetlenmiş, AİHM kararı incelenmiş, İHAS’ın ihlal konusu olan 6. Maddesi hakkında bilgi verilmiş ve kişisel değerlendirmelere yer verilmiştir.
Kararda, başvuran 6. Maddenin tüm fıkralarına atıf yaparak, 1,2 ve 3. Fıkraları kapsayan bir ihlalin olduğunu iddia etmiştir. AİHM’nce şikâyetin hepsi kabul edilebilir bulunmamış ve yalnızca 6. Madde 1. Frıka kapsamında bir ihlal olduğu sonucuna varılmış olsa dahi, söz konusu maddenin tüm fıkralarına değinmek için bu kararın tartışmaya uygun olduğunu düşündüm.
AİHM ’nin 15 Kasım 2011 tarihli Afşar/Türkiye kararı, Hamit Afşar’ın “Başvuran” İHAS 34. Madde kapsamında 24 Mayıs 2004 tarihinde kişisel başvuru imkânından yararlanarak Türkiye devletine ilişkin şikâyetini konu alan kararıdır. Başvuran AİHM ’ne başvuru sürecinde bir avukat tarafından temsil edilmemiştir.
Şikâyete İlişkin Olaylar ve İç Hukuk Süreci
Başvuran 1957 doğumludur ve Balıkesir’de yaşayan bir doktordur.
Başka bir meslektaşı olan doktor V.B., Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 23 Kasım 1998 tarihinde iftira nedeniyle Hamit Afşar’a karşı dava açmış, tazminat talep etmiştir. V.B. ‘nin iddiasına göre Afşar, kendi hastaları arasında V.B. ‘nin izinsiz ilaç sattığı şeklinde yalan bilgiler yaymıştır.
V.B. bu iddiasına ilişkin delil olarak A.S. isimli hastadan aldığı ve üzerinde ilacın isminin, kendi isminin ve iş adresinin yazılı olduğu bir belgeyi göstermiştir, bu belgenin sahte olduğunu ve kendi itibarını lekelemek için düzenlendiğini söylemiştir.
Mahkeme yargılama sırasında, sağlık ocağında çalışan diğer doktor ve hemşireler de dahil olmak üzere birçok görgü tanığını dinlemiştir. Görgü tanıklarının ifadeleri V.B. nin iddialarını doğrular niteliktedir, hatta tanıkların bazıları A.S.’yi bu belgeyle gördüklerini belirtmişlerdir.
Başvuran, yargılama sırasında yerel mahkemeden A.S. ‘nin tanık olarak dinlenmesini talep etmemiştir.
Mahkeme 4 Şubat 2003’te gerçekleşen duruşmada, tanık ifadelerine ve 8 Haziran 2000 tarihli, Afşar’ ın ilacın ismini kâğıda yazdığını kabul ettiği duruşmadaki beyanlara dayanarak karar vermiştir. Dava sonucunda, başvuranın hastaları V.B. ‘ ye yönlendirdiği tespit edilmiş ve başvuranın, davacı V.B.’ ye tazminat ödemesine karar verilmiştir.
Başvuran 11 Mart 2003 tarihinde, mahkemenin kararına, A.S.’ nin ifadesinin yargılama sürecinde dinlenmediği gerekçesiyle itirazda bulunmuştur. Ancak, Yargıtay 10 Temmuz 2003 tarihli kararında ilk derece mahkemesinin yargısını iç hukuka uygun bularak, Afşar’ın talebini reddetmiştir. Karara karşı karar düzeltme talebinde bulunan başvuranın bu talebi de 29 Mart 2004 tarihinde Yargıtay’ca reddedilmiş olup, karar bu şekilde kesinleşmiştir.
 
AİHM’ nce Yapılan Değerlendirme ve AİHM Kararı
 
Başvuran, Afşar, bu kararın üzerine İHAS 6. Maddesi Adil Yargılama Hakkı’nın ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’ne başvurmuştur.
Afşar’ ın şikâyeti yargılama süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinde ortaya konan “makul süre”
gereğine uygun olmadığı, ayrıca AİHS’nin 6/2 maddesinde açıklanan ulusal mahkemenin baştan beri başvuranın suçlu olduğunu farz etmesi nedeniyle masumiyet karinesi hakkının ihlal edildiği ve AİHS’nin 6/3 (b) ve (c) maddelerine dayanarak Yargıtay kararının ve kararın düzeltilmesi talebine ilişkin kararın dayanaktan yoksun olmaları
nedeniyle adil şekilde yargılanmadığı iddialarını kapsar. Son olarak, AİHS’nin 6/1 ve 6/3 (d)
maddelerine dayanarak ilk derece mahkemesinin önemli tanıklardan biri olan A.S.’yi dinlemediğini ileri sürmüştür.
Başvuranın iddiaları ve AİHM’ nin değerlendirmeleri ayrı ayrı ele alınacaktır.
 
HUKUK
Yukarıda da bahsedildiği gibi başvuranın ilk iddiası, yargılama süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinde ortaya konan “makul süre” gereğine uygun olmadığı yönündedir. “Makul Süre” yönünde bir ihlal söz konusu olduğunda AİHM başvurunun kabul edilebilirliğinin incelenmesi sırasında “İç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartı”nı aramaz. Zira bu husus “Makul Süre” bakımından yapılan incelemeleri diğer başvurulardan ayıran bir husustur.
Somut olayda Türk hükümeti bu iddiaya itiraz etmiş, davanın karmaşıklığı göz önüne alındığında, itiraz edilen yargılama işlemlerinin aşırı uzun olduğunun kabul edilemeyeceğini iddia etmiştir.
Somut olayda tartışma konusu olan süre 23 Kasım 1998 tarihinde başlamış ve 29 Mart 2004
tarihinde sona ermiş, iki aşamalı yargılamada beş yıl dört ay sürmüştür.
 
A.Kabul Edilebilirlik
AİHM bu şikâyetin İHAS’nin 35/3 (a) maddesi bağlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve şikâyetin kabul edilemez olduğu sonucuna varmak için gerekçe bulunmadığını kaydetmiştir. Dolayısıyla, “makul süre” ihlali yönünden şikâyet AİHM nazarında kabul edilebilir bulummuş ve Mahkemece esas yargılamaya geçilmiştir.
 
B. Esas
AİHM mevcut davadakine benzer konuların ortaya konulduğu davalarda sıklıkla İHAS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir (bkz. Frydlender/Fransa [BD], no. 30979/96, paragraflar 42-46, AİHM 2000-VII, ve Daneshpayeh/Türkiye, no. 21086/04, paragraflar 26-29, 16 Temmuz 2009).
Kendisine sunulan tüm delilleri inceleyen Mahkeme, konuya ilişkin içtihadını da göz önünde bulundurarak, mevcut davada yargılama süresinin “makul süre” gereğini karşılamadığı kanısına varmıştır.
Zira yargılama sırasında Hükümet mevcut davada farklı bir sonuca varmasına yol açacak bir delil sunmamış ya da Mahkemece mevcut davanın karmaşıklığına kanaat getirilecek delil sunmamıştır. Bu durumda AİHM mevcut davadaki yargılama süresini aşırı bulmuştur.
Dolayısıyla 6/1. madde ihlal edilmiştir.
 
II. AİHS’NİN DİĞER MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuran ayrıca AİHS’nin 6/2 maddesine dayanarak ulusal mahkemenin baştan beri başvuranın suçlu olduğunu farz etmesi nedeniyle masumiyet karinesi hakkının ihlal edildiğinden şikayetçi olmuş, İHAS’nin 6/3 (b) ve (c) maddelerine dayanarak Yargıtay kararının ve kararın düzeltilmesi talebine ilişkin kararın dayanaktan yoksun olmaları nedeniyle adil şekilde yargılanmadığını iddia etmiş ve son olarak, AİHS’nin 6/1 ve 6/3 (d) maddelerine dayanarak ilk derece mahkemesinin önemli tanıklardan biri olan A.S.’yi dinlemediğini ileri sürmüştür.
 
AİHM yukarıda kaydedilenleri göz önünde bulundurduğunda, İHAS’nin 35. maddesinin 3. ve 4.paragrafları uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmaları nedeniyle şikâyetin bu iddialar yönünden kabul edilemez oldukları sonucuna varmıştır.
 
İhlal Konusu Olan “Adil Yargılanma Hakkı”
Mevcut davada Afşar’ın Türk devletinin ihlal ettiğini iddia ettiği hak İHAS md.6 ‘da yer alan “Adil Yargılanma Hakkı”dır. Adil yargılanma hakkı, çok geniş bir içeriği olan ve AİHM’e başvurularda sıklıkla dayanak alınan bir haktır.
Madde bentler halinde incelenecek olursa, ilk bendinde “makul süre” ikinci bendinde “masumiyet karinesi”, üç ve dördüncü bentlerinde ise “ adil yargılama” ya yer verildiği görülür. Makalenin bu bölümünde tüm bu kavramlardan, mevcut dava ile eşleştirilerek bahsedilecek ve kişisel değerlendirmelere yer verilecektir.
İlk olarak, mevcut davada da AİHM’in ihlal kararı aldığı “makul süre” kavramına değinmek gerekir. Madde 6’da yer alan “makul süre” için belirlenmiş kesin ölçütler belirlenmemiştir. Bunun nedeni, AİHM’nin bu sürenin her dava ve olaya göre farklılık gösterebileceği kanısında olmasıdır. Yargılamanın “makul süre” de sonlandırılmasının amacı yargının hızlandırılması ve davaların mümkün olduğunca çabuk sonuçlandırılmasıdır. AİHM’nin bu hususta değerlendirme yaparken temel aldığı ölçüt, "Hâkimin davayı nedensiz yere bitirmemesi veya uzatmasıdır". Örneğin; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre, hukuk hâkiminin aynı olaya ilişkin ceza davasının kesinleşmesini beklemesi 6. madde kapsamındaki makul süre ihlâlidir.
Somut olayda tartışma konusu olan yargılama süresi 5 yıl 4 ay sürmüştür. AİHM’nce değerlendirme sırasında devlet davanın karmaşıklığı ve delillere ulaşılma güçlüğü gibi hususların yargılamanın uzamasına neden olduğunu, bu nedenle de “makul süre”nin aşılmadığını öne sürse de AİHM devletin bu iddialarını haklı bulmamış ve “makul sürenin” aşıldığı kararını almıştır.
Kanımca “makul süre” kavramını belirleyen kesin ölçütlerin belirlenmemesi, bu kavram dayanak alınarak yapılan başvurularda, karşı tarafın “makul süre”nin öznelliğinden yararlanarak, en az makul süre kadar tartışmaya açık bir kavram olan “olayın karmaşıklığı” gibi hususları savunma olarak göstermesine neden olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki burada “makul süre”nin kesin olarak belirlenmemesinin gerçek nedeni kavramı soyutlaştırmak değil, her olaya özel olarak değişen hak ya da menfaatin daha dikkatli incelenmesi ile daha geniş koruma sağlamaktır. Kişisel düşüncem AİHM kararına paralel olarak somut olayda “makul süre”nin ihlal edildiği yönündedir. Zira somut olayda tanıklar dinlenmiş, delillere ulaşılmıştır, delillere ulaşılma zorluğunu haklı gösterecek başka bir husus devlet tarafından öne sürülmemiştir. Bu delillere dayanılarak karar alındığına göre, yerel mahkemece bir kanaate varılmasına yeterli bir durum oluşmuş ve davanın karmaşıklığını ileri süren devlet, bu hususu dayanaksız bırakmıştır. Tüm bu nedenleri ve 6. Maddenin amacını göz önüne alarak, 5 yıl 4 ay gibi bir yargılama süresinin somut olay için aşırı olduğu ve madde 6/1’ in ihlal edildiği görüşündeyim.
Başvuranın diğer iddiaları da önceden de bahsedildiği gibi 6. Madde 2. ve 3. Fıkralarının ihlal edildiği yönündedir. Bu yöndeki iddiaların AİHM tarafından dayanaktan yoksun bulunarak kabul edilemez oldukları kararına katılıyorum. İHAS madde 6 (2) bireyin yargılama sırasındaki lekelenmeme hakkını korur. Türk Hukuk sisteminde de yeri olan (Masumiyet Karinesi CMK ve Ceza Hukukundaki temel ilkelerdendir.) lekelenmeme hakkı, davacının yargılama sürecinde bulunduğu iddialardan mahkemenin sorumlu olduğu ya da bu iddiaların mahkemenin kanaatini yansıttığı anlamına gelmez. Türk Hukuk sistemine göre hakim hukuku re’sen uygular ve medeni usul hukukumuzda birçok alanda delillerin taraflarca getirilme ilkesi geçerlidir. Mevcut davada da davacı iddialarını ispat etmek üzere hukukun izin verdiği delillerden yararlanmış, tanıkları dinletmiştir. Bunların uygulanması, yargılanma sırasında mahkemenin karşı tarafın lekelenmeme hakkını zedelediği değil, hukuku uyguladığı şeklinde yorumlanmalıdır. AİHM ancak yargılama süresince iddia konusu ihlalin yapılıp yapılmadığını inceler. Kanımca, bu davada yerel mahkeme tarafsızlık bakımından hukuka bir aykırılık yapmamıştır, dolayısıyla madde 6 (2) ihlali yoktur. Başvuranın madde 6 (3) ü dayanak alarak tanık A.S. ‘nin dinlenmemesinin adil yargılamaya aykırılık oluşturduğu yönündeki iddiası da kanımca yersizdir. Zira medeni hukukumuzda ağırlıklı olarak yazılı yargılama sistemi benimsenmiştir. Buna göre iddiaya ilişkin delil gösterme ya da tanık dinletme gibi hususlar veya talepler, dilekçe teatisi aşamasında belirtilmelidir. Bunu taraflar mahkemeden talep etmelidir ve somut olayda başvuranın yerel mahkemeden tanık A.S’ nin dinlenmesine ilişkin bir talebi bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkeme bu hususta herhangi bir hak ihlalinde bulunmamıştır.
Başvuranın madde 6 (3)-b, ve c fıkralarına ilişkin, Yargıtay’ın dayanaktan yoksun karar verdiği yönündeki iddiası da kanımca doğru değildir. Zira İHAS’a konan bu maddeyle haksız yere bireyin yargılama sırasındaki sübjektif hakkının korunması amaçlanmıştır. Ancak, bu yalnızca İHAS ile değil ulusal hukukumuzca da korunmaktadır. Türk Hukukunda da esas alınan hükmün gerekçeli olarak kurulmasıdır. Gerekçenin tarafı tatmin edecek şekilde olmaması ya da tarafın lehine kurulmaması, hükmün gerekçesiz kurulduğu anlamına gelmez. Bu nedenlerle kanımca mevcut davada yer alan iddianın bu nedenle yersiz olduğunu ve yerel mahkeme bu hususta adil yargılama hakkını ihlal etmemiştir.
Sonuç olarak, İHAS madde 6 da yer verilen “Adil Yargılama” hakkı yukarıda detaylandırıldığı üzere Mahkemeye Erişim, Duruşmada Bulunmak, Silahların Eşitliği, Nizalı Dava Hakkı, Masumiyet Karinesi, Gerekçeli Karar Hakkı, Makul Süre gibi birçok kavramı kapsayan çok boyutlu bir değerlendirme gerektirir. Bu maddeye ilişkin AİHM’e çok sayıda başvuru yapılmaktadır. Kesin kriterler olmadığı için bu madde kapsamında değerlendirme oldukça güçtür ve bu nedenle AİHM’nin çok sayıda gereksiz başvuruyla karşı karşıya kaldığına dikkat çekmek gerekir.

 
İpek OĞUZ
Koç Üniversitesi Hukuk Fak.
4. Sınıf Öğrencisi

 
Adil Yargılanma Hakkı, md. 6
 
1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.

3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
    a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
    b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
    c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
    d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
    e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak. 

 

İpek OĞUZ | Tüm Yazıları
Hits: 5792