2013’e girdiğimiz şu günlerde Ortadoğu (ve Türkiye) her bakımdan büyük bir değişim ve dönüşüm içine sokulmuş bulunuyor.
ABD, AB, Çin ve Rusya arasındaki yeni küresel rekabet ve “sistemi belirleme çabaları” en fazla Ortadoğu ülkelerini etkilemektedir. Türkiye de bunların içinde.
- Arap ülkelerinin bir kısmı büyük bir değişim içindeler. Bu değişimde “değişenler” neler? Sınırlar değişiyor, yeni özerk ve bağımsız bölgeler kuruluyor. Eski iktidarların yerine yenileri geliyor.
Yeni gelenler de demokrasiden yana değiller; sadece o toplumların iktidarları değişim gösteriyor. Yönetimlerde İslami ağırlık öne çıkıyor.
Bir boyutunda Sünni-Şii mezhep çatışmaları güç kazanıyor. Diğer boyutunda İslami düzenle küresel kapitalizm arasındaki bağlar kuvvetleniyor.
Arap ülkelerinin yeni küresel sisteme uyumunda, demokrasi hariç bütün araçlar kullanılıyor. Petrol ve doğalgaz üretimi, dağılım yollarının ve rezervlerin denetimi işin odak noktasını oluşturuyor. Hesaplar buna göre yapılıyor.
Ankara-Tahran
- İran, Şanghay İşbirliği Örgütü (Asya Grubu) ile Batı arasında sıkışmış durumda. Ortadoğu’da Irak, Suriye ve Lübnan üzerindeki etkileri sonucu, önemli bir aktör konumunda.
Ankara-Tahran hükümetlerinin çekişmelerine karşın Türkiye ile İran arasında iktisadi, sosyal, kültürel çok kapsamlı derin etkileşimler var. Ankara da Tahran da bu “birikimi” hiçbir zaman göz ardı edemezler. Köprüleri atma lüksleri yok. Ankara Suriye’ye karşı uyguladığı tutumu Tahran’a (ve İran’a) karşı uygulayamaz.
- Türkiye ise bölgedeki küresel çatışma yansımalarından en fazla etkilenenlerden biri. İçerdeki değişimi, “küresel entegrasyonla” bütünleştirmeye çalışırken hesapta olmayan başka faturalar da ödemek zorunda bırakılıyor. Örneğin yeni anayasa konusu; çok geniş bir kesim “daha demokratik bir anayasa” ihtiyacını kabul ediyor, ancak herkesin ulaşmak istediği hedef farklı.
Araçlar konusunda mutabakat var, ama amaçlar konusunda birliktelik bulunmuyor. Sözgelimi katılımcı demokrasi konusunda bir mutabakat bulunduğunu söylemek imkânsızdır.
Reel politiğin egemenliği
Türkiye’nin 1990’dan itibaren ilerlemekte olduğu yol “nesnel olarak” ortaya konursa şu sonuçları görebiliriz:
- Türkiye’nin iç dinamikleri, küresel dinamiklere daha bağımlı hale gelmiştir.
- Aynı şekilde, küresel sistemle daha çok bütünleşmiştir.
- İslami yapılanma, piyasa ve küresel sistem arasındaki etkileşim ve tamamlaşmalar yaygınlaşmıştır. 1990 sonrasında bu değişim ve küresel entegrasyonla Türkiye, Batı tarafından Ortadoğu ülkelerinde örnek gösterilmeye başlandı.
Ancak Avrupa ve ABD’de kimi çevreler bu konuda son zamanlarda, Ankara’ya daha eleştirel bakıyor. Çin, Hindistan ve Brezilya’nın küresel entegrasyonlarında olduğu gibi acaba Türkiye de oyunbozanlık edebilir mi?
Batı’da birçok araştırma kurumu şimdi harıl harıl bu sorunun yanıtını bulmaya çalışıyor.
Ama ne olursa olsun 2013’te Türkiye, Cumhuriyet döneminde hiç karşılaşmadığı kadar değişik bir sürecin içine girmiş bulunuyor.
Bu süreç, yığımlı olarak belli bir noktaya, kaçınılmaz biçimde götüren bir yol mu? Yoksa “Hiçbir silah sahibine sonuna kadar sadık kalmaz” özdeyişinde olduğu gibi sürprizlere mi gebe?
Bekleyip göreceğiz...
7 Ocak 2013 - Cumhuriyet