Geleneksel yargı şenlikleri

~ 14.02.2013, Faruk ÖZSU ~

Hükümet, 'yargı vesayeti'ni hatırlayıp haksız ve uzun tutuklamalardan dem vurarak yargı aleyhine kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Yargıya hakim güç olan Gülen Cemaati ise 'yargı bağımsızlığı' klişesine sarılmış durumda.

Türkiye ’de yargı, son 150 yıldır adaletin mercii değil, devlet içindeki hiziplerin birbiriyle itişmesinin zemini ve aracı oldu. Bu durum, her ciddi siyasal krizde sözün yargıya gelmesinin de sebebi. Ancak ne yazık ki, politik mücadele hattının tam ortasında olması nedeniyle her daim sıcak gündemlerin ve tartışmaların nesnesi olan yargı; ciddi, derinlikli ve tutarlı bir bilgi üretimine konu olamadı. Aksine yargı tartışmaları, sarf edenin konumunun tespitinden başka bir işe yaramayan yüzeysel, sıradan ve bıktırıcı klişeler dünyasına emanet edildi. Bu klişeler, yargıya egemen olanların sarf ettiği “yargı bağımsızlığı” ile, yargı iktidarının dışında kalanların kelâmı olan “yargı vesayeti” retoriğinden ibaret.
İşte bu yüzden bir yenisini idrak ettiğimiz “geleneksel yargı şenlikleri”nin başladığı bu günlerde yargı üzerine esaslı bir tartışma yapmak son derece acil bir ihtiyaç.

Yeniden yargı vesayeti Demokrat Yargı’nın 2010 HSYK seçimlerinden beri hükümet ve kamuoyuna yönelik uyarıları, MİT soruşturmasıyla karşılık bulmuştu. O tarihten bu yana hükümet cenahı yeniden “yargı vesayeti”ni hatırlayıp haksız ve uzun tutuklamalardan dem vurarak yargı aleyhine kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Buna karşılık yargıya hakim güç olan Gülen Cemaati, “yargı bağımsızlığı” klişesine sarılmış durumda. (Cemaatin itirazı şimdilik mahcupça dillendiriliyor ama CHP ve YARSAV’ın da katılımıyla daha güçlü biçimde duyulacaktır.)
Bu klasik oyunla ilgili hatırlatması için sözü Eşbaşkanımız Doç. Dr. Uğur Yiğit’e bırakmak istiyorum: “Bildik bir oyundur bu. Demokrat Parti, 1954-56’da ve 1958’de yargıdaki sorunları gündeme getirdiğinde, CHP yargıdaki gücü ve etkinliğine dayanarak birdenbire ‘Yargı bağımsızlıkçılığı’ oyununu oynamaya başlamıştı. Aynı durum 2006 sonrası da tekerrür etti. Bir kez daha CHP ‘yargı bağımsızlığı’ derken AKP ‘yargı vesayeti’nden dem vuruyordu. 2010’daki HSYK değişikliğinden sonra ise bu kez CHP yargıdan şikayet etmeye başladı ve tabii ki ‘yargı bağımsızlıkçılığı’ koltuğunu bu kez AKP doldurdu. 7 Şubat 2012’deki MİT soruşturmasından sonra ise oyunun eğlence katsayısı yükseldi. Zira, daha iki hafta önce ‘Yargıya milletin eli değdi!’ diyen Başbakan topu topu birkaç haftada yargıya kimin elinin değdiğini anlayıvermişti. Ve bir kez daha ‘yargı vesayeti’ni hatırladı. Tabii ki ‘yargı bağımsızlığı’ bu kez de Gülen Cemaatinin elinde kalıverdi... Özetle, bu klişeler bize şunu anlatır: Kim ‘yargıda sorun var’ diyorsa belli ki yargı iktidarının uzağındadır. Ve kim ‘yargı bağımsızlığı’ndan bahsediyorsa emin olabiliriz ki yargı onun elindedir.”
Apolitik tutum
Uğur, ‘yargı bağımsızlığı’ndan bahsedenin yargının hakimi olduğu tespitini yaparken, bir türlü güncelin somut analizini yapamayan mevcut CHP’yi gözardı etmiş sanki. Zira hükümetin, başta Yargıtay ve Danıştay’ın yerine önerdiği Temyiz Mahkemesi olmak üzere yargıya dair yaptığı yeni tasarıya karşı geliştirdiği itirazın gerekçesine bakıldığında, CHP’nin önümüzdeki günlerde gerçeklikten ne kadar kopuk ve ne denli apolitik bir savunma hattı içinde olacağı anlaşılıyor.
O halde gelin acilen şu iki derse yoğunlaşalım: Birincisi; iktidarın yargı önerisine katı bir reddiye ile sırt çevirmek, yargının Cemaatin elinde kalmasını onaylamaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Politika, yeni fırsatları lehinize çevirme ustalığıdır. İktidarın “niyeti” ve “samimiyeti” üzerine kurulu hatlar, sizi edilgen ve çıkışsız bir apolitikliğin parçası haline getirir. Ve bu apolitik tutumun sonu, en sonunda devlet iktidarının hiziplerinden birinin kucağıdır.
İkincisi ise, yargı üzerine tartışmaların yoğunlaştığı ve hükümetin tasarısının ilan edildiği bu günlerde şunu net olarak anlamadığımız takdirde bıktırıcı bir tekrar yığını ile boğuşmamız kaçınılmaz olacaktır: Son 150 yılımızı kıyıcı bir adaletsizliğe mahkum eden Türk yargısının esas sorunu, salt yargı yönetimi, yani “fail” meselesi değil, teşkilat, ideoloji ve anlayış sorunudur.
Yargı üzerine dededen kalma çakar-almaz klişeler ile alabileceğimiz bir mesafe yok. Sözümona bu basma kalıp klişelerden ayrı olduğu zannıyla sarf edilen ama daha şimdiden bayat klişeler arasında yerini alan TESEV’in ünlü “Devletçi yargı/yargıçlar” keşfi ise resmi klişelerden daha yüksek bir standartta yer almıyor.

Yargı iktidarının katmanları İşte bu yüzden yargı üzerine düşünüyor ve konuşuyorsak en az şu eşikten yukarı doğru hareket etmemiz gerekiyor: Türkiye’de yargı iktidarı, birbirinden farklı ideolojik ve siyasal bağlayıcılıkları olan üç katmandan oluşur. Birincisi yönetim katmanı, ikincisi yargıç ideolojisi, üçüncüsü ise yargı kültürüdür. Bunlar ayrı ayrı ve birlikte bir yargı iktidarı inşa ederler.
Yönetim katmanı; merkezde HSYK ve yüksek yargı bürokrasisi, taşrada ise başsavcılar ve komisyon başkanlarından oluşur. Yönetim katmanı ve ÖYM’lerde kesin olarak egemen olan gücün Cemaat olduğu herhalde tartışma dışı artık. Ancak bu durum ciddi ve güncel bir problemse de tek ve asli sorun değil.
Yargıdaki iktidarın ikinci katmanı, yargıya egemen olan ittihatçı-milliyetçi ideolojidir. Burada bahsini ettiğimiz algı ve tutum, fikri ve eylemsel bir olgunluğa sahip olmayan, tartışmaya kapalı, “Türk”lüğü ürkek, kaygılı ve özgüvensiz bir yapıda inşa eden yüzeysel bir milliyetçiliktir. Kısaca, bayrağı gördüğü anda koşan sığ, tahammülsüz, içeriksiz, fetihçi bir sokak milliyetçiliğidir bu.
Üçüncüsü ve en kapsayıcı olanı ise yargıya hakim gündelik reflekslerin bütünü olan yargı kültürü. Ki biz buna “hakim vasatı” diyoruz. “Hakim vasatı”; Türk yargıçlarının düşünce, anlayış, tavır ve reflekslerinin yaygın ve tanıtıcı bir ortalamasıdır. Bu da kısaca, “apolitik, toplum ve siyaset düşmanı bürokratik bir siyasal kültür ile antientelektüel, taşralı ve sokağın parçası olan lûmpen bir algı ve tutum” demektir.
Özetle yargıdaki iktidar, birbirinden farklı ideolojik/politik/kültürel katmanın içinde kendisini yeniden üretiyor ve bunlardan herhangi birine odaklanan bir yargı ve hukuk analizi, diğer ciddi sorunları görmezden geliyor demektir.
O nedenle de, bugünlerde ilan edilen hükümetin yargı tasarısının, yargıyı sadece “Cemaat”ten oluşan yönetim katmanı yanılgısı üzerine bina edilmesi halinde, bu yeni hamlenin de kaçınılmaz olarak hayal kırıklığı üreteceği şimdiden bilinmelidir.
Sonuç olarak; bugün Türkiye’de devlet alanı ve devlet kurumları, siyasal güçler açısından son derece dayanıksız, zayıf ve geçişken bir siyasal oyun alanına dönüşmüş durumda. Sadece sıkı örgütlü yapıların ayakta durabildiği bu yeni dönemde, siyasal kavga ve çekişmeler giderek daha yoğun olarak kurumlara ve kurum içi iktidar meselelerine doğru odaklanıyor. Oysa, bu çatışmayı aşmanın tek yolu iktidar meselelerini topluma doğru taşımak ve devlet kurumları arasında ve içindeki bir oyun olmaktan çıkarmaktır.
 

Faruk ÖZSU
Hâkim/Demokrat Yargı Der. Başkan Yardımcısı

Faruk ÖZSU | Tüm Yazıları
Hits: 1460