İLERLE(ME)ME RAPORU

~ 05.11.2012, Av. Reha TAŞKESEN ~

Karnemizi aldık.

Hoşumuza gitmedi, kızdık, bozulduk, yere vurduk, çöpe attık.
 
Elin oğlu oturmuş, 94 sayfa yazmış, belli ki yazarken de zorlanmış, kırıcı olmadan nasıl yazarım diye düşünmüş. Ancak, batı mantığı için en ayıp şey; gerçeği saklamak, gizlemek, yalan söylemek. Yani bir yerde de zorunlu kalmış doğruları yazmaya ve de yazmış.
 
Sadede gelelim. Ne vardı bu metinde bizi bu kadar kızdıracak?
 
Doğrusunu söylemek gerekirse bunu da çok araştırmadık, incelemedik. Doğu mantığı ile hareket ettik, kestirmeden gittik, tu kaka ettik ve usta bir şekilde de gündemden çıkardık.

Biz ise öyle yapmayalım, en azından bu adamlar neyimize kusur bulmuşlar dedik.

İnceledik ve sonucunu da sizlerle paylaşalım istedik.
 
İsterseniz, önce şu “İlerleme Raporu” belasını nasıl oldu da başımıza aldığımız noktasından konumuza girelim. Biraz tarihe bakalım.
 
Avrupa Birliği (AB) konusu Avrupa için 60 yıllık uzun bir süreçtir. Bugün öykünün sonuna da henüz gelinememiştir. Süreç devam etmektedir.
 
Yarım yüzyıl içerisinde iki büyük savaşın hem nedeni ve hem de alanı olan Avrupa büyük bir yıkım yaşamıştır. Fiziksel, düşünsel ve ruhsal bakımdan önemli çöküş yaşayan Avrupa’da bir daha böyle acı veren bir sürecin yaşanmaması için birleşebilme, birlik olabilme düşüncesi öne çıkmıştır[1]. AB ülküsünün temelinde yatan iki gerekçeden bir tanesi Avrupa ülkelerinin bekasının korunması, diğeri ise refah düzeyinin yüksek düzeye çekilmesi, refahın etkin ve yaygın kılınmasıdır.
 
1950 yılında gündeme getirilen birleşme düşüncesi, bir yıl sonra yaşama geçirilmiş ve altı Avrupa ülkesi “Avrupa Demir-Çelik Birliği” teşkilatını kurmak suretiyle AB’nin temelini atmışlardır[2].
 
Geride kalan 60 yıl içerisinde AB önemli aşamalardan geçerek altı ülkeli ekonomik bir teşkilattan, 27 ülkeli siyasi bir birliğe gelebilmiştir[3].
Dolayısıyla, birinci saptamamız şu olmalıdır: Avrupa, iki büyük savaştan ders almış, birleşme gereksinmesinin kaçınılmaz olduğunu anlamış, bunu uygulamış, geride kalan süreç içerisinde bir birlik olabilmeyi başarmış ve bugün de önemli bir küresel oyuncu olarak dünyada yerini almıştır[4].
 
Türkiye bu sürece ne zaman katılmıştır?

 

Türkiye’nin AB öyküsü de 1959 yılında başlamıştır[5]. Geride kalan 50 yıl içerisinde sorumluluk alan/verilen bütün hükümetler AB üyeliği için önemli çaba göstermişlerdir. Türkiye, “Aday Ülke” olabilme ve müzakere sürecine başlayabilme noktasına gelmiştir[6].
 
            Kuşkusuz bu da azımsanmayacak bir başarıdır.
           
            Bazı şahsiyetler tarafından Türkiye’nin “Avrupa Ailesi” içerisinde yer alamayacağı öne sürülse dahi bugün bütün Avrupa’nın bu değerlendirmeye katıldığını söylemek mümkün görülmemektedir. Küreselleşen dünyada sorunlara dini, etnik ve kültürel zeminde bakmak kabul edilebilir bir anlayış değildir. Örneğin, ekonomi önem kazanmış ve ülkelerin iç ve dış ilişkilerinde belirleyici bir etken olarak öne çıkmıştır. Nitekim Avrupa’nın 19. yy içerisinde Türkiye’ye yönelik yaklaşımı ve AB üyelik müzakere sürecini başlatmış olması da bu anlayış değişiminin önemli bir kanıtıdır.
 
            Bu durumda ikinci saptamamız da şudur: Türkiye tarihsel süreci ve gelişmeleri dikkate alarak Avrupa ile bütünleşme anlamında siyasi iradesini ortaya koymuş, bu irade istikametinde bütün Cumhuriyet hükümetleri süreci takip etmiş ve Türkiye tam üye olabilme noktasından bir adım öncesine kadar gelebilme başarısını göstermiştir
 
            Ancak, ne olduysa olmuş ve Türkiye 2012 yılında çöp kutusuna atılabileceği ifade edilen bir “İlerleme Raporu” ile karşı karşıya kalmıştır[7].
 
            2011 yılı “İlerleme Raporu” için olumsuz bir tepki vermeyen siyasi irade, bir yıl sonra neden bu şekilde ağır bir tepki verme gereksinmesi duymuştur?
 
            2012 İlerleme Raporu Türkiye için nasıl bir resim ortaya koymuştur?
 
            Rapor AB Komisyonu tarafından hazırlanarak, Avrupa Parlamentosu’na ve Avrupa Konseyi’ne sunulan “ulusalüstü bir belge” niteliği taşımaktadır. Burada metnin sistematiği üzerinde durmayacağız[8]. İçeriğini inceleyeceğiz[9].
 
            Raporun içeriğine girmeden önce üç noktaya dikkat çekmek isteriz:
 
            Yarım yüzyıl sonra Türkiye’nin geldiği noktayı anlamamıza yardımcı olabilecek böylesine önemli bir belgeye duygusal yaklaşmak suretiyle karalamak ve önemsememek gibi bir anlayış içerisinde olmamızın Türkiye’ye bir katkı sağlamayacağına ve ancak belgeye abartılı bir iyimser anlayışla yaklaşmamızın da bizleri doğru bir noktaya götürmeyeceğine vurgu yapmakta yarar vardır.
 
            Rapor metni içerisinde birçok önemli açıklamalar yer alıyor olmasına karşılık Türkiye açısından güncel ve en önemli olan konulara yer verilmiştir.
 
            Son olarak da; hukuk çevrelerinin dikkatine sunmak istediğimiz hususlar üzerinde biraz daha fazla durulmuştur.
 
            1. Siyasi Kriterler Bakımından Değerlendirme:
 
            Yargı bağımsızlığına dikkat çekilerek, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yaptığı bir konuşmaya yer verilmek suretiyle, Türkiye’de hala etkin bir yargı reformu yapılamadığına dikkat çekilmiştir[10].
 
            Yargıçlar, savcılar ile savunma arasında olması gereken “olanakların/silahların eşitliği” ilkesinin güvence altına alınamadığına özel olarak vurgu yapılmıştır.
 
            Yargıçların ve savcıların bir çatışma olması durumunda iç hukuk kuralları yerine (taraf olunan) uluslararası insan hakları sözleşme hükümlerinin uygulanması konusunda yetersiz kaldıklarına işaret edilmiştir.
 
            Yargıtay’a yeni seçilen üyeler hakkındaki sözleri nedeniyle Ana Muhalefet Partisi Başkanı hakkında fezleke düzenlendiği belirtilmiştir[11].          
 
            Metin kapsamında Özel Yetkili Savcılar ve Mahkemeler (ÖYM) tarafından yürütülen soruşturmalarda ve kovuşturmalarda halen yürürlükte olan hukuksal mevzuata dahi itibar edilmemiş olunmasının “yargı bağımsızlığı” konusunda kuşku uyandırdığına işaret edilmiştir[12].
 
           “Deniz Feneri Davası” hakkındaki yargı sürecinde ortada somut bir suçlama bulunmadığına ve savcıların görevlerinden el çektirildiğine ve tutuklandıklarına dikkat çekilerek yine “yargı bağımsızlığı” konusuna dikkat çekilmiştir[13].       
 
            Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele konusunda yeterli bir ilerleme sağlayamadığına işaret edilmiştir. Bu hususun siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve de kamunun yüksek düzeyde katılımı ve kararlı bir yaklaşım ile çözümlenebileceğine vurgu yapılmıştır[14].
 
            Terörizmin tanımı ve Ceza Hukuku uygulamalarının (özellikle kamuoyuna intikal etmiş önemli davalar bakımından) uygun olmadığı hususu üzerinde durulmuştur.
 
            Terör ve terörizm hususunun tanımlanması ülkelerin kendi iç ve dış siyasi gelişmelerine göre değişiklik arz etmektedir. Önemli bir noktadır. Bu nedenle de uluslararası alanda üzerinde uzlaşma sağlanmış bir tanımı da mevcut değildir. Ancak, terör ve terörizm tanımlanmasından daha çok “ayrımcılık ve insan hakları ihlalleri” bir ölçüt olarak dikkate alınmaktadır. Bu bağlamda da “terörizm ile mücadele” ile “savaş suçları, soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar” arasındaki ince çizginin belirlenmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla, bir ülkenin kendi tanımlamasından daha çok uluslararası/ulusalüstü kuruluşların ve uluslararası kamuoyunun saptamaları ve kanaati önem arz etmektedir[15]. TCK ile TMK kapsamında yer alan terör suçu ile ilgili tanımlamalar Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasi koşullar bakımından doğru kabul edilse dahi uluslararası anlayış bakımından kabul görmemektedir. Ayrıca tanımlamalar her bakımdan da istismara açık bulunmaktadır. Bu nedenle de uygun düzenlemelerin gecikmeden yapılmasının Türkiye’nin geleceği bakımından yararlı olacağı düşünülmektedir[16].
 
            Alevi vatandaşlarımızın özellikle ibadet özgürlüğünün kısıtlandığı ve ayrımcılığa maruz kaldıkları hususuna vurgu yapılmıştır[17].
 
            Bir insanlık suçu olan “çocuklara cinsel saldırı/çocukların cinsel istismarı” konusu üzerinde önemle durulmuştur.
 
            Kuşkusuz, savunmasız çocuklara yönelik bu çirkin saldırı ile etkin şekilde mücadele edilmesi devletin ve kamunun en önemli sorumluluklarından bir tanesidir. Pozantı hapishanesinde yaşanan olay metinde yer almıştır[18]. Ancak, Türkiye’nin bu konuyu daha geniş şekilde ele almasında, yapılacak kamuoyu araştırmaları ile sorunun boyutlarının her yönüyle ortaya konulmasında ve toplum sağlığı bakımından da etkin ve yaygın şekilde mücadele edilmesinde sonsuz yarar bulunmaktadır.
 
            Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Yunanistan arasında denizde petrol ve doğalgaz aranması konusunda ortaya çıkan sorunların ciddiyetine dikkat çekilmiştir. Bu sorunların öncelikle BM Sözleşmesi ile uluslararası kurallara ve teamüllere göre çözümlenmesi gerektiğinin altı çizilmiştir[19].
 
            Bu hususun özellikle Türkiye’nin komşu olduğu ülkeler ile ortaya çıkan yeni siyasi sorunları çerçevesinde önem arz ettiği ve bunlara bir yenisinin daha eklenmemesi bakımından dikkate değer olduğu açıktır.
 
            1984 yılında başlayan ve halen devam eden Türkiye’ye yönelik etkin ve kapsamlı terör saldırıları sonucu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın maddi ve manevi önemli kayıpları olmuştur. Bu zararın tazminatına yönelik olarak kurulan “Hasar Tespit Komisyonu” tarafından vatandaşlara önemli sayılabilecek bir meblağın ödendiği hususuna Rapor metninde yer verilmiştir[20]. Bu konuda kaçınılmaz olarak iki soru akla gelmektedir: Birincisi ve en önemlisi, mağdur olanlara ödendiği ifade edilen bu meblağ, doğru kişilere ulaşmış mıdır? İkincisi ise, bu duyarlılık bölgede Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı için yaşamlarını veren, zarar gören sivil, asker, polis ve yakınlarına ya da bölge dışında da yaşanan saldırılarda zarar görenlere de gösterilmekte midir?
 
            Konu ile ilgili olarak AİHM’ne intikal etmiş birçok dava bulunmaktadır. İç hukuk yolları ile sorunların çözümlenememiş ve insan hakları ihlallerine mahkemelerimizin çözüm üretememiş olması, sorunların ulusalüstü bir yargı makamına intikal etmiş olması Türkiye’nin önemle üzerinde durması gereken bir husustur.
 
           2. Ekonomik Kriterler Bakımından Değerlendirme:
 
            Türkiye’nin AB ile bütünleşme arzusunda, uyguladığı para politikasında, mali konulardaki çalışmalarında, pazar ekonomisinin işleyişinde ve 2011 yılındaki kur düzenlemelerine bağlı olarak rekabet edebilirlik alanında oldukça başarılı olduğu ifade edilmiştir.
 
            Ancak iç talepte görülen düşüş nedeni ile ekonomik büyümede bir yavaşlamanın başlamış olduğuna, dış ticaret açığının ciddiyetini koruduğuna, işsizlere ve her yıl pazara dahil olan bir milyon işsiz kitleye istihdam yaratma sorunu bulunduğuna ve mali şeffaflığın henüz sağlanamadığına dikkat çekilmiştir.
            Finans piyasalarındaki belirsizliklerin ve küresel sıkıntılardan kaynaklanan kırılganlığın Türk ekonomisi üzerinde bir baskı oluşturduğuna ve artan dış ticaret açığı ile artma olasılığı bulunan enflasyon nedeni ile ekonominin dengelerinin önemli şekilde değişebileceğine işaret edilmiştir[21].
 
            Bu başlık altında yapılan değerlendirmeler daha olumludur.
 
            3. Yükümlülüklerin Yerine Getirilmesindeki Gayret Bakımından Değerlendirme:
 
            Türkiye’nin müzakere sürecindeki gayretlerinin bir değerlendirmesi yapılarak sözcükler ile gelişmişlik düzeyi ortaya koyulmuştur[22]. İncelememizde değerlendirmeler bakımından dikkat çeken biri olumsuz, diğeri ise daha olumlu olan iki başlık üzerinde durulmuştur. Bunlar “Yargı ve Temel Haklar” ile “Gümrük Birliği” başlıklarıdır[23].
 
            “Yargı ve Temel Haklar” konusu ile ilgili olarak yukarıda “Siyasi Kriterler” altında bazı önemli hususlara yer verilmiştir. Dikkat çeken diğer hususlar ise aşağıda sunulmuştur[24]:
 
            “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu”nun (HSYK) bağımsız olmadığına ve Adalet Bakanı’nın konumu ile ilgili kuşku ve kaygılara özellikle vurgu yapılmıştır. Adli Kolluk kurumunun henüz tesis edilemediği ve Savcı-Polis çalışma düzeni, Özel Mahkemeler ve bu mahkemelerin çalışma yöntemleri, Kadın Hakları, Çocuk Hakları, siyasi çalışmalara sağlanan para desteğinin kaynaklarının açık olmaması, işkencenin ve kötü muamelenin önlenemediği/devam ettiği gibi konulara yönelik eleştirilere yer verilmiştir.
 
            İfade ve basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların ciddi kaygı yaratmış olduğuna, örgütlü suç ve terörizm ile ilgili yasal çerçeve ve bu suçlar ile ilgili tanımlamaların hatalı yorumlara ve mahkemelerin de istismarına (kötüye kullanımına) neden olabildiğine işaret edilmiştir.
 
            Kamu görevlileri tarafından basın yayın organlarına yönelik baskıların ve bazı önemli gazetecilerin işten uzaklaştırılmaları hususunun giderek “kendi kendine sansür uygulama anlayışının” gelişmesine neden olduğuna vurgu yapılmıştır.
 
            Toplanma ve gösteri özgürlüğü konularında çok az ilerleme kaydedilmiş olduğuna, izinsiz yapılan gösterilerde özellikle Kürt konusu ile ilgili gösterilerde şiddet ve güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına dikkat çekilmiştir.
           
            “Türk Ulusal İnsan Hakları Kurumu” yasasının kabul edildiği ve ancak yasanın insan hakları kurumları hakkındaki BM Paris ilkelerini karşılamadığına ve de bağımsızlığının tartışılır olduğu ifade edilmiştir.
 
            Ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili kapsamlı bir yasal mevzuatın henüz geliştirilememiş olduğuna, mevcut mevzuatın ise AB müktesebatı ile uyumlu olmadığına değinilmiştir.
 
            Mülkiyet hakları ve gayri Müslimlerin haklarına ilişkin konular da ise kısmi ilerlemeler kaydedilmiş olduğuna işaret edilmiştir. Buna karşılık AB Konseyi tarafından 2008 yılında alınan İmroz ve Bozcaada ile ilgili kararın uygulanması istikametinde henüz bir ilerleme sağlanamadığına dikkat çekilmiştir[25]. Önemli ve gelecekte istismar edilebilecek bir husus olduğu düşünülmektedir[26].
 
            Mevcut yasal mevzuatın Türkçe dışında diğer dillerin kullanılmasına açık olmadığı belirtilmiştir.
 
            Özel yaşamın ve aile yaşamının gizliliğine yönelik bilginin korunması bağlamında AB müktesebatı ile uyumlu bir hukuksal mevzuatın geliştirilmesine ve tamamen bağımsız bir üst denetim/gözetim sisteminin tesis edilmesine olan ihtiyaca dikkat çekilmiştir.
 
            Rapor metninde gerçekte yazılmış ve bizim de yorum yapmamıza olanak sağlayacak daha birçok eleştiri ve bilgi bulunmaktadır. Her gün tanık olduğumuz artık neredeyse kanıksanan birçok hukuksuz eylem ve söyleme dikkat çekilen bu metin hakkında kuşkusuz söylenecek çok şey de vardır. Sonuç olarak bu başlık ile ilgili olarak yazılan bir cümle ise halimizi kısaca ve özetle ortaya koymaktadır[27]: “Reformlar ana sorunların çözümlenmesinde yeterli olamamıştır. Ceza hukuku sistemi ve büyük, ciddi ceza davaları da dikkate alınmak üzere, Yargı erkinin bağımsızlığının, tarafsızlığının ve etkinliğinin sağlanması bakımından daha ileri düzeyde gayret gösterilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.”
 
            Daha olumlu yorumlara açık olan “Gümrük Birliği” başlığı hakkındaki düşüncelerimize ise aşağıda yer verilmiştir:
 
            Türkiye’nin Kıbrıs kayıtlı ya da son çıkış noktası Kıbrıs olan gemi ve uçaklara limanlarını kapatmış olmasının bu konudaki müzakerelerin önünü de tıkamış bulunduğuna işaret edilmiştir[28].
 
            Bu hususta 2006 yılından sonraki süreç içerisinde dikkat çeken iki gelişme bulunmaktadır:
 
            Birincisi, Türkiye’nin bir yandan AB sürecindeki tıkanıklığı açma girişimleri yanı sıra seçenek dış pazarlar arayışı içerisine girmesi ve bu anlamda Ortadoğu ve Afrika ülkelerine de önem vermiş olmasıdır. Türkiye’nin bu istikametteki girişimleri sonucu bu bölgelere yönelik dış ticaret hacminde gelişme kaydedilmiştir[29].
 
            Kuşkusuz bu noktada sorgulanması gereken husus ise şudur:
 
            Türkiye’nin başlattığı bu süreç tarihsel olarak AB’ne üye olma siyasi hedefinden uzaklaşma şeklinde mi algılanmalıdır ya da sadece üyelik sürecindeki tıkanıklığı açma istikametinde bir siyasi-ekonomik manevra olarak mı düşünülmelidir yoksa bunların her ikisi midir? Bunu yanıtını ancak önümüzdeki yılları/süreci yaşayarak anlayabileceğiz[30].
           
            İkinci husus ise yukarıda da kısmen değindiğimiz ve 2012 yılı içerinde AB-Türkiye tarafından ortak olarak yayımlanan “Olumlu Gündem” belgesidir. Bu belge AB ile Türkiye arasındaki tıkanıkları açma ve müzakere sürecine yeni bir ivme kazandırabilme maksadı ile yayımlanmıştır. Ancak, incelemekte olduğumuz “İlerleme Raporu” karşılıklı bu iyi niyetli girişime rağmen tıkanıklıkların aşılamadığına işaret etmektedir.
 
            Sonuç olarak, vurgu yapılan olumlu ifadeler ile birlikte bu başlık hakkındaki son söz daha olumlu bir görünüm ortaya koymaktadır[31]: “AB-Türkiye Gümrük Birliği (Antlaşması ve süreci) Türkiye’nin AB müktesebatı ile uyumlu hale gelebilmesi bakımından olumlu bir katkı sağlamıştır.”
 
            Üçüncü saptamamız: Karşılıklı bütün iyi niyetli ya da öyle olduğunu varsaydığımız düşünce ve girişimlere rağmen AB-Türkiye müzakere sürecinde bir tıkanıklık gündeme gelmiştir ve de mevcut koşullar bakımından bu tıkanıklığın açılması/aşılması da pek mümkün görülmemektedir.
 
 
 
 
            Sonuç olarak;
 
            Öncelikle AB’nin ne olduğunu iyi anlamak zorunluluğu bulunmaktadır. Devletin bu algılamasında bir eksiklik olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durumda belki de mevcut bilgilerin bir kez daha gözden geçirilmesi faydalı olacaktır.
 
            AB üye ülkelerin üstünde bir üst siyasal tüzel kişilik olarak kurulmuş ve bu istikamette de gelişmesine devam etmektedir. AB üyesi ülkelerin bir kısmının federal devlet yapısına sahip olmakla birlikte “ulusal devlet” kimliklerini de korudukları bir gerçektir. Bu bağlamda AB, ulusal olmayan bir “ulusalüstü kimlik” ile aynı zamanda üye ülkelerin “ulus devlet” ve bir yerde “iç hukuk” anlayışını da boşa çıkaran bir kurumsal özellik taşımaktadır[32]. AB için iki önemli kurumsal üstünlük tesis edilmiştir. Brincisi “ulusalüstü” olma, ikincisi ise AB Hukuku’nun öncelikli olma hususlarıdır. Kaldı ki süreç içerisinde üye ülkelerin “egemenlik devri” anlamına gelecek bazı önemli devlet sorumlulukları da AB kurumlarının sorumluluk alanına dahil edilmiştir[33].
 
            Türkiye üzerinde durduğumuz bu iki önemli üstünlüğü/özelliği farkında olarak sürece dahil olmuştur. Yakın zamanda da bu konuya özgü bir AB Bakanlığı tesis etmiş ve üyelik müzakerelerine devam etme iradesini muhafaza ettiğini ortaya koymuştur.
 
            Bulunduğumuz nokta itibarıyla, “AB Türkiye’yi almak istiyor, Türkiye ise AB’ye girmek istiyor ve ancak bir türlü ilerleme sağlanamıyor”, yani ilerlememe gibi bir görüntü ortaya çıkmış bulunmaktadır.
 
            Rapor metnine gerçekçi bir şekilde baktığımız zaman; kısaca iki husus göze çarpmaktadır: Siyasi Kriterler bakımından Türkiye’nin karnesinin iyi olmadığı, Ekonomik Kriterler bakımından ise Türkiye’nin karnesinin daha olumlu olduğu görülmektedir.
 
            Türkiye, içerisinde bulunduğumuz yüzyılın olmazsa olmaz koşulları olarak algılanan “demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti” kavramları bakımından ilerleme sağlayamamaktadır.
             Türkiye, uyguladığı dış politika anlayışı ile gelecekte karşısına daha büyük sorun olarak çıkma olasılığı bulunan yeni sorunlar üretmektedir. Bu sorunların gelecekte alçak yoğunluklu çatışmadan genel bir çatışmaya kadar çok geniş bir yelpazede gerçekleşme olasılığı bulunmaktadır. Mevcut sorunlarına eklenecek bu yeni sorunlar Türkiye’nin büyüme hedeflerine doğrudan olumsuz etki yapabilecektir.
 
            En kötü senaryo ise iç ve dış siyasi kriz ile birlikte yukarıda dikkat çekilen olası bir ekonomik kriz koşullarının aynı anda yaşanmasıdır.
 
            İç ve dış siyasi sorunlarını azaltarak aynı anda (arzu edilen elbette hiç olmamasıdır) sadece bir sorunla ilgilenen, öncelikle kendi bölgesinde ve küresel ölçekte de bir barış, huzur ve istikrar adası olarak algılanan Türkiye’nin saygınlığının daha da ileri noktaya gitmesi kaçınılmazdır.
 
            AB bir birleşme ve bütünleşme projesidir. AB ülkeleri “birleşerek güç olma yerine, dağılarak yok olmanın” ne anlama geldiğini tarihten aldıkları ders ile çok iyi bilmektedirler.
 
            AB ilkeler ve standartlar üzerinde inşa edilmiştir ve bu istikamette de yoluna devam etmektedir. “İşime gelirse evet, işime gelmezse hayır” gibi bir anlayış ile müzakere sürecindeki tıkanıklıkların aşılması olanaklı görülmemektedir.
 
            Türkiye daha iyi bir ekonomi ile daha iyi bir demokrasi arasında tercih yapma noktasına getirilmemelidir. Her ikisi de Türkiye için yaşamsal önemdedir.
 
            Kaldı ki; demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti anlayışının desteklenmesi, tesis ve idame edilmesi sadece AB üyeliği için bir koşul gibi algılanmamalıdır. Saygın bir ülkede insan onurunun korunması için varlığı görmezden gelinemeyecek evrensel ilkelerdir bu sıraladıklarımız.
 
            AB’nin Türkiye’ye bakışında hiç kusuru yok mudur?
 
            Bu konuda bir yorum yapmak yerine, bazı üye ülkelerde üyelik sürecinde de var olan ve üye olduktan sonra da devam eden çok da iç açıcı olmayan siyasi ve ekonomik sorunlara bakmak da yarar olduğunu düşünüyoruz. AB bu tür siyasi belgeler ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırma gibi bir anlayış içerisinde de olmamalıdır.
 
            Son söz; bu önemli belgeyi çöp tenekesine atmak ya da yere çarpmak gerekmiyor. Türkiye’nin sabırla ve ısrarla yükümlülüklerini yerine getirerek müzakere sürecine devam etmesi, siyasi itibarı yüksek ve ekonomisi güçlü bir Türkiye için yoluna devam etmesi tercih edilen düşünce tarzı olmalıdır.
 
 
 
                                                                                              Av. Reha Taşkesen
                                                                                              5.11.2012, Ankara


[1] http://europa.eu/about-eu/eu-history/1945-1959/index_en.htm
AB’nin tarihsel kökleri II. DS. sürecine kadar geri gitmektedir. Avrupalılar böylesine ölümlerin ve yıkımların bir daha yaşanmaması için kararlı bir tutum takınmışlardır (The historical roots of the European Union lie in the Second World War. Europeans are determined to prevent such killing and destruction ever happening again).
[2] Age, Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman 9.5.1950 tarihinde (Avrupa Günü olarak kutlanmaktadır) ülkeler arasında daha iyi bir işbirliği için bir plan (Schuman Planı) sunmuştur. 18.4.1951 tarihinde de altı (kurucu) ülke (Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg) bir araya gelerek AB’nin temelini atmışlardır.
AB üyesi olan 27 ülkenin dışında Hırvatistan müzakere sürecini tamamlamış ve geçiş sürecinin sonuna gelmiştir (Acceding Country), beş ülke (Türkiye, Makedonya, İzlanda, Montenegro, Sırbistan) aday ülke statüsünü devam ettirmektedirler (Candidate Countries). İki ülke (Arnavutluk, Bosna ve Hersek) ise adaylık için beklemektedirler (Potential Candidates).
[4] http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-GL-12-003/EN/KS-GL-12-003-EN.PDF
31.7.2012, Nüfus 503.490 (EU27) ve 332.840 (EU17), GSYH (GDP) $ 25.100 (EU27) ve $ 28.200 (EU17)
[5] F. Stephen Larrabee, Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, 2002, s.45-47, Türkiye 19. yy.dan bu yana “Avrupa Ailesi” içerisine dahil edilerek diplomatik bakımdan Avrupa devlet sisteminin bir parçası olmuştur. Böyle olmasına karşılık hiçbir zaman da eşit üyesi olarak dikkate alınmamıştır. “Avrupa Ailesi” Hristiyan, Avrupalı ve belli değerler ve kurallar ile hayat bulan devletler topluluğudur (Diplomatically, Turkey has been part of the European state system since the 19th century when the Ottoman empire was included in the Concert of Europe… Yet although the Ottoman empire was part of the European state system, it was never regarded as an equal member of it. At its root, the Concert of Europe was an association of Christian, European, and “civilized” states governed by certain values and norms).
[6] http://ec.europa.eu/enlargement/countries/detailed-country-information/turkey/index_en.htm
1.9.1959 Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu, 1.9.1963 Türkiye’nin önce Gümrük Birliği’ne nihai aşamada da AET’ye üye olabilmesine imkan veren anlaşmanın (Ankara Antlaşması) imzalanması, 1.4.1987 Türkiye’nin AET’ye tam üyelik için başvurusu, 1.1.1995 Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne kabul edilmesi, 1.12.1997 Konsey’in (AK) Türkiye’nin üye olabileceği konusundaki açıklaması, 1.3.2001 Konsey’in Türkiye’ye “Katılım Ortaklığı” (Accession Partnership) sıfatını tanıması, 1.12.2004 Konsey’in katılım müzakerelerine başlanabilmesi için şartları tanımlaması, 1.10.2005 Müzakere görüşmelerinin ve gözden geçirme sürecinin (Screening Process) başlaması, 1.12.2006, Türkiye’nin Kıbrıs hakkındaki Ankara Antlaşması’na ek protokole karşı çıkması üzerine Konsey’in bazı başlıkların müzakereye açılmayacağını açıklaması, 1.2.2008 Konsey’in “Katılım Ortaklığı” belgesini gözden geçirerek yayımlaması, 17.5.2012 AB-Türkiye müzakere sürecine ivme kazandırabilmek için “Olumlu Gündem” (Positive Agenda) belgesinin yayımlanması.
[7] RT, AB-Türkiye müzakere sürecinde 12 başlık (Sermayenin Serbest Dolaşımı, Şirketler Kanunu, Fikri Mülkiyet Kanunu, Bilgi Toplumu ve Basın, Gıda Güvenliği ve Veterinerlik, Vergi, İstatistik, Yatırım ve Sanayi Politikası, Avrupa Ağları, Çevre, Tüketici ve Sağlık, Mali Denetim) görüşmeye açılmıştır. Bir başlık geçici olarak kapatılmıştır (Bilim ve Araştırma), 22 başlık ise henüz müzakereye açılmamıştır. Toplamı 35 başlıktır.
[8] RT, Rapor “Giriş” (Introduction), “Siyasi Kriterler ve Siyasi İletişimin Geliştirilmesi” (Political Criteria and Enhanced Political Dialogue), “Ekonomik Kriterler” (Economic Criteria) ve “Üyelik Yükümlülüklerin Yerine Getirilmesindeki Gayret” (Ability to Take on the Obligations of Membership) başlıkları altında ele alınmaktadır. Son başlık altında da aday ülkenin 35 müzakere başlığı altında hazırlık aşamasında (henüz müzakereye açılmayan başlıklar) ve uygulama aşamasında (müzakereye açılan başlıklar) nasıl bir anlayış ve çalışma sergilediğine dikkat çekilmektedir, değerlendirme yapılmaktadır.
[9] RT, Metnin sistematiği bakımından dikkat çeken hususlar şunlardır: Üç ana bölüm halinde yazılan Rapor 88 sayfadır. Siyasi bölüme 31 sayfa (%35), ekonomik bölüme 6 sayfa (%7) ve 31 (buraya dahil olmayan 2 başlık için henüz bir çalışma yoktur) müzakere başlığına ise 51 (%58) sayfa ayrılmıştır. Müzakere başlıklarının 21 tanesi ekonomik (25 sayfa, %50) ve 10 tanesi ise siyasi (26 sayfa, %50) konular ile ilgili görülmektedir. Bu durumda raporun genel anlamda siyasi ağırlığının biraz daha ağır bastığı söylenebilir.
[10] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.14, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın 25.4.2012 tarihinde yaptığı konuşmasına dikkat çekilmiştir. Bu konuşmasında Başkan Haşim Kılıç “totaliter yönetimlerin bir gün sona ereceğine ve demokrasinin her zaman hesap sorabileceğine” dikkat çekmiştir. Bu konuşma rapor metninde “yeni bir himayeci yargı anlayışının/yargı vesayetinin” tesis edilmesine izin verilmemelidir” şeklinde yer almıştır (establishment of a new pro-tutelary judiciary should not be allowed).
CHP Genel Başkanı 4.12.2011 tarihinde İzmir’de yaptığı konuşmada yeni seçilen 160 yeni Yargıtay üyesi hakkında “militan” ifadesini kullandığı için hakkında fezleke düzenlenmiştir.
[12] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.15, CMK m.101 (kuvvetli suç şüphesi, tutuklanma nedeninin varlığı, ölçülülük) koşulları dikkate alınarak tutuklama kararı verilebileceğine, kararın gerekçelendirilmesine ve şüpheliye bildirimde bulunulması gerektiğine işaret ediyor olmasına karşılık; bu hükümlerin Ergenekon, Balyoz, Kafes, Oda TV vb. önemli davalarda uygulandığı konusunda açık bir kanaat oluşmamıştır. Şüpheliler hakkında CMK m.100’de yer alan (lehteki) açıklamalar dikkate alınmamıştır… Tutukluk süresi, özellikle ilk derece mahkemesinin kararına kadar olan süre şeklinde dikkate alındığında on yıl gibi (mevcut şekliyle) son derece uzun bir süre olarak (yasa metninde) muhafaza edilmiştir. Bu konuda Yargıtay’ın da çelişkili bir kararı mevcut olup, bu sürenin mahkeme kararına kadar ya da Yargıtay aşamasının sonuna kadar olan süreyi kapsadığı konusunun açıklık kazanması gerekmektedir…3. Yargı Paketi’nin “adalet yönetimi” ve “temel hakların korunması” gibi sorunlu alanlara yönelik bir çözüm üretme konusunda başarılı olduğunu, Türk Hukuk Sistemi içerisinde birçok sorunun temel kaynağı olan Ceza Kanunu’nda ve Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan suçların tanımlanması sorununa da bir çözüm getirdiğini söylemek de mümkün görülmemektedir.
[13] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.17, Nisan 2012 ayı içerisinde Ankara’daki Özel Yetkili Mahkeme Deniz Feneri Hayır Kurumu ile ilgili 20 şüpheli hakkında belgede sahtecilik, yetkinin kötüye kullanılması ve bir kamu görevlisinin da suça katılımı nedeni ile dolandırıcılık yapıldığı gerekçesi ile hazırlanan bir iddianameyi kabul etmiştir. Bu büyük örgütlü suç faaliyeti ile ilgili (somut) bir suçlama bulunmamaktadır. Savcılar görevden alınmış ve Ağustos 2011 ayı içerisinde d resmi dokümanlarda sahtecilik yapmak ve görevi kötüye kullanmak suçlaması ile tutuklanmışlardır.
[14] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.18, Yolsuzluk ile mücadele konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. “Ulusal Yolsuzluğun Önlenmesi Stratejisi” yüksek düzeyde siyasi ve sivil toplum katkısını zorunlu kılmaktadır. Yolsuzluk ile mücadele davalarında tarafsız kalınmadığı konusunda kuşkular bulunmaktadır.
[15] Bkz., RT, Torba Yasa/Aykırı Düşünceler, Yeni Yaklaşımlar, 26.7.2012
[16] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.19 ve 22, Terörizm ile ilişkili yasal mevzuat çerçevesinde özellikle insan hakları savunucularına yönelik kamuoyunun da ilgisini çeken davaların, kişisel suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmaların sayısında artış bulunmaktadır. Bu bağlamda “Terörle Mücadele Kanunu” kapsamında terörizmin geniş şekilde tanımlanmasına yönelik kaygılar da devam etmektedir… Kürt konusu üzerine yazan ya da çalışan yazarlara, öğretim üyelerine, gazetecilere ve aynı zamanda bilim adamlarına ve araştırmacılara yönelik önemli sayıda dava açılmıştır. Birçok sol görüşlü ve Kürt gazeteci terörizm propagandası çalışmalarına katılıyor olma suçlaması ile tutuklanmıştır. 2800’den fazla öğrenci çoğunlukla terörizm bağlantılı suçlamalar nedeni ile tutukludur…Örgütlü suç ve terörizm kavramlarının yasal çerçevesi hala düzeltilememiştir ve tanımlamalar hatalı suçlamalara ve yorumlamalara neden olabilmektedir. Savcıların ve mahkemelerin yorumları uyum içermemektedir ve AİHS hükümleri ve AİHM içtihat kararları ile örtüşmemektedir. Türkiye’nin şiddete yönelik tahrik/teşvik ile şiddet içermeyen düşünce arasındaki ayrımı açık bir şekilde TCK’nın ve TMK’nın içeriğine ithal etmesi ihtiyacı bulunmaktadır… TCK’nın m.220 ve m.314 ile bağlantılı olan TMK m.6 ve m.7 yanlış uygulamalara neden olmaktadır. Bir makale yazma ya da bir konuşma yapma, bir terör örgütünün lideri ya da üyesi olma suçlaması ile yargılanmaya ya da uzun süreli mahkumiyete yol açabilmektedir.
[17] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.25 ve 29, 2009 yılında başlatılan Alevi açılımında bir ilerleme kaydedilmemiştir. Cem evleri resmi olarak tanınmamaktadır ve Aleviler ibadet için yeni mekanlar açma konusunda sıkıntı yaşamaktadırlar. Bazı illerde Alevi ailelerin evlerinin işaretlenmesi endişe yaratmıştır. Alevi dernekleri savcılıklara suç duyurusunda bulunmuşlardır…TBMM.’de bulunan “ayrımcılığın önlenmesi ve eşitlik kurulu” tesis edilmesini de öngören kapsamlı bir “Ayrımcılığın Önlenmesi Yasası” tasarısı henüz yasalaşmamıştır. Mevcut yasal mevzuat AB müktesebatı ile uyumlu değildir. Vatandaşlara yönelik etnik, dini, cinsel kimlik ve diğer alanlarda ayrımcılık uygulanmaktadır.
[18] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.28, Temmuz 2012 ayı sonu itibarıyla 12-18 yaş arası 1830 çocuk hapistedir. Pozantı hapishanesindeki çocuklara kötü muamele ve cinsel saldırı uygulandığı şeklinde ciddi iddialar/suçlamalar bulunmaktadır ve buradaki çocuklar Ankara/Sincan hapishanesine nakledilmişlerdir.
[19] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.36, Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin denizde petrol araştırmaları yapmasına karşı olduğunu açıklamaya devam etmiş, petrol şirketlerini tehdit etmek suretiyle misillemede bulunabileceğini açıklamıştır. AB ise üye ülkelerin egemenlik haklarını işaret ederek, üye ülkelerin ikili antlaşmalar yapabileceklerine, AB müktesebatı ve BM Deniz Hukuku Konvansiyonu da dahil olmak üzere uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde doğal kaynaklar konusunda araştırma ve işletme haklarını kullanabileceklerine dikkat çekmiştir…Nisan 2012 ayı içerisinde Türkiye’nin, Yunanistan’ın Castellorizo adındaki adanın kıta sahanlığında gaz ve petrol arama niyetine (ihale) şiddetle tepki vermiştir. Yunanistan’ın kara sularını genişletme olasılığına karşılık, bunun bir “savaş nedeni” (casus belli) sayılacağına ilişkin 1995 yılında alınan TBMM kararı halen yürürlüktedir. Müzakere süreci çerçevesinde Konsey “Türkiye’nin açık bir şekilde iyi komşuluk ilişkilerini devam ettireceği, sorunları BM Sözleşmesi hükümleri ile uyumlu şekilde barışçı yöntemlerle ve ihtiyaç halinde Uluslararası Adalet Divanı’na başvurmak suretiyle çözeceği” konusunda kendisini bağlı hissetmesi gereğine işaret etmiştir. Bu bağlamda Konsey, Türkiye’nin tehditkar tutum, ifade ve girişimlerinin iyi komşuluk ilişkilerine ve barışçı çözüm girişimlerine zarar verebileceği konusunda ciddi kaygıları bulunduğunu açıklamıştır.
[20] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.35. “Hasar Tespit Komisyonu” 166.158 olayda terörden ve terörle mücadeleden zarar görenlere € 1.230.000.000 ödemiştir.
[21] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.39-43.
[22] RT, Geliştirilmiş (Advanced) 2, İleri seviyede (Remains High) 1, İyi bir seviyede (Good level of aligenment) 1, Yeterli seviyede (Sufficient level of alignment) 1, Geliştirilmemiş (Not very advanced) 2,Orta düzeyde gelişmiş (Moderately Advanced) 4, Bir gelişme sağlanmış (Some progress) 1, Sınırlı gelişme sağlanmış (Limited progress) 2, Başlangıç aşamasında (Early stage) 1, Hazırlıklar geliştirilmiş (Preparadness advanced) 2, Hazırlıklar orta düzeyde geliştirilmiş (Preparations moderately advenced) 5, Hazırlık iyi istikamette (Preparations well on truck) 2 Hazırlıklar başlatılmış (Preparations have been launched) 1, İyi hazırlık yapılmış (Well prepared) 1, Hazırlıklar başlangıç aşamasında (Preparations early stage/not very advenced), 5 (Toplam 33). 2 Başlık için henüz bir değerlendirme bulunmamaktadır (Kurumlar/Institutions ve Diğer konular/Other Issues).
[23] Başlık 23 (Judiciary and Fundamental Rights) ve Başlık 29 (Customs Union).
[24] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.70-74.
[25] http://assembly.coe.int/Main.asp?link=/Documents/AdoptedText/ta08/ERES1625.htm
Karar 1625 (2008), İmroz ve Bozcaada: Toplumların çıkarları bakmından Türkiye ile Yunanistan arasında bir işbirliği modeli olarak iki kültürlü yapısını muhafaza eden iki Türk adası [Gökçeada (Imbros) and Bozcaada (Tenedos): preserving the bicultural character of the two Turkish islands as a model for co-operation between Turkey and Greece in the interest of the people concerned].
[26] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.74 Council of Europe Resolution 1625 (2008) on Gökçeada (Imbros) and Bozcaada (Tenedos) still needs to be implemented.
[27] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.74, “However, the reforms failed to address core shortcomings. Further efforts are needed with regard to the independence, impartiality and efficiency of the judiciary, including the criminal justice system and the large backlog of serious criminal cases.”
[28] RT, Türkiye-GKRY ilişkileri nedeni ile AB Konseyi 11.12.2006 tarihinde müzakere sürecini dondurma kararı almıştır. Başlıkların bir kısmı zaman içerisinde yeniden görüşmeye açılmıştır.
[29] Dünya Ticaret Örgütü 17.1.2012, Ticaret Politikası Gözden Geçirme (Türkiye tarafından hazırlanan Rapor), m.175-186, WT/TPR/G/259 (12-0159), AB-Türkiye: Türkiye açık şekilde AB’nin en büyük ticaret ortağıdır. 2010 yılı içerisinde AB’nin Türkiye’ye dışsatımı toplamın %4,5 kadarını, dışalımı ise toplamın %2,8 kadarını oluşturmuştur. Gümrük Birliği ticari ilişkilerin kapsamlı şekilde gelişmesine neden olmuştur. AB-Türkiye ticaret hacmi 1995 yılında $ 27,9 milyardan 2010 yılında $ 124,9 milyara çıkmıştır. Ortadoğu: Türkiye’nin ticaret hacmi 2003 yılında $ 9,5 milyardan 2010 yılında $ 35,9 milyar dolara çıkmıştır. 2006-2010 yılları arasındaki artış %80 kadardır. Afrika: Türkiye’nin (esas olarak 5 Afrika ülkesine; Morokko, Cezayir, Tunus, Libya ve Mısır) 2006-2010 yılları arasındaki ticaret hacmi %31 artarak $ 15,7 milyara ulaşmıştır.
[30] Dış ve Commonwealth Ülkeleri Bakanlığı, İngiltere Büyükelçiliği-Ankara, 28.9.2012, “Sert Düşüş Yerine Düşük de Olsa Devam Eden Büyüme”, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan rakamlar 2012 yılının ilk altı ayında bir önceki yıla göre ihracatta sağlanan %20 artış ve İran’a altın dışsatımına rağmen iç talepteki düşüş büyüme üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır…AB ile (krize bağlı olarak) ticaret hacmindeki %10 gerilemeye karşılık Ortadoğu ve Afrika (Middle East and North Africa-MENA) ülkelerine dışsatım önemli bir yer tutmuş ve İran altın dışsatımı da dikkate alındığında Türkiye’nin en büyük pazarı olmuştur.
[31] Türkiye İlerleme Raporu-2012, s.86, “The EU-Turkey CU has enabled Turkey to reach a high level of alignmenet with the acquis.”
[32] Reha Taşkesen, Avrupa Birliği Hukuku’nun Türk İdare Hukuku’na Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008, Giriş, s.vıı, “Ortak bir Avrupa Ekonomik Alanı” (European Economic Area), ortak bir “Avrupa Güvenlik ve Dış Politika” (Common European Security and Foreign Policy) anlayışı, ortak bir “Avrupa Parası” (Euro) ve ortak bir “Avrupa Birliği Hukuku” (European Law) artık günlük yaşamın olağan bir paçası gibi algılanmaktadır...Avrupa Birliği Hukuku (ABH), geride kalan yıllar içerisinde hukuksal birikimini ve kurumsallaşmasını büyük ölçüde tamamlamış ve “Ulusalüstü Hukuk” şeklinde tanımlanma noktasına gelmiştir. AB, 13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan Lizbon Antlaşması ile kurumsal anlamda Anayasal bir kimlik kazanmıştır. Antlaşma üye ülkelerin onayına sunulmuştur. Avrupa’da ulusalüstü bir hukuksal ve siyasal düzenin kurulması istikametinde önemli bir adım atılmıştır.
s.vııı, AB’nin üst siyasal bir kurum olarak ortaya çıkmış olması bu üst siyasal kurumun üye devletler üzerinde egemenlik tesis etmesi sonucunu doğuracaktır/doğurmuşturGelinen bu noktada, AB’nin üye devletlerin kurumsal yapılanmalarına ortak bir anlayış (standart) getirmesi ve yönlendirici (belki de zorlayıcı) olması kaçınılmaz olabilecektir...Konu 20’nci yüzyılın düşün ve yaşam ortamından destek alan demokratik toplum anlayışının gelişim sürecine uyarlandığı zaman uyuşmazlığın ya da çatışmanın gerekçeleri daha iyi anlaşılacaktır. Yurttaşa istediğini gerekirse zorla yapan/yaptıran devlet anlayışından; yurttaşı insan olarak gören, insan haklarına saygılı ve yurttaşı devlete karşı koruyan bir anlayışa doğru yaşanan evrimleşme sürecinde değişim ve dönüşüm konusundaki kararların da kolay alınamayacağı görülecektir.
[33] Dış İlişkiler Konseyi (Foreign Affairs Council), 19.11.2012, “Dış İlşikiler Konseyi AB’nin savunma ve dış politikasından, ticaret, kalkınma, işbirliği ve insani yardım faaliyetlerine kadar konularından sorumludur   (The Foreign Affairs Council is responsible for the EU's external action, ranging from foreign policy and defence, to trade, development, cooperation and humanitarian aid).
Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 2444