Zekasız bir kabalığı benimseyenlere; yaratıcılığınız bu kadar mı gerçekten?

~ 12.10.2012, Sanem ALTAN ~

Hepimiz, herkese ait ortak kelimeleri kullanarak konuşup yazıyoruz.

Bir insanı diğerinden, bir yazarı öbüründen ayıran bu kelimeleri kullanış biçimi, kullanacağı kelimeleri seçişi, onları yanyana getiriş tarzı.

Hepimiz kendi kelime seçimlerimize göre bir dili konuşuyoruz.

Duygular ve düşünceler pörsüdükçe, arasından seçim yapacağımız kelimeler azalıyor…

Herkes herkese benziyor…

Aynı sığlıkta boğulup, kısa ipli bir tesbihin tek renkli boncuklarına benziyoruz en sonunda…

Üstelik de kendimizi çok farklı sanarak.
 

***


Ben kelimeleri severim…

Kelimelerin birbirleriyle oyunlar oynamasına bayılırım…

Yaratıcılığın, zekanın, aşkın, kızgınlığın sınırlarını kelimelerle zorlamayı isterim…

Duyguların ve düşüncelerin sefilleşmesi, kelimeleri de sefilleştirdiği için kızarım.

Her ‘ölen’ kelimemde yaşamımdan da bir şey eksildiğini bilirim.

Ama ne yazık ki son dönemlerde kendi diline tutkun çok az insan kaldı etrafta.

Zekasızlığın ve sığlığın imparatorluğu kuruldu dilde…

Üstelik aynı dilde büyük imparatorluklar yaşamışken.

***


Hiciv bizim en önemli dil hazinelerimizden biri.

Divan edebiyatı, okulda öğretilen sıkıcılığını bir kenara bırakırsak, dilin zevkin doruklarında gezindiği bir dönemdir… Şimdilerde lafı gediğine oturtmak telaşı var ya dili sığlaştıran herkeste, Nefi’yi sevseler, okusalar, dil imparatorluğunu böyle böğründen mızraklamaya içleri sızlardı.

Kızdıkça sığlaşan dillerinden utanırlardı.

Dönemin Müftüsü görünüşte Nefi’yi öven, fakat içeriğinde Nefi’ye “kâfir”diyen bir söz söylemiş.

Nefi buna kızmış… Tıpkı sizin, benim, onların birbirine kızdığı gibi…

Ve demiş ki;

“Müftü efendi bize kâfir demiş.

Tutalım ben O’na diyem müselman.

Lâkin varıldıktan ruz-I mahşere,

İkimiz de çıkarız orda yalan.”

***


Bu zekayı, bu dil ustalığını seviyorsanız eğer, dikenleri plastikten yapılmış kaktüs gibi gözüküyor dilini iyi kullanamayan, zekasızlığı, kabalığı, seviyesizliği seçenlerin öfkeleri…

Herkes birbirine kızıyor güya…

Ama ben zekasız hakaretlerden başka bir şey görmüyorum ortada.

Şiirini, ışığını, zenginliğini, parıltısını kaybetmiş bir dil, zekasını terketmiş bir anlatım, sizi de beni üzdüğü kadar üzmüyor mu gerçekten?

Siz de benim gibi, zekasız bir kabalığı benimseyenlere şunu sormak istemiyor musunuz:

Yaratıcılığınız bu kadar mı gerçekten?

Madem dili kıvrak kullanmayı beceremiyorsunuz, madem kızgınlıklarınız zekanızın önüne geçiyor, o halde en azından cesur olun.

Sığ gözükeceğinize en ağır sözü söylemeyi göz alın, hesapsız davranın.

***


Bilmiyorum belki ben kelimelere gereğinden fazla tutkunum.

Aslında ne çok kelimemiz var…

Ne çok yanyana, hiç akla gelmeyecekken gelebilecek kelime var.

En başta yazıya, kavgaya ihanet bu zekasızlık.

***


Sheakespeare’in ünlü piyesini oynayan Müşfik Kenter, bir gece yine sahnede ‘bir at, bir ata bütün imparatorluğumu veririm’ demiş her zamanki gibi…

Sığlık ordularının piyadelerinden olduğu belli olan bir seyirci alaycı bir şekilde ‘bir eşşek olmaz mı’ diye bağırmış.

Müşfik Kenter başını kaldırmış seyirciye bakmış…

‘Tabii olur, buyrun’ demiş.

***


Hazır cevaplılıksa mesele ben bu kıvraklığı seviyorum…

Kızgınlıksa Nefi’ye bakmayı öneriyorum…

Mesele düşmanlıksa…

Ben yaratıcı, zeki, cesur düşmanlar görmek istiyorum.

Siz de bunu istemez misiniz?

(GazeteVatan)

Sanem ALTAN | Tüm Yazıları
Hits: 1292