Hiroşima'da Bir Türk Barış Heykeli

~ 06.08.2012, Prof. Dr. Rona AYBAY ~

Çernobil’deki nükleer patlamanın Hiroşima’ya atılan bombanın 400 katı tahrip gücünde olduğu da düşünürsek, nükleer çılgınlığımızın büyüklüğü anlaşılır. Acaba, din kitaplarında sözü edilen kıyameti, sonunda nükleer felaket biçiminde insan eliyle mi yaratacağız?

Prof.Dr. Rona AYBAY

1939 Eylülünde Avrupada başlayan ama, sadece Avrupada değil dünyanın başka yörelerinde de milyonlarca insanın yaşamını söndüren, evleri barkları yıkan, toplukıyımlara, savaş suçlarına yol açan İkinci Dünya Savaşı, 7 Mayıs 1945 günü Nazi Almanyasının kayıtsız, koşulsuz teslim olmasıyla Avrupa kıtasında sona ermişti.

Ama ABDnin başını çektiği müttefiklerle Japonya arasında savaş bitmiş değildi. Kendileri için yenilgi kaçınılmaz görünse bile Japon askeri güçleri savaşı sürdürmeye kararlı görünmekteydiler.

İşte, savaşın bu aşamasında, Almanyanın teslim oluşundan 3 ay sonra, 6 Ağustos 1945 gününün sabahında bir ABD askeri uçağı, taşıdığı atom bombasını atmak üzere Japon kenti Hiroşimaya yaklaşıyordu. Hava saldırılarının gece yapılmasına alışmış olan kent halkı, savaşın zamanının sıkıntılarıyla, yokluklarıyla da olsa yeni bir güne hazırlanmaktaydı Ama saat tam 8.15te kent bir anda, çok büyük bir gürültüyle gelen yer sarsıntısı ile havadaki kör edici bir parlaklıktaki ışık ve sıcak dalgası arasında kalıverdi! Dünyada ilk kez atom bombası saldırısına uğramış olan Hiroşima bir anda yok olmuş; yerini, yükselen büyük bir alev sütunu ve kara duman bulutları almıştı.

Binlerce kişi, ilk anda can vermişti. Sağ kalabilmiş olanlar, toz-toprak ve kana bulanmış halde çaresizlik içindeydiler. Zaten, kısa süre içinde, birer ikişer düşüp can vermeye başlamışlardı.

Her şeye karşın ayakta kalabilenlerde ise radyasyondan kaynaklanan yeni tür hastalıklar ortaya çıkmıştı; saçları dökülüyor, dişetleri kanıyor, lenf bezlerinde, kemik iliklerinde öldürücü hastalıklar görülüyordu.. Kimi birkaç gün, kimi birkaç ay dayanabiliyordu, ama sonuç hep ölümdü. Tıp bilimi, daha önce görülmemiş türdeki bu vakalar karşısında çaresiz kalmıştı. Radyasyonun etkisiyle toprak ölmüş, bitkiler solmuş, sular zehirlenmişti. Sağ kalan Hiroşimalılar, ilk anda ölenler kadar şanslı olmadıklarını düşünmeye başlamışlardı.

Barışı yüceltme müzesi

Japonlar, patlatılışından 10 yıl sonra, 1955 yılında, bu acı olayla ilgili türlü nesnelerin, resimlerin sergilendiği bir müze açmışlar. Müzenin içinde yer aldığı geniş alan, çiçeklerle, yeşilliklerle süslenmiş tertemiz bir yer. Her yıl, 6 Ağustosta Barış Töreni bu alanda yapılıyor. Dünyanın çeşitli yörelerinden gelen insanların katılımıyla, barış çanları çalınıyor Hiroşimalar olmasın! diye başlayan Barış Bildirisi okunuyor, barış türküleri söyleniyor

1990 yılı Ocak ayında işte bu müzeyi geziyoruz. Bombanın yarattığı yıkımı, acımasızlığı, çaresizliği gösteren türlü nesneler arasında neler yok ki: Bir anda yanıp kül olmuş okul çocuklarının sıcaktan yamru yumru olmuş sefer tasları, yanık giysi parçaları, nükleer patlamanın etkileri karşında hiçbir işe yaramayan ilk yardım çantaları Eşimle bunlara bakarken gözyaşlarımız birbirimize göstermemeye çalışıyoruz. Ama bir görüntü var ki, onun karşısında artık kendimizi tutmak olanaksız: Yüzümüze tokat vurulmuş gibi bir görüntü bu: Atom bombası patladığı anda bir mermer merdivende oturmakta olan bir insan, yüksek ısı ve radyasyonun etkisiyle bir anda yok olmuş; ama beyaz mermer üzerinde bir karaltı olarak gölgesi kalmış! Taş üzerine işlenmiş bir insanlık ayıbı olarak yıllardır orada duruyor.

Japonlar, soylu bir davranışla, duygu sömürüsüsayılabilecek en küçük bir öğeye yer vermemişler müzede. Amaç, nefret ve kin duygularını beslemek değil; barışı, insanlar arasında sevgiyi yüceltmek. Ama, abartılardan ne denli uzak kalınmış olsa da, nükleer bombanın dehşeti apaçık ortada.

Müzenin defterine Nâzımın Amca, teyze bir imza ver; çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler…” dizelerini, ellerimiz titreyerek yazıp çıkıyoruz.

Barış Parkını geziyoruz; Kübadan Yunanistana kadar pek çok ülkeden gönderilmiş barıştemalı yontular var her yanda. Türkiyeden de bir barış simgesi niye yok diye üzülüyoruz.

O zamanki Tokyo Büyükelçimiz Umut Arıkın konuyu açtığımda, hemen ilgilenip destek vaat etmesi cesaretimi artırmıştı. Türkiyeye döner dönmez hemen harekete geçtim. Değerli dostum Prof. Dr. Selçuk Erez aracılığıyla düşüncemi ilettiğim İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Hiroşimaya İstanbul adına bir heykel gönderilmesini uygun görmüş, Selçuk Erezin dostu ünlü heykelcimiz Haluk Tezonar, yapıtlarından birini gönüllü olarak vermişti: Birbirine sarılıp göğe doğru uzanan iki elden oluşan bir tunç heykel. Tezonarın izniyle, heykelin adını ben koyuyorum: Eller Birleşsin Barıştan Yana! Bu sözlerin İngilizcesini ve Japoncasını da yazdırıp bir plakaya işletiyoruz.

İstanbul Belediyesi Genel Sekreteri değerli sınıf arkadaşım Alev Coşkun da bizi destekliyor. Ama heykelin ihracıyla ilgili bürokratik işlemler yine de birkaç ayımızı alıyor. Sonunda, THY Genel Müdürü Cem Kozlunun yardımıyla heykeli Hiroşimaya ulaştırıyoruz.

18 Temmuz 1990 günü, Büyükelçimizin ve Japonyanın ileri gelenlerinden bazı kişilerin de katılımıyla heykelin açılış törenini yapıyoruz. O günden sonra, Hiroşima Barış Parkını ziyaret edenler, Türkiyeden gelen Eller Birleşsin Barıştan Yana!sesini simgeleyen göğe uzanmış iki eli görebiliyorlar!

Sonuç

Bugün dünyada var olan nükleer silahların toplam gücü, her türlü ölçüyü aşmış durumdadır. Dr. Strangelove adlı romanı okuyanlar anımsayacaktır: Uzaylılar, insanların, dünyayı birçok kez yerle bir etmeye yetecek kadar çok nükleer silahı üretmelerindeki mantıksızlığa akıl erdiremezler. Çernobildeki nükleer patlamanın Hiroşimaya atılan bombanın 400 katı tahrip gücünde olduğu da düşünürsek, nükleer çılgınlığımızın büyüklüğü anlaşılır. Acaba, din kitaplarında sözü edilen kıyameti, sonunda nükleer felaket biçiminde insan eliyle mi yaratacağız?

(Cumhuriyet)

Prof. Dr. Rona AYBAY | Tüm Yazıları
Hits: 1694