Baro Ve Savcı Ya Da Faşizmle Yüzleşme

~ 08.02.2013, Av. Hilmi HANTA ~

Kamuoyunda BALYOZ DAVASI olarak bilinen davanın yargılama sürecinde CMK ve Avukatlık Kanunu hükümlerine aykırı olarak yargılama yürütüldüğünü saptayan İstanbul Barosu, Mahkemeyi yasaları uygulamaya ve avukatlara yönelik olarak o güne kadar emsali görülmemiş tavır ve davranışlardan vazgeçmeye davet etmiştir.

İstanbul Barosu; Bunu yaparken Avukatlık Kanunu’nun 76-95 ve 97. Maddelerinde kendilerine yüklenen yasal bir görevi yerine getirmiştir.

Bu yasal görevin yerine getirilmesi esnasında, bunun yasal bir hakkın kullanılması olarak kabul eden Mahkeme tarafından daha sonra her nasılsa fikir değiştirilerek Baro Başkan ve Yönetim Kurulu aleyhine “adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs”(TCK 288.md) edildiği ifade olunarak suç duyurusunda bulunulmuştur.

Ve ne acıdır ki, Konya Barosu yönetimini işgal eden zevat tarafından bu suç duyurusuna iştirak edildiği daha sonra ortaya çıkmıştır.

Suç duyuruları kendisine ulaşan Silivri Cumhuriyet Savcılığı, İstanbul Barosu’nun eylemini TCK.277.md. kapsamında niteleyerek Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri hakkında “yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs”ten iddianame düzenleyerek kamu davası açmıştır.

TCK. 277.maddesi; Görülmekte olan bir davada taraf durumunda bulunanlardan her hangi birisi hakkında leyh veya aleyhe sonuç doğurabilecek şekilde bir karar verilmesi, işlem tesisi ya da beyanda bulunması için hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs etmeyi suç saymıştır.

İstanbul Barosu’nun eylem ve talepleri; davanın taraflarından birisi hakkında değildir. Avukatlara yönelik davranışlar ve savunma görevinin yerine getirilmesinin engellenmesine karşı duruştur. Avukat, taraf değildir.

İstanbul Barosu’nun eylem ve talepleri; hukuka aykırı değildir. Avukatlık Yasasının Baroya yüklediği bir görevdir. Yasadan kaynaklanan bir görevin yerine getirilmesi hukuka aykırı olarak nitelenemez.

İstanbul Barosu hakkında ceza yasasının bu maddesine göre dava açılması ile herhangi ilgisiz başka bir maddeden dava açılması arasında hiç bir fark yoktur.

Açılan davanın maddi ceza hukukunda karşılığı yoktur.

Fakat, dava açılmasının ortaya çıkaracağı sonuçlar bakımından açılan dava önemlidir. Bu bakımdan açılan davayı savcılığın basit bir tavsif(suçu niteleme) hatası olarak görmek imkansızlaşmaktadır.

Nitekim; Avukatlık Kanunu’na göre yapılması gereken “avukat hakkında ki soruşturma usullerine” uyulmamış ve soruşturma izni temin edilmeden ve izin verilmesi halinde son soruşturmanın açılması kararı sağlanmadan doğrudan doğruya dava açılmıştır.

Bu dava; İstanbul Barosu’nun kararlı ve yaygın bir biçimde uyguladığı “avukata ve savunmaya” yönelik saldırıların önlenmesi faaliyetlerinden duyulan rahatsızlığın bir ifadesi olarak İstanbul Barosunu eylemsizleştirmek ve bertaraf etmek arzusunun açık bir ifadesidir.
Bu dava kullanılarak, İstanbul Barosu Başkan ve Yönetim Kurulu’nun görevlerinden alınmak isteneceği beklenen bir sonuçtur.

İstanbul Barosu, avukatlık yasasını uygulama görev ve sorumluluğunu yerine getirmesi nedeniyle suçsuzdur.

Ama, bu davayı açan savcı; avukatlık yasası - ceza yasası - ceza muhakemesi yasasına ve kendi meslek yasasına açıkça ve kasten aykırı davranarak “görevi kötüye kullanma” suçunu işlemesi nedeniyle suçludur.

Davayı açan savcı, bulunduğu makama ve muhtemelen tavsiye aldığı yerlere güveniyor olsa da, işlediği suçun bedelini ödemek zorundadır. Bu hukukun gereğidir.
Bu nedenle bu savcı hakkında suç duyurusunda bulunulması gündemin birinci maddesi olmalıdır.

Eğer; yargı, yürütmenin emir ve talimatları ile faaliyet yürütüyor hale geldiyse artık demokratik bir cumhuriyetin varlığından söz edilemez. Bu Faşizmdir.

Bugün, toplumun faşizmin demir pençesi altında olduğunu artık kimse inkar edemez ve herkesle birlikte İstanbul Barosu da faşizmle yüzleşmektedir.

İstanbul Barosunun faşizme karşı vereceği mücadelede tüm demokrasi güçleri yanındadır.
 

Av. Hilmi HANTA | Tüm Yazıları
Hits: 2578