Karmaşayı dürüst okumak (2)

~ 29.08.2012, Soli ÖZEL ~

SONUNDA çömlek patladı. Hükümet Suriye konusunda izlediği dış politikanın akılcı, doğru, Türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğu konusunda ilgili kamuoyunu ikna edemiyor. İzlenen yola her itiraz edeni dışlamak, bir retorik denizinde bu itirazları boğmaya çalışmak, Hatay örneğinde görüldüğü gibi tatsızlıkları tümden inkâr etmek bu gerçeğin üstünü örtmüyor. Hükümet kendisine yönelik her eleştiriyi ille de düşmanca bir tavır gibi görmeseydi yapıcı uyarılardan yararlanabilirdi. Kimseyi dinlememe inadının bir sonucu bugün yurt içinde şaşkın ve PKK terörizminin yeniden canlanması nedeniyle dehşete düşmüş bir iç kamuoyu. Bir diğer sonuç ise dışarıda söylemiyle becerileri arasında ışık hızıyla ölçülebilen bir fark bulunan Türkiye imajının yerleşmeye başlaması. Geçtiğimiz aylarda Suriye İsyanı (The Syrian Rebellion) adlı kitabı çıkan Lübnanlı Şii kökenli Amerikalı siyaset bilimci Fuad Ajami, Bloomberg haber örgütünün sitesinde yazdığı yazıda bu imaj konusunu şöyle ele alıyor:

“..Washington‘da yeşil ışık yanmadı ve Türk politikası daha çekingen ve tereddütlü hale geldi. Suriye’nin bir Türk F-4’ünü düşürmesi bu kriz içinde önemli sonuçları olabilecek bir andı. Ne Türkiye’den ne de Washington’daki koruyucularından bir ceza yağdı... Bunun yerine ‘Arap sokaklarının’ yeni sevgilisi... Başbakan Erdoğan efsanesi sona erdi”.

Obama yönetiminin Suriye politikasını amansızca eleştiren ve silahlı müdahaleyi, zamanında Irak’ta olduğu gibi savunan Ajami’nin bu gözlemi yalnızca onun tarafgirliğine veya Türkiye’ye kızmasına bağlanamaz. Son on sekiz ayın Türk dış politikasının dünyadaki yankısı açısından bilançosu pek iç açıcı değildir. Arap isyanlarında özgürlüklerine ve egemenliklerine yeni kavuşmakta olan Arap halklarına örnek olmaktan ya da modellikten gelinen yer Türkiye’nin kapasitesinin sorgulanması noktasıdır. Bunun da ötesinde Türk dış politikasının tarihsel anlamını kavradığı Arap isyanları karşısında doğru tespitleri yapıp yapmadığı da yeniden değerlendiriliyor. Osmanlı sonrası Ortadoğu’da (ki artık bizim de bu bölgeye Güney Batı Asya dememiz zamanı geldi de geçiyor) kurulmuş emperyal düzen tarumar olurken Kürtlerin de bu durumdan yararlanacaklarını Türkiye’nin ne ölçüde hesaplarına dahil ettiği pek açık değil. Bölgesel politikada serdedilen değerlerin iç politikada giderek kulak ardı edilmesinin vahim sonuçları hesap edilmedi.

Hele de tarihte ilk kez şehirleşme, eğitim, iletişimdeki devrim nedeniyle bölge ülkelerine dağılmış Kürtlerin ulusal bilinçleri pekişir ve birlik eğilimleri güçlenirken. Bu vurdumduymazlığın bir sonucu da bölgede hasım hale gelen İran, Irak ve Suriye‘nin Türkiye’nin kendi zaafından da yararlanmaları oldu. Bu durumda da Türkiye’nin iddiaları ve söylemiyle becerebildikleri arasındaki fark, giderek kibir düzeyine çıkmış bir ön planda yer alma ihtirası Türk dış politikasının gereksiz yere yara almasına yol açtı.

Ortadoğu Analiz Dergisi’ndeki titiz yazısında Doçent Tarık Oğuzlu‘nun değerlendirmesiyle, “Ortadoğu‘da oluşmakta olan yeni bölgesel düzenin belirlenmesinde etkili olmaya çalışmak özünde yanlış bir şey olmasa da bu minvalde Türkiye’nin hareket kabiliyetini sınırlandıran en önemli faktör, Türk liderlerin bu düzen kurucu misyonu gereğinden fazla abartmaları ve bölgesel aktörlerin Türkiye’nin bu yöndeki çabalarını gönüllü bir şekilde destekleyeceklerine inanmalarıdır... Türkiye yükselmekte olan bir güç olarak adeta kendisini ispat etmeye çalışan sabırsız bir aktör görüntüsü vermektedir.” Bu türden bir sabırsızlık ve ön plan çıkma hırsı ise Türkiye gibi kendine güvenmek için pek çok nedeni olan bir ülkeye hiç yakışmayan bir acemilik göstergesidir.

(Habertürk)

Soli ÖZEL | Tüm Yazıları
Hits: 1204