ERKEKLER AĞLAYIN DURUMUNUZA!

~ 17.03.2011, Prof. Dr. Erdem ÖZKARA ~

İlk yazıyla merhaba derken nedense çok dikkati çekmeyen ama beni etkileyen bir konuyla başlamak istedim. Bu sütunlarda bir adli tıp uzmanı olarak mesleğimle içiçe olan, sizin de ilginizi çekeceğine inandığım; ölüm, yaşam kalitesi, suç ve suçlularla ilgili konuları tartışmak istiyorum sizlerle. Bu konuların erkeklerin durumuyla ne ilgisi var diyorsanız buyurun yazının devamına…
Erkek olmanın tehlikeleri
“Erkek olmanın ne tehlikesi olabilir ki? Asıl kadın olmak zordur, tehlikelidir”. Dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şimdiye kadar alıştığımız öğretilerden, kalıplardan farklı bir kavram bu. Erkek olmak hep avantajlarıyla gündeme gelir nedense ve buna bağlı olarak da erkek olmak iyi, kolay, sorunsuz bir durum gibi kabullenilir. Tersinden gidersek, toplum hayatına katılmaya çalışan kadının yaşadığı sıkıntılar, güçlüklere bakıldığında erkek olmanın son derece kolay ve avantajlı olduğu ima edilir. Dahası bu durum bilinçaltımıza da böyle işlemiştir ve bir dogma gibi kabullenip pek sorgulamayız bu konuyu. Gelişmemiş toplumlardaki kadının haklarını elde etmede ve yaşam mücadelesinde karşılaştığı sıkıntılar gerçekten çok fazla. Bu saptamaya elbette katılıyoruz ama ya erkek olmak, sanıldığı gibi yalnızca avantajlar mı içermekte? Erkek olmanın sıkıntıları kadınınkinden çok mu önemsiz acaba?
Koşum nedir?
Koşum atlara yön vermek ve üzerlerine binmek için kullanılan ve çoğunluğu deriden yapılan takımlardır. Bu açıklamadan sonra Herb Goldberg’in saptamasını belirtelim: “Erkeklerin çoğu koşum takımları içinde yaşamaktadır”. Yani toplumun erkek için biçtiği rolü bir giysi gibi üzerine giydiğinde kabul görmekte ve ödüllendirilmektedir. Bunu reddedip içindeki insani isteklerini yaşamaya çalıştığında ise duygusal olmak(Ki erkeğe hiç yakışmayan bir durumdur!), farklı olmakla hatta “kadın gibi” olmakla itham edilip dışlanır. Bu tepkileri hissettiğinde de koşumlarını giyerek toplumdaki yerini alır ve böylece içindeki insanla bağlarını koparmış ama buna karşılık olarak toplumda yerini sağlamlaştırmış bir erkek çıkar ortaya. Biraz daha açarsak: Erkek her zaman kendinden beklendiği rolün gereği ağırbaşlı, ciddi, duygularını belli etmeyecek(özellikle de ağlamayacak) şekilde davranmak durumundayken, kadın geleneksel erkek ve kadın rolleri arasında rahatlıkla gidip gelebilmekte, duygularını rahatlıkla sergilemektedir. Basit bir örnekle açıklayalım: Erkek bir kadını eleştirmek için bile taklit ettiğinde farklı yorumlanabilmektedir. Ama erkek taklidi yapan kadın genellikle çok eğlendirici görünmektedir. Küçük bir deney; annesinin eteğine sarılmış beş yaşında bir çocuğu gözünüzde canlandırın bakalım. Evet, kız çocuğu muydu erkek çocuğu muydu bu düşündüğünüz çocuk? Daha küçücük bir çocukken bile erkekler en temel insani duygularını göstermemeleri, ağlamamaları, korkmamaları konusunda ağır baskılara maruz kalmaktadır ne yazık ki. Çocuk giysileri de bu konuda fikir vericidir. Kız çocuklarının giysileri rengarenk ve bir çok şekilde iken erkek çocuklara küçültülmüş takım elbiseler dışında pek seçenek sunulmaz nedense. Kızlar bebekleriyle oynarken erkekler güç sembolü oyuncak silahla tanıştırılır çocukken ve büyüdüklerinde kadınlar çocuklarını sevgiyle büyütürken erkekler silahla, şiddetle daha yakın ilişkiler içindedir.
Erkek olmak: Dikkat ölümcül durum!
Erkek olmanın getirileriyle ilgili karar vermeden önce aşağıdaki bazı araştırma verilerini incelemek yararlı olacaktır:
-ABD’de doğumda kız/erkek oranı 100/105 iken ilerleyen yaşlarda kadın/erkek oranı 100/95 olmakta. Yani erkekler kadınlara göre daha çok ölüyor.
- Erkeklerde ölüm oranı kadınlara göre önemli ölçüde yüksektir. Yaşlara göre bakıldığında fark çok net görülebilmekte. Özellikle yaşamın ilk yılında erkek ölüm oranı %33 daha fazladır. 15-19 yaş arasında erkek ölüm oranı %150 daha fazla iken 20-24 yaşları arasında %200 fazladır ve bunu izleyen bütün yaş düzeylerinde erkek ölüm oranı kadınlardan fazladır. Yani erkekler bu dünyada kadınlardan fazla kalmıyor, kalamıyor.
Yukarıdaki verilerden hareketle ABD’de Harvard’da 1970’lerin ortasında yapılan nüfus araştırmasında; bu eğilim sürdüğü takdirde 2000’li yıllarda yaşlılar çokeşliliğe yönelmek durumunda kalacak, çünkü tahminlere göre 65 yaşın üzerinde her 100 erkeğe karşılık 145 kadın olacak şeklinde bir saptama yapılmış. Bugün 21. yüzyılın başındayız, çevrenize bir bakın ileri yaş grubundaki yakınlarınız hangi cinsiyetten acaba? Ne dersiniz öngörüleri gerçekleşmiş mi?
Erkek olmak suçlu olmanın ilk adımı mı?
Peki ya adli olaylarda durum nasıl? Tutuklanan erkek sayısı kadınlardan narkotik suçlarda altı kat, alkole bağlı suçlarda on üç kat, silahlı saldırılarda on dört kat ve motorlu taşıt kazalarında üç kat daha fazladır. 1970 yılında ABD’de toplam tutuklamaların %83’ünü erkekler oluşturmaktaymış. Bu rakamlar günümüzde de benzerlik göstermektedir. Yapılan bir araştırmada 24 yaşına kadar erkeklerde intihar oranı kadınlardakinden üç kat fazla bulunmuş. Erkeklerde intihar girişiminin başarı oranı kadınlardakinden 12 kat fazla bulunmuş.
Bu veriler eski dönemi yansıtsa da günümüzde yani 2000’li yıllarda da durum pek farklı değil. Birkaç örnek; Ateşli silahla yaralananların %91’inin erkek olduğu belirtiliyor Samsun’da yapılmış bir çalışmada. Konya’da yapılan bir çalışmada ise ateşli silahla ölen erkeklerin kadınlardan 4.5 kat fazla olduğu saptanmış. Türkiye genelinde yapılan bir çalışmada ise trafik kazasına karışanların %96’sının erkek olduğu belirtilmekte. Örnekler çoğaltılsa bile sonuçlar pek değişmiyor ne yazık ki. Erkekler tehlikenin ve üzücü olayların hep başrolünde görünüyor.
Bu veriler erkek olmanın “görkemi” veya “sevinçleriyle” pek uyumlu görünmüyor değil mi?
Araştırma verilerini artırmak mümkün ama günümüzdeki yeni verilerde yukarıdaki gerçeği desteklemekten öteye gitmiyor. Erkekler yine suça daha fazla karışmakta, daha fazla öldürülmekte ve ölmekte. Çünkü “güçlü(!)” oldukları için tehlikeli işleri onlar yapmakta, yeri geldiğinde de kendilerine en büyük cezayı intihar ederek yine onlar vermekte. Peki ama neden erkek bu kadar çok zarar görüyor?
Erkek, erkeksi ayrıcalığı ve gücü için ağır bir bedel ödemiştir. Kendi duygularıyla ve bedeniyle olan bağını yitirmiştir.
Sık sık kendisine verilen mesaja göre erkek üstündür, güçlüdür! Hangi hasta mantıkla erkek kendini “üstün” olarak hayal etmeyi sürdürebilir ki? Duygularını bastıran, kendi bedeniyle olan bağını yitiren, diğer erkeklere ve kadına yabancılaşan ve yalıtılan, başarısızlık korkusu altında ezilen, yardım istemeye korkan, bildiği tek şey çalışmakken bir anda kendini kapı dışında bulan erkeğin durumunda intihar ve ölüm rakamlarının böyle olması belki de şaşırtıcı değildir. Ama belki de erkek, kendini öldürmenin birçok gizli yolunun yaratılmasında bir sanatçı olmuştur. Bakın Özdemir Asaf insanın kendi içiyle iletişimini, hesaplaşmasını nasıl güzel anlatmış.
“Dün sabaha karşı kendimle konuştum.
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı,
Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum.”
Bu dizeler sanki kendine yabancılaşan erkekleri anlatmak için yazılmış gibi.
Erkek olmanın getirdiği sıkıntıları konusunda bazı tespitlerim vardı. Ama Amerikalı psikolog Herb Goldberg tarafından yazılmış ve gördüğü yoğun ilgi üzerine güncellenerek 1987 yılında 10. baskısı yapılmış olan bir kitabı (*) okuyunca bu konuda yazmaya karar verdim. Bir adli tıp uzmanı olarak suça karışan, ölen olgulardaki ezici erkek üstünlüğünü zaten her gün gözlemekteydim ama bu durumun nedenlerini bu kadar net hadi açık söyleyeyim cesurca ifade edemiyordum bu kitabı okuyuncaya kadar. Gelecekte yapılacak araştırmalarla erkek olmak suça karışmanın, tehlikeli yaşamanın risk faktörü olarak bile kabul edilebilir belki! Bu ilk yazıda erkek olmanın tehlikelerini, sıkıntılarını ve suçla ilişkisini farklı bir bakış açısıyla aktarmaya çalıştım sizlere. Değişik katkılar, karşı görüşler ve benzer düşünenler elbette olabilir. Bunları da ele alırız yeri geldikçe. İçinizdeki ben ile konuşabildiğiniz ve kendiniz gibi olabildiğiniz günler diliyorum…

(*)ERKEK OLMANIN TEHLİKELERİ-Herb Goldberg
 

Prof. Dr. Erdem ÖZKARA
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Aanabilim Dalı

 

Prof. Dr. Erdem ÖZKARA | Tüm Yazıları
Hits: 2909