İslamcıların bıktıran mağduriyet edebiyatı

~ 26.12.2012, Merdan YANARDAĞ ~

Türkiye’de gericilikle mücadele etmek artık yasak! Adım adım kurulan gerici-faşizan diktatörlük bunu yasaklamış bulunuyor. Arka arkaya gelen soruşturmalar, Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davaları aracılığıyla oluşturulan içtihat bu anlama geliyor.

Bilindiği gibi, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararlardan hareketle siyaset terminolojisine bir “28 Şubat Süreci” kavramı girdi. Bu kavram üzerinden yeni muhafazakâr bir “edebiyat” da oluşturuldu. Böylece tükenmeyen bir tartışma konusu olarak “28 Şubat Süreci” yeni rejimin kuruluş gerekçesi haline getirildi. Öyle ki, AKP’nin önerisiyle kurulan “Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” bile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 gibi açık askeri darbeleri araştırmak yerine, yalnızca bu konuyu soruşturdu.

Komisyon, bütün itirazlara karşın neredeyse mesaisinin tamamını 28 Şubat’ın “darbe” olduğunu ispatlamaya ayırdı. Darbe Komisyonu’nun hazırladığı ve önceki hafta Meclis Başkanlığı’na sunduğu rapor, Özel Görevli Silivri Mahkemeleri tarafından da dava dosyasına konulmak üzere istendi. Bu nedenle, daha önce de çeşitli vesilelerle üzerinde durduğum 28 Şubat konusuna bir kez daha yakından bakmakta ve incelemekte yarar var.

***

Türkiye Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir. Sosyalist Bloka ve yerel sol hareketlere karşı geliştirilen “Yeşil Kuşak” projesi beklenen tarihsel sonuçlarını yarattı. Solun önünü kesmek için ılımlısından radikaline kadar bütün eğilimleriyle desteklenen İslamcı gericilik, artık kendilerini büyüten gücü tasfiye etmeye başladı.

Afganistan’da Taliban’ı yaratanlar, Ortaçağ artığı Suudi rejimini ve Körfez emirliklerini ayakta tutanlar, Pakistan ve Mısır’da aydınlanma sürecini kesintiye uğratarak bu ülkeleri siyasal İslam’a teslim edenler; bu geniş coğrafyanın zenginliklerini sömürmek isteyen ABD ve Batılı ortaklarıdır. Bunun nedeni şudur; bugün küresel sermaye bütün tarihsel, ideolojik, kültürel ve (hatta) hukuksal referanslarını büyük ölçüde yitirerek, varlığını ve egemenliğini açıklama yeteneğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Dolayısıyla insan bilincini yeniden teslim alarak onu bir önceki çağın zihniyet dünyasına iade etmeden bu ahlak dışı egemenlik sürdürülemez hale gelmiştir. Türkiye, 1950’den sonra NATO ordusu haline gelen TSK ve Cumhuriyet burjuvazisi tarafından Soğuk Savaş gericiliğine kurban edilmiştir. Kendi solunu sürekli ve sistematik olarak tasfiye eden Cumhuriyet, sonunda kendisi de tasfiye olarak dönüşmüştür.

***

Bir ılımlı İslam rejimi kurmanın tarihsel gerekçesini oluşturmak, onun ideolojik ve ahlaki arka planını kurmak için İslamcı-muhafazakâr güçlerin bir mağduriyet söylemine ihtiyaçları vardı. Sicillerini temizlemek istiyorlardı.

Çünkü 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerini destekleyen, Soğuk Savaş döneminde bütün Kontrgerilla operasyonlarında rol alan İslamcıların sicili utanç vericiydi. İslamcıların ABD’nin hizmetine girdikleri inkâr edilemeyecek kanıtlarla ortaya çıkmış, üstelik bu durum bazı liderleri tarafından da itiraf edilmişti.

Durum böyle olunca söz konusu çevrelerin topluma bir “mazlum” profili vermeleri, kendi dar dinci programlarını bütün ulusun istemi olarak yeniden kurmaları gerekiyordu. İşte 28 Şubat onlara bu olanağı sundu. Geliştirilen sahte mağduriyet edebiyatı bu ihtiyacı karşıladı. Bu mağduriyet edebiyatı artık bıktırdı. Oysa ortada gerçek anlamda ne bir darbe ne de mağduriyet vardı. Bir siyasal durum olarak 28 Şubat’ın tarihsel anlamı çok başka yerdeydi.

YENİDEN 28 ŞUBAT OLAYI

Esas olarak 28 Şubat, Türkiye’de Soğuk Savaş döneminin bitirilme girişimidir. Diğer NATO ülkelerinden 6 yıllık bir sapmayla “ulusal tehdit” değerlendirmesini ve ülkenin yönetim senaryosunu değiştirme çabasıdır.

Susurluk olayının aynı döneme denk gelmesi, derin devlet örgütlenmesinde belli bir temizliğin yapılması, faili meçhul cinayetlerin durması, Polis Özel Harekât biriminin dağıtılması tesadüf değildir. Bir dönem için Türkiye’nin paralel anayasası diyebileceğimiz Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden komünizmin baş tehdit olmaktan çıkarılıp, irticanın “bölücülükle” birlikte
öncelikli tehdit olarak değerlendirilmesinin nedeni de budur.

Öyle ki, 28 Şubat döneminde yeniden düzenlenen belgede, “irtica” gibi, “ırkçı milliyetçilik” de tehdit değerlendirmesi içine alınarak, Soğuk Savaş dönemindeki “yasak ilişki” sonlandırılmak istenmiştir. O güne kadar emperyalistlerin ve işbirlikçi iktidarların kanatları altında serpilen, korunup kollanan, büyütülen ve sola karşı kullanılan İslamcıların 28 Şubat dönemindeki feryatlarının nedeni bu ilişkinin koparılması korkusudur.

***

Diğer taraftan TSK’nın 28 Şubat döneminde sistematik bir baskı uyguladığı da gerçektir. Fakat bu baskı, bırakın darbeyi, bir muhtıra düzeyine bile ulaşmamıştır. Ayırt edici özelliği şudur; söz konusu dönemde her eylem ve işlem formel (biçimsel) hukuk içinde kalmış, yasal çerçevenin dışına çıkılmamıştır. Örneğin Meclis açıktır. Hiçbir özel tutuklama gerçekleşmemiştir. Siyasal davalar açılmamış, hapishaneler doldurulmamış, gazeteler yasaklanmamış, dernekler, vakıflar kapatılmamıştır. Refah Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması bile bu çerçevede değerlendirilebilir. Çünkü o tarihe kadar çok sayıda sosyalist parti aynı yöntemle
kapatılmıştır.

Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki RP ile Tansu Çiller yönetimindeki DYP koalisyon hükümeti, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından yaklaşık 5 ay sonra istifa etmişti. Üstelik Erbakan, Başbakanlığı ortağı Tansu Çiller’e devretmek istemiş ve bu şartla istifa etmişti. Erbakan’ın sözleri de ünlüdür; “Biz havada ikmal yapacağız” demişti.

Olan şudur; dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Erbakan’ın istifası üzerine yeni hükümeti kurma görevini Çiller’e vermemiş, böylece hükümet de düşmüştü. Siz hiç kendisine karşı darbe yapılan bir hükümetin 5 ay daha görevde kaldığını gördünüz mü? Oysa 28 Şubat, Cumhuriyetin başlangıç ilkelerine ve kuruluş varsayımlarına geç kalmış bir dönüş girişimiydi. Yarım kalmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Öte yandan 28 Şubat AKP’nin ve başta Fethullah Gülen hareketi olmak üzere “ılımlı İslamcı” güçlerin önünü açtı. AKP’nin kuruluşu hem askerler hem merkez medya hem de Batı ve ABD tarafından büyük bir hararetle desteklendi. AKP, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası, ılımlı İslam siyasetinin taşıyıcı örgütü olarak tasarlandı. Olay bundan ibarettir.

(Yurt Gazetesi)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 1735