'Son'a kadar Davutoğlu'yla

~ 03.09.2012, Kadri GÜRSEL ~

“Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun istifası” şu son haftalarda yazılıp konuşulan bir “tema” haline geldi. Misal, Derya Sazak’ın dünkü Milliyet’teki yazısı...
Sazak’ın yazısı, “BM Güvenlik Konseyi’ndeki manzaranın ardından, ‘Beklentilerimde yanılmışım’ diyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun istifası isteniyor” cümlesiyle başlayıp, içinde yine “istifa” geçen başka bir cümleyle bitiyordu:
“Şartlar Davutoğlu’nu istifaya sürüklüyor”.
Yine Milliyet’te Metin Münir, 16 ve 17 Ağustos tarihli yazılarında Davutoğlu’nu “Türkiye için bir felaket” olarak nitelemiş ve görevini bırakması gerektiğini vurgulamıştı.
Politikalar, pozisyonlar ve bu hususlarda yazılıp çizilenler, bölgemizi etkisi altına alan çok hızlı ve çok güçlü bir değişim cereyanı tarafından sürekli test ediliyor. Bu nedenle yazıp söylediklerimizi devamlı surette bir gerçeklik denetimine tabi tutmakla mükellefiz.
Mesela hatırlıyorum; geçen 29 Nisan’da bu köşede yer alan “Olmayan demokrasi ihraç edilemez” başlıklı yazıda “Sayın Ahmet Davutoğlu, Cumhuriyet döneminin en iddialı ve bu nispette en başarısız dışişleri bakanı olmaya doğru ilerlemektedir” şeklinde bir ifade kullanmıştım.
Aradan geçen dört ayın ardından bir güncelleme yapmak durumundayım: Sayın Davutoğlu Cumhuriyet döneminin en başarısız dışişleri bakanı olmuştur.
Sayın Bakan’ın başarısızlığı artık bir öngörü değil, bir gerçeklik; somut, ölçülebilir bir olgu.
Davutoğlu’nun, bir mülteciler krizi mühendisliğiyle uluslararası toplumu Suriye’de tampon bölgeler kurmaya zorlama ve Şam rejimini bu yolla devirme stratejisinin çöktüğü, geçen perşembe New York’taki BM toplantısında ayan beyan görülmüştür. Türkiye’nin tampon bölge talebi kabul ve destek görmemiştir.
Böyle devam ederse Türkiye, Suriye’den vakumladığı sığınmacılarla baş başa kalacaktır.
“Mülteci vakumlamak” ifadesini şuurla seçerek kullandım. 25 yılı aşkın bir süredir gazeteci olarak gözlemlediğim krizlerde, bir komşu ülkeden sığınmacı gelsin diye bu kadar istekli davranan başka bir devlet gördüğümü hatırlamıyorum.
Normal şartlarda devletler komşu ülkelerden sığınmacı gelmesini özendirici koşullar yaratmazlar; bilakis caydırıcı hareket ederler. Bizimkiler ise bunun tam tersini yaptılar. Mesela geçen nisanda toplam 8 kampta 25 bin Suriyeli sığınmacı mevcut iken, bir 25 bini için daha görece konforu haiz bir altyapı kapasitesi oluşturulmuştu ve Suriyeliler gelsin diye bekleniyordu. Şimdi sığınmacı sayısı 80 bine yaklaşıyor ama arada bu politika da iflas etti.
Burada “insani ambalaj” içinde siyasi ve ideolojik bir tutum söz konusudur. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın.
Sığınmacı sayısı Türkiye’nin taşıma haddini aşınca bunları almamak tek çare olacak ve çöken politikanın “insani kılıf”ı da patlayacaktır.
Gerekli olan, kampların yönetimini Birleşmiş Milletler’e devretmektir. Ama insani değil, siyasi nedenlerle hareket eden Ankara buna da yanaşmıyor.
Ve Davutoğlu şunun şurası daha nisan ayında “Ortadoğu’da değişim dalgasını yönetmek, bu Ortadoğu’nun sahibi, bölgesel düzenin öncüsü” olmaktan söz etmiş bir dışişleri bakanı...
Ortadoğu’nun sözde sahipliği için Suriye’deki rejimi devirmeye sonuna kadar angaje olunmuş, bu uğurda Şam’a asker göndermek hariç, yasallık kaygısı da güdülmeden her şey yapılmıştır. Temel stratejik hata budur. Türk dış politikasında, ihtiyat, ölçü ve nüans kalmamıştır.
Bu arada, Şam’daki kanlı rejim elbette ve zaten çökecektir ama lütfen o gün geldiğinde kimse bunu Davutoğlu-Erdoğan politikalarının başarısı imiş gibi takdim etmeye yeltenmesin.
Çünkü Baas rejimi çöktükten sonra Suriye’de iç savaş mezhepler arasında muhtemelen sürecek ve Türkiye, Davutoğlu-Erdoğan politikalarındaki aşırılıklar ve ideolojik körleşmeden kaynaklanan başarısızlıkların ağırlaştırdığı şu sorunlarla yüz yüze kalacak:
Bölgeselleşmiş ve daha da karmaşıklaşmış bir Kürt sorunu...
Türkiye’nin kendisine düşmanlaştırdığı Şii ekseninden kaynaklanan terör tehdidi...
Sonuçları Alevilerin aleyhine olacak bir Sünni-Alevi gerginliği...
Hatay’da istikrarsızlık ve huzursuzluk...
Listeyi uzatabiliriz.
Bu şartların tahakkuk etmesi halinde bile Davutoğlu’nun Başbakan Erdoğan tarafından istifaya zorlanacağını sanmıyorum. Yeter ki kendisi bırakmasın.
Tanıdığımız Erdoğan Davutoğlu’nu harcamaz çünkü bu eylemin kendisini inkar ve temel politikalarının iflasını ikrardan başka bir mana taşımayacağını bilir. Davutoğlu’nun tasfiyesi, AKP’nin manevi çöküşü demektir.
Tek başına Davutoğlu için “yolun sonu” yok. Mamafih dış politikadaki derin stratejik iflasın zararından geriye dönüşün de imkanı yok.
“Son” artık neresiyse, oraya Davutoğlu’yla birlikte gidiliyor. Hep birlikte gidiyoruz. Maalesef.

(Milliyet)

Kadri GÜRSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1491