Mustafa Kemal ve Kemalizm'ler

~ 10.11.2012, Zülfü LİVANELİ ~

Bir önceki yazım şu cümlelerle başlıyordu: “Tarihsel kişiliklerin başına gelen en kötü şey; vefatlarından sonra, onlar adına davrandığını söyleyen ama taban tabana zıt hareketlerde bulunan grupların ortaya çıkmasıdır.

Büyük bir trajedidir bu. Büyük insanların sağlıklarında izin vermedikleri ve onları temsil etmeyen düşünceler, yanlış bir biçimde onlara mal edilir.

Ne yazık ki bu olay tarihin en büyük kişiliklerinden birisi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün de başına gelmiştir.”

Sözünü etmek istediğim bu “trajedi“ Kemalizm kavramıdır. Ne yazık ki dünyada ortaya çıkan her büyük güç gibi Mustafa Kemal de istismar edilmiş, sömürülmüş, iyisiye kötüsüyle her türlü niyet ve çaba “Kemalizm“ maskesi altında yürütülmüştür.

Bu yüzden bir tek Kemalizm’den değil çeşitli Kemalizm’lerden söz etmek mümkün. Ve bunların çoğu, (bazı iyi niyetli ve yurtsever anlayışların dışında) eğer yaşasa Atatürk’ün karşı olacağı türden eylemler.

Bu ülkedeki askeri darbelerin “Kemalizm” adına yapıldığını hepimiz biliyoruz. Ama bilmediğimiz şey; eğer yaşasaydı Atatürk’ün bu darbelere iyi gözle bakıp bakmayacağı, okuyan yazan herkesin perişan edildiği, kitle kıyımlarına uğratıldığı rejimleri ve 17 yaşında çocukların yaşının büyütülüp idam edilmesini onaylayıp onaylamayacağı.

Bunu ancak onun daha önceki düşüncelerine ve tutumuna bakarak anlayabiliriz.

Mustafa Kemal genç bir subayken, İttihat ve Terakki kongresinde askerin siyasete bulaşmasına karşı çıkmıştı. Bu görüşünü dile getirdiği konuşmasında, Balkan faciasına sürüklenmekte olan ordu için şu örneği vermişti:

“Mesela harpte, İttihat Terakki mensubu bir yüzbaşı ile böyle bir bağlantısı bulunmayan bir paşayı düşünün. Hangisi hangisinden emir alacak? Bu durum harp kabiliyetimize darbe vurmayacak mı?“

Bunu söylediği ve ihtilallere yatkın olan Enver’i eleştirdiği için İttihat Terakki tetikçilerinin üzerine gönderildiğini ve çeşitli sukastlardan kıl payı kurtulduğunu biliyoruz.

Böyle bir insan, askerin müdahalesine olumlu gözle bakar mı?

Elbette bakmaz.

Zaten bütün mücadelesini Osmanlı paşası olarak değil, Müdafaa-i Hukuk (Hakların Savunulması) çerçevesinde yapmamış mıdır?

Cumhuriyet döneminde subay arkadaşlarına “Eğer siyaset yapacaksanız üniformanızı çıkarın“ dememiş midir?

Şimdi böyle bir insanı vefatından yıllarca sonra darbeciliğe, ırkçılığa, nefret söylemlerine alet etmek ya da bunlarla suçlamak ne derece doğru?
 

 

***



Yukarıda verdiğim tek bir örnekten yola çıkarak “Kemalizm” adı altında ortaya çıkan bütün hareketleri akıl süzgecinden geçirmeliyiz ve düşünmeliyiz:

Acaba bu adı ve onun resimlerini kullanan hareketler, Atatürk’e ne kadar uygun? Gerçekten onu yansıtıyor mu?

Unutmayalım ki Atatürk, anlaşılması kolay br insan değildi. Büyük bir asker ve devlet adamı olduğu kadar, Fransızcadan kitaplar çevirmiş, geometri kitabı yazmış ve hepsinden önemlisi binlerce cilt kitap okumuş, üzerinde düşünmüş ciddi bir entelektüeldi.

Aynı zamanda da çeşitli konuşma metinlerinde görüleceği gibi- İslam dini konusunda muazzam bilgi sahibiydi.

Bu çapta bir insanı anlayabilmek, akıl, çaba ve düzey gerektirir.

Atatürk’ü basit sloganlara indirgemek ve basit siyasi hareketlerin malzemesi hâline getirmek doğru değildir.

Ölümünden once söylediği şu sözler bile, onun dünya liderleri arasındaki seçkin yerini göstermiyor mu?

“Ben size manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”

***



Bu açık vasiyetten sonra, onun adına çeşitli Kemalizm’ler icat etmek ve vefatından yıllarca sonra onu haksız yere kullanmış kişilerin yaptıklarına bakarak, temiz ismini kirletmeye çalışmak hangi ahlak ve düşünce namusu ile bağdaşır?

Atatürk bir tanrı değil insandır ve elbette her insan gibi o da eleştirilebilir.

Ama onu eleştirecek olanların, o düzeyi kavrayabilecek entelektüel kapasitede olmaları ve büyük tarihçi Gadamer’in dediği gibi, her düşünceyi o zamanın değerler sistemi içinde algılayabilmeleri koşuluyla.

 

(GazeteVatan)

Zülfü LİVANELİ | Tüm Yazıları
Hits: 1608