Yargı uyarıldıysa.. ahali de uyarılmalı..

~ 27.11.2012, Selahattin DUMAN ~

Televizyon dizileri üzerinden milli tarih şuurumuza zarar verenlerin başında ahalinin bizzat kendisi geliyor.. Hükümet adamları önce bu şuursuzların üzerine gitmeli.. Kimi yakalarsa yıkıp, falakaya yatırmalı.. Görün bakın o zaman..

Sonunda iş buralara kadar geldi..

Ahali bir sabah uyandı ve gazetesini eline aldı.. İşte o andan itibaren gerçekle yüzleşti..

Televizyonların bize “Muhteşem Yüzyıl” diye anlattığı şeyin aslında “Muhteşem Yüzyıl” olmadığı gerçeğiyle..

Olsa olsa “Muhteşem Harem” olurdu o dizi..

Tespitlere göre ecdat ruhu muazzepti..

Senaryo yazarlarının Kanuni Sultan Süleyman’ı bir tek Bebek’teki Cafe Luca’ya götürmedikleri kalmıştı..

Hürrem denen hatun kişi ise yazar marifetiyle ikoncan yapılmıştı..

İvana Sert’in diziye her an yatay geçiş yapması beklenmeye başlamıştı..
 

 

***



“Seyrek bıyıklı Asabi Şahsiyet” bunu uzun zamandır biliyordu.. Sessizce izliyordu..

İfadesini doğru anladıysak “bağımsız yargıya” gereken uyarı da yapılmıştı..

Lakin iş kılıfına uydurulamadığından olacak ki Silivri Asliye Ceza Mahkemesi’nden bile kamu vicdanını tatmin edecek bir karar çıkmamıştı..

“Uyarılan” ve bir miktar “kınanan” kanal sahibinin tarih şuurundan da bir hayır gelmeyeceği belliydi..

Çünkü “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin reyting cazibesine kapıldığından gözü dünyayı görmüyordu..

Zamanı geldi ve bütün bu kaygılar, bitmek bilmeyen uçak muhabbetlerin birinde kamuyla paylaşıldı..

DİZİ DİZİ İNCİYİM

Tabii bu tablonun içinde, gözünü ekrandan ayırmayan ahalinin “Muhteşem Yüzyıl..” dizisine şuursuzca verdiği reyting desteği de var..

Bir tokat da onların yüzüne şaklatmak gerekirdi..

Ne var ki seçim denen sihirli atmosferin içine ha girdik ha gireceğiz..

Geleceğini dizi anonslarının “az sonraaa..” çağrısına endekslemiş bir ahaliyi durduk yere tahrik etmenin de âlemi yoktu..

Diziye ve televizyoncu milletinin milli tarih şuurundan uzak hâllerine çakılırken ahalinin şuursuzluğu görmezlikten gelindi..

Çanak çömlek yayıncının kafasında patladı..

Bütün bu tartışmaların altını yeniden çizdiği gerçek kabak gibi ortadadır..

Bu memlekette gönül rahatlığıyla “tarihi dizi” çekilemez.. Çekildiği zaman da kimseye yaranılamaz..

Çünkü tarih tabudur..

Bize tarih diye sunulan şey de büyüklerimizin takdiridir..

Cumhuriyeti kuran “Tek parti” döneminde de böyleydi..

Çok partili zamanların “tek şefli” son döneminde de böyle.. Birileri tarih niyetine neye inandıysa, neyi istediyse bize dayatacak..

Biz de onları okuyup belleyeceğiz..

***



Her şeyi en iyisini bilen “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet” hangi tarihe inanıyor?

Kanuni dönemini anlatan kaynaklardan Müneccimbaşı Tarihi’ni okumuş mudur? Veya Selaniki Ahmet Efendi tarihini kıraat buyurmuş mudur?

Yahut Bostanizade Yahya Efendi’nin yazdıklarına kıyıdan köşeden bir göz atmış mıdır?

İmam hatiplerin müfredatında bu tarihlerin bulunmadığı gerçeğinden giderek, okumadığını var sayacağız..

Misal, sözünü ettiklerimizden Müneccimbaşı Tarihi’ni ele alalım ki kendisi gayet itibarlı bir çalışma olup, ahalinin okuması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nca tavsiye edilen “Binbir Temel Eser” listesine kaydedilmiştir..

KANLI FERMAN..

O tarihte bir hikâye kaydedilir..

Beşiktaş’ta bulunan vüzera saraylarından birinde bir hırsızlık olayı yaşanır ve akabindeki divan toplantısında bu hırsızlık olayı konuşulur..

Kafes arkasından konuşmayı duyan Kanuni bu hırsızlıkların nereden kaynaklandığını sorar..

Boşboğaz vezirlerden biri de “Bunlar seyyar satıcı taifesi arasına karışmış kimseler olup, fırsat bulduklarında bu şenaati işlerler..” açıklamasını yapar..

Sen misin bunu söyleyen?

Bir ani karar ve ardından çiziktirilen ferman salınır.. Yakalanan cümle seyyar satıcının kellesi vurula..

Müneccimbaşı’nın teessürle anlattığına göre “çok kanuni ferman” padişaha geri aldırılana kadar, sekiz yüz otuz dört seyyar satıcı kellesinden olur..

Şimdi söyleyin bakalım..

Padişahın taşıdığı “Kanuni..” unvanının bu nakledilen vak’a içindeki yorumu ne?

Sarayın keyfi, akla mantığa uymayan icraatları için ahalinin yakıştırdığı “kinayeli” bir sıfat mı? Yoksa gerçekten hak edilmiş bir unvan mı?

***



Al bu hikâyeyi, koy “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin içinde.. Bütün Türkiye havalara zıplasın..

Ama hikâye, Süleymaniye Kütüphanesi’nde küflenmeye terk edilmiş bir tarih çalışmasının içinde saklı durduğu müddetçe mesele yok..

Dizideki harem kadınlarının hayaliliğine gelince..

O talihsiz kadınlardan kaçının gerçek olduğunu biliyoruz? Veya kaçının babasının ismini..

“Binti Abdullah..” yani “Abdullah kızı..” olarak gömülen yüzlerce talihsiz kadından söz ediyoruz..

“Abdullah..” kimsesizliği tarif eden bir isim.. Allah’ın bilinmeyen kulu mealinde..

Köle yapılmış gayrimüslim kadınların ortak mezar taşı unvanı..

KİMİN NESİDİR?

Bunların en bilinenlerinden biri de Hürrem..

Yahudi kökünden geldiği kesin de Litvanya’dan kaçırılmış bir köylü kızı mı?

Yoksa Arthur Koestler’in Hıristiyan dünyasınca lanetlenmiş On Üçüncü Kabile kitabında dillendirdiği Yahudiliği seçen Harzemşah ülkesinden mi?

O bile belli değil..

Belli olan şu.. Tarih şuuru gayet yüksek ahalimiz Kanuni’nin at üzerinde geçirdiği uzun yıllarla hiç mi hiç ilgilenmiyor..

Senaristler aptal değil, defalarca denediler..

Olayı savaş alanlarına, fütuhat hikâyelerine yönlendirip atalarımızın kahramanlığının altı çizilmeye kalkındığında reytingler şıııp diye düşüyor..

Hikâye, Hürrem Sultan’a hediye edilen bir gerdanlığa yönlendirildiğinde veya dikkatler bir başka rakip cariyenin üzerinde yoğunlaştığında reytingler fırlıyor..

***



Demek ki işin burasında ahalinin ciddi bir tarih şuuru sorunu var..

“Fırça atılacaksa ahaliye atılmalı..”

Uyarılan mahkemeler birilerini dava edecekse, bunlar diziye reyting desteği veren ahaliden olmalı..

Tavsiyem budur..

 

(GazeteVatan)

Selahattin DUMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1518