Arabuluculuk: Yargının Özelleştirilmesine ve Çok Hukukluluğa Giden Yol

~ 11.06.2009, Yeni Yaklaşımlar ~

Tahsin Yücel, “Gökdelen” adlı romanında, İstanbul’u New York gibi gökdelenler kenti haline getirmeyi kafasına koymuş zengin bir müteahhidin, bu hedefine ulaşmasına engel olan mahkemeleri aşmak için, avukatının ortaya attığı, yargının özelleştirilmesi konusunu, fantastik ancak gerçekçi bir kurgu çerçevesinde işlemektedir. Roman, tek kamusal faaliyet olarak yürütülen yargı işlevinin özelleştirilmesine hükümetin nasıl dört elle sarıldığını, bu çerçevede yer alan ilişkiler ağını başarılı bir şekilde anlatmaktadır. Ancak, özelleştirmeler sonucu ortaya çıkan aşırı yoksulluk, yılkı atları gibi doğaya terkedilmiş milyonlarca “yılkı adamlarını” yaratmış, özelleştirme yanlılarınca bile “bu kadarı da olamaz denilen” sistem, sonuçta yılkı adamları tarafından yıkılmıştır.

‘Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanın Tasarısı’ yla yapılmak istenilen yargının bir tür özelleştirilmesidir. Aslında, toplumsal yapımıza ve devlet geleneğine uymadığı açık olan böylesine “uçuk projelerle” adalet dağıtılamayacağı bilinmektedir. Çünkü mevcut hukuk sistemimizde uzlaştırma amacıyla yapılan düzenlemeler zaten bulunmaktadır. Hukuk Usulü Mahkemeleri Yasasında yer alan tahkim, Avukatlık Yasasının 35/A maddesinde yer alan uzlaştırma ve Ceza Mahkemesi Yasasında yer alan uzlaştırma kurumları, belli uyuşmazlıkların mahkemeler dışında çözümünü mümkün kılmaktadır. Ancak, bu yöntemlerin işlemediği, vatandaşların bu yöntemlere itibar etmediği, uygulamanın ve istatistiklerin ortaya koyduğu bir gerçektir. Öyleyse bu büt önerilerde ısrarcı olmasının nedenini, başka yerlerde aramak gerekiyor.

Tasarı yasalaşırsa endişelenmemiz gereken asıl sorun, Türk hukuk devriminin özünü oluşturan laik hukuk anlayışının ortadan kaldırılma olasılığıdır. Laik esaslara göre düzenlenmiş olan Türk yurttaşlık hukuku ve kamusal uyuşmazlık konuları özelleştirmekle Cumhuriyetin temelini oluşturan laiklik ilkesi bundan büyük yara alacaktır. Tasarıya göre, Arabulucu olarak seçilecek kişilerin hukukçu olmalarına bile gerek duyulmamıştır. Bu durumda “herkes” arabulucu olabilecek, büyük olasılıkla taraflar arabulucularını seçtiği gibi, kendilerine uygulanacak kuralları da belirleyecektir. Herkesin kendi hukukunu seçmesi anlamına da gelecek olan bu uygulama sonucunda, en az ülke birliği ve bayrak birliği kadar önemli olan hukuk birliği ortadan kalkacaktır. Bazı çevrelerin Medine Sözleşmesi özlemi böylece hayata geçecektir.

Hukukun, aydınlanma sonucu ortaya çıkan modern yaşam biçiminin toplumsallaştırılmasında araçsal bir işlev gördüğü bilinmektedir. Cumhuriyet temellendirilirken aynı işlev, yapılan köklü değişimlerle Türk hukukuna da yüklenmiş, bu çerçevede laik yaşam biçimini yerleştirmek üzere Türk Medeni Kanunu ve bir çok yasa yürürlüğe konulmuştur. Atatürk, zihinsel bir çağ değişimi için, aydınlanmanın temelinde bulunan akılcılığı esas alan sayısız uygulamayı toplumsal yaşama hukuk yoluyla gerçirmeyi amaçlamış, eski hukuk anlayışı yerine laik hukuk anlayışının yerleşmesine çalışmıştır.

Türkiye’de, modernleşme süreci kesintiye uğrayarak tam olarak gerçekleştirilemediğinden, (dinsel, etnik ve feodal bağlar tam olarak çözülemediğinden), hukukun modernleşmenin tamamlanmasına hizmet eden işlevi henüz ortadan kalkmamıştır. Kaldı ki bu işlev toplumsal bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu göz ardı ederek yargının özelleştirilmesi, özgürlük yerine bağımlılığı, eitlik yerine adaletsizlik sonucunu doğuracak, kişilerin cemaatçi bağımlılıkları artacaktır. Bu nedenle, Ankara Hukuk Fakültesinin açılışında yaptığı konuşmada “köhne hukuk erbabının” Cumhuriyetin en sinsi can düşmanı olduğunu belirten Atatürk, bu kişilerin devrimci ülküleri mahkum etmek için sindikleri yerden fırsat kollladıkları saptamasında bulunmuştur.

Bazı hukukçular, hem yargının tıkandığını belirtip, yargıdan şikayet edip, hem de bu tasarıya karşı çıkılmasını bir çelişki olarak görerek, Tasarıyı yargının sorunlarını çözecek bir kurtarıcı gibi algılamaktadırlar. Bu bakış açısı, adil yargılamadan habersiz, avukatlığın işlevini kavramamış, dar görüşlü, sığ bir yaklaşımdır.

Konuya dikkat çekerken, henüz “yılkı adamları” durumuna düşmemiş avukatların ve hukuk kurumlarının, kaotik sonuçlar doğuracağı açık olan bu tür önerilere karşı durmaları gerektiği çağrısında bulunuyoruz.

Hits: 1488