Ulus devlet ve Ortadoğu

~ 25.11.2012, Şükrü Sina GÜREL ~

On dokuzuncu Yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin nasıl parçalanıp, paylaşılacağı konusu, “Doğu Sorunu” olarak adlandırılırdı. Kimin tarafından ? Elbette bizim bulunduğumuz bölgeye “Orta” ya da “Yakın Doğu” diyen, kendilerine göre daha da uzaktaki Asya’ya da “Uzak Asya” diyen Avrupalıların adlandırmalarıydı bunlar. Tarihi ve coğrafyayı onların gözünden gören bu bölge insanı da kendisine dayatılan bu kavramlarla düşünmeye alıştırıldı. Oysa, onların “Doğu Sorunu”, bizim “Batı Sorunu”muz olmalıydı !

 
            Avrupalılar bir türlü Osmanlı’yı nasıl paylaşacakları konusunda anlaşamayınca ve İngiltere kendi Hint yolunu tehdit eden Rusya ve Fransa’yı Osmanlı toprak bütünlüğünün bozulmaması için dizginleyince, Osmanlı Devleti, iyi kötü işi 1870’lerin sonuna kadar ”idare” edebilmişti.    Hatta “büyük” Avrupalı devletler, Osmanlı’nın aralarından biri tarafından alınıp, götürülmesini engellemek istercesine, bu devletin 1856’dan başlayarak “Avrupa Sistemi”ne dâhil olup, göz önünde tutulmasına bile karar verebilmişlerdi.
 
            Bu arada “Doğu Sorunu”, Batısından, ayrıca yükselen milliyetçilik ile de tehdit altındaydı. Osmanlı’nın Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki toprakları, Batı’nın da desteğiyle yeni “ulus devlet”lerin eline geçiyordu. 1878’den itibaren, İngiltere yeni bir politika benimseyerek, “Türklerin pılısını pırtısını toplayarak Asya’ya geri yollanmalarına” karar verdi ! Lozan’a kadar da bu politikasını sürdürecekti.
 
            Osmanlı Devletinden On dokuzuncu ve Yirminci Yüzyılda ortaya çıkan ulus devletler, Avrupa’daydı. İmparatorluğun asli unsuru olan Türkler de, bir anti-emperyalist mücadelenin sonunda, kendi ulus devletlerini oluşturdular. Lozan Antlaşması’nı karşılarındaki Batı’ya kabul ettirdiler. Ama Osmanlı Ortadoğu’su, İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı, uzun süre sömürge oldu ve sonunda buralarda kabilelerden, mezhep gruplarından oluşan “ulus devlet” taklitleri, moda deyişle “çakma ulus devletler” oluşturuldu.
 
            Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkiler tarihinin ilk başarılı anti-emperyalist mücadelesi ile kurulması ve Atatürk devrimlerini başararak laik-demokratik bir ulus devlet olması, bir yandan Türkleri Asya’ya geri yollamak isteyenlerin, öte yanda da içerde “İslamcı bir Osmanlılık”ı, hatta Hilafeti özleyenlerin hiçbir zaman içine sinmedi. Her ikisi de Cumhuriyet’in rövanşını almak istediler. Sonunda şimdi, hep birlikte bunu yapmaya çalışıyorlar !
 
            Yalnız, özellikle içerde “Yeni Osmanlılık” peşinde olanlar, “Doğu Sorunu”nu yeniden canlandırmak isteyenler, bir noktayı gözden kaçırıyorlar : Doğu Sorunu’nun kendine özgü kuralları oluşmuştur ve bunların pek çoğu, bugünkü Ortadoğu için de geçerlidir. Çünkü bugünkü Ortadoğu’da da bir-iki istisnayla ulus devletler değil, kabilelerden, tarikatlardan, mezheplerden ve etnik gruplardan oluşan “güruh”lar vardır. Tıpkı, içerden, dışarıdan dönüştürülmeye çalışılan Türkiye’de olması istenen gibi…
 
            “Doğu Sorunu”nun içinde yer alanların politika üretmesi çok zordur. Çünkü olgular ve sorunlar arasında bir öncelik sıralaması yapamazsınız. Bugün en önemsiz olan, yarın karşınıza en önemli konu olarak çıkabilir.
 
 Ayrıca, siz “Arap sokakları benim yanımda çünkü ben ötekilere meydan okuyorum” diye böbürlenirken, bir bakarsınız, İsrail’in güvenliği için kendi halkınızın sırtından hangi ödünleri vermiş olduğunuz sır olmaktan çıkıvermiş, böylece ipliğiniz pazara düşüvermiş… Arap sokakları şimdi ne olacak ?
 
Ortadoğu’da, ayrıca, her konu ve sorun birbiriyle bağlantılıdır. Bunun için bir soruna bulaştığınız zaman, “taraf” olursunuz ve sorunlar yumağının içinden çıkamazsınız. Türkiye’nin son döneme kadarki ağırlığı da, zaten sorunlara taraf olmamakla ve sorunların bütün taraflarıyla “görüşebilir” olmakla sağlanmıştı.
 
Bugünkü iktidarın bunları öğrenmek için çok zamanı ve fırsatı vardı ama kullanamadılar. Bundan sonra, artık çok geç…         
Şükrü Sina Gürel
 
(Yurt Gazetesi)
Şükrü Sina GÜREL | Tüm Yazıları
Hits: 1592