Aslında modelin iç işleyişini İran icat etti…
Geniş kültürü, büyük tarihsel birikimi ile Musaddık antiemperyalizmini yaşamış ve sonunda Rıza Şah Pehlevi’nin diktatörlüğünde Batı’ya teslim olmuş olan İran, Şii mezhebine özgü mollalar hiyerarşisinin, çarşı, solcular ve liberallerle yaptığı ittifak sayesinde, diktatörü “demokrasi adına” devirdi:
Mollalar önce yargıyı, sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını ele geçirdi...
Orduyu tasfiye etti ve denetime aldı...
Solcu ve liberal müttefiklerini sokaklardaki vinçlerde asarak katletti, tasfiye etti...
Ve halkoylaması da yaparak sandıktan Humeyni diktatörlüğünü çıkardı.
Bütün bu işleri yaparken, petrolü olduğu için fazla bir mali ve ekonomik sorun da yaşamadı.
Şah’ın artık çok yıprandığını ve karşısındaki birleşik cephenin güçlü olduğunu düşündüğü için bu modele utangaç bir biçimde destek veren Batı, sonunda tam bir ABD düşmanı rejimle karşı karşıya kalınca siyasal İslamla ilişkisini yeniden gözden geçirmek ihtiyacını duydu.
Tam bunun üzerine gelen El Kaide’nin 11 Eylül saldırısı bu gereksinmeyi zorunluluk haline çevirdi ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ya da Kuzey Afrika’nın da katılmasıyla oluşturulan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP), “Ilımlı İslam” anlayışıyla devreye sokuldu.
Şiilikteki mollalar hiyerarşisinin yerini Sünni İslamda Müslüman Kardeşler örgütü aldı ve onun liderlikteki siyasal işlevini yüklendi...
Elbette El Kaide de dahil olmak üzere siyasal İslamın öteki radikal örgütleriyle de dirsek teması sağlandı...
İşin ekonomik ve mali yönü, uluslararası kuruluşlar ve Batı uzantısı olan şirketler aracılığıyla desteklendi.
ABD’nin radikal siyasal İslam adına yapılan teröre karşı geliştirdiği ve desteklediği bu “Ilımlı İslam” modeli, daha önce de yazdığım gibi içerde kabaca şöyle çalıştı:
1) “Demokrasiye geçiyoruz” diye ittifaklar kur, diktatörlüğü devir, iktidara gel…
2) Batı’nın ve Arap şeyhlerinin desteğiyle para bul...
3) ABD’nin bölgedeki çıkarlarına destek ol, aferin al...
4) Kendi diktatörlüğünü ilan et!
Bu modelin içine üç faktör daha eklemek gerekiyor:
1) “Yargıyı ele geçirmek”, 2) “Orduyu tasfiye ederek denetime almak” ve 3) “Diktatörlük için ortaya sandık koyarak referandum yapmak” adımlarını da stratejik zamanlamayla uygulamak lazım...
Yoksa model (bugün Mısır’da yaşananlar gibi) zora girebilir ve sarsıntısız biçimde gerçekleştirilemeyebilir!
***
Elbette bu model, her ülkenin koşullarına göre farklı uygulamalarla hayata geçirilmeye çalışılıyor:
Mısır’da Tahrir Meydanı ve seçimler, Libya’da NATO bombardımanı, Suriye’de iç savaş gibi...
Türkiye’nin farkı
Türkiye dışındaki ülkelerde, model bir diktatörlükten öteki diktatörlüğe doğru uygulandığı için geçiş daha kolay...
Türkiye’deyse “Atatürk Devrimleri” ve “Çok Partili Düzen” sayesinde iyi kötü bir demokrasi geçmişine, kültürüne ve altyapısına sahip olunduğu için sandık destekli diktatörlük modelinin uygulanması daha zor!
Üstelik karşısında düşürülecek bir diktatör de yok...
(Tam tersine bir “sandık diktatörlüğü” tehlikesi var!)
Zaten bu nedenle tarihi saptıran bir “Kemalist diktatörlük”, artık söz konusu olmayan bir “askeri vesayet” ve bütünüyle gerçekdışı bir “darbe” söylemi sürekli pompalanıyor...
Pompalanıyor ki olmayan bir tehlikeye karşı, sözde demokrasi cephesi için din söylemli siyasetle liberaller ve solcular ittifak etsin!
Ama Türkiye’de askerinden siviline, işçisinden işverenine, savcısından, yargıcından avukatına, yazarından, gazetecisinden medya patronuna, öğretim üyesinden öğrencisine, bürokratından politikacısına kadar demokrasiye gönül vermiş, onu özümlemiş, solcu, sağcı, dinci, liberal, Türk, Kürt, Alevi, Sünni pek çok namuslu insan var.
Bu nedenle “sandık diktatörlüğü” modeli, içerden ve dışardan ne denli desteklenirse desteklensin, Türkiye’de “demokrasi cephesi”, “sandık diktatörlüğü cephesine” öyle kolay kolay teslim olacak gibi görünmüyor!
Bunu ben bile görebildiğime göre herhalde AB ve ABD de işin farkındadır!
4 Aralık 2012 - Cumhuriyet