Suriye'nin geleceği

~ 01.08.2012, İbrahim VARLI ~

On altı ayı aşkın bir süredir kanlı çatışmalara sahne olan Suriye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini anlamak için Hatay üzerinden sınırı geçerek işbirlikçi muhaliflerle görüşmeye giden kadın gazetecilere bakmak yeterli. Selefi ve daha birçok radikal İslamcı grubun kontrolündeki bölgelere adımını attıkları andan itibaren başını örtmek zorunda kalan kadın gazetecilerin durumu Suriye’nin yakın bir gelecekte etkisi altına gireceği siyasi ve toplumsal iklim hakkında önemli ipuçları veriyor.

Hatay’ın hemen öte yakasındaki İdlip’te başını örtmeden muhaliflerle görüşemeyen bunu da gazetelerinde açıkça yazmaktan sakınmayan yandaş kalemlerin de gösterdiği gibi Suriye için tasarlanan gelecekte maalesef kadınlara yer yok.

Sadece kadınlara mı? Batılı emperyalist güçlerin ve de onların taşeronluğuna soyunan AKP’nin himayesinde kurulan Suriye Ulusal Konseyi ile onun silahlı kanadı Özgür Suriye Ordusu’nun tehditlerine bakılırsa yeni Suriye’de Kürtler başta olmak üzere diğer azınlıklara da yaşam hakkı tanınmayacak.

Kimse silahlı muhaliflerin ve onların arkasındaki karanlık emperyalist güçlerin “demokrasi ve özgürlük” nidalarına aldanmasın. Başta Humus olmak üzere işbirlikçi muhaliflerin kontrolü altındaki kentlerde göçe zorlanan Hıristiyan nüfusun trajik durumu yeni Suriye’yi bekleyen tehlikeyi gösteriyor.

***

Suriye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini anlamak için çok uzaklara gitmek gerekmiyor, “bahar”ın estiği diğer ülkelere bakmak yeterli aslında. Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Yemen’e kadar “bahar”ın vurduğu ülkelerde kadın haklarından azınlıklara, eşcinsellerden insan haklarına kadar yaşananlar Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı ‘Ortaçağ karanlığı’nın beklediğini gösteriyor.

Ortadoğu’nun en kozmopolit ülkelerinden olan Suriye, Geliştirilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında kapitalist liberalleşmeye eklemlenirken bu dönüşüm ülkeyi bir halklar mezarlığına çeviriyor. Ülkedeki azınlıkların ve etnik grupların inatla Şam ekseninde kenetlenmesinin ve hala daha rejimi terk etmemesinin temelinde bu gerçeklik yatıyor.

Ülkedeki Müslüman-Arap olmayan azınlık grupların kaleme aldıkları ortak bildiri bu farkındalığın bir göstergesi aslında. Batıyla uyumlu bir ‘ılımlı İslamcı’ dönüşümün diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi Suriye’ye de kan ve gözyaşıdan başka bir şey vaat etmediğinin bilincindeler. 

***

Bu farkındalık “demokrasi havarisi” kesilen Batılı güçlerin umurlarında değil. Onların derdi Suriye’nin küresel emperyalist çıkarlar doğrultusunda dönüştürülmesi. Bu dönüşümde Halep kilit bir önemde bulunuyor. Ülkenin en kozmopolit kentlerinden olan Halep aynı zamanda ticaret ve sanayinin de merkezi. Silahlı grupların çatışmaları son olarak bu kente yayması bir tesadüften ibaret değil,  bu tercihi ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “Halep Türkiye’nin kırmızı çizgisidir” söyleminde aramak gerekiyor.

Suriye’de krizin nasıl çözüleceğinin Ortadoğu'nun yeni düzeni ve İran'ın geleceğiyle doğrudan bir ilişkisi var. Çünkü Suriye demek İran demek, Lübnan demek.

‘Asıl hedefin Esad değil  İran” olduğunu söyleyen Robert Fisk’in  ifadeleriyle söylersek, “Şimdiye dek ikiyüzlülüğünün bu denli yaşandığı bir Ortadoğu savaşı hiç olmuş muydu? Korkaklığın bu kadar bulunduğu, etiğin bir o kadar eksik, sahte söylemler ve aşağılamanın bu denli görüldüğü bir savaşa yaşanmış mıydı?” Bu sorulara evet demek pek mümkün görünmüyor.

Suriye halklarını emperyalist odakların ve onların yedeğindeki işbirlikçi muhaliflerin elbirliğiyle ördüğü karanlık bir gelecek bekliyor.

(Birgün)

İbrahim VARLI | Tüm Yazıları
Hits: 1550