Başbakanın Isırığı, Sanatçının Pısırığı

~ 12.01.2011, Nihat BEHRAM ~

Evet, tıpkı başlıktan anlaşıldığı gibi: benim canımı asıl sıkan ısırıktan çok karşısındaki pısırıklık! Şimdi, Başbakan’ın heykeli ‘ucube’ diye niteleyip ‘yıktırılmasını’ ve o alanın ‘türbelerle de çelişmeyen’ daha ‘münasip bir şekilde değerlendirilmesini’ istemesinde şaşıracak ne var? Adım adım yürüdüğü yolda bir adım daha ‘ileri’ gidiyor! Gericileşme zincirine paslı bir halka daha takılıyor.

Tabiki tepki olacaktı. Oldu da. Türkiye son hızla ve dört koldan gericileştiriliyor ama daha teslim alınmış değil. Üstelik, ‘Teslim alamazsınız, alamayacaksınız!’ duygusu da içimizden öyle kolaycana sökülüp atılacak bir duygu değil. Bu kararlılığın sahibi duyarlı kesim, toplumda son hızla sürdürülen gericileştirme hesaplarına karşı mücadele veriyor ve bu tavır hergün haha da güçlenmektedir. Önceki gün gazetelerde yüzlerce duyarlı aydının imzasıyla, faşizme karşı yapılan “Cepheleşme Çağrısı” bunun en son, en somut örneklerinden biridir.

Tarih, başkanların, sultanların, ‘führer’lerin yaktırma, yıktırma, yasaklatma eylemleriyle doludur. Hitler’in meydanlarda kitap yaktırması beni öfkelendirir, nefretimi biler ama şaşırtmaz. Şaşırtıcı olan, böyle bir zalimlik karşısında suskun ya da pısırık kalmaktır. Berthold Brecht, Thomas Mann, Kurt Tucholsky gibi eserleri saldırıya uğrayan sanatçılar pısırık mı durdular? Pısırık dursalardı, o kara perde yırtılıp atılabilir miydi? Faşizme karşı dik, ödünsüz, kavgacı duruşlarıyla asıl tarihi onlar yazdılar, insana dönük olanı onlar temsil ettiler.

Sanatçı tavrı budur, bu olmalıdır. Gencecik öğrencilerin, gasp edilen insani haklarına karşı ‘Başkaldırıyoruz!’ diye korkusuzca diklendiği yerde, çıkıp “Sanatçı siyaset üstüdür, partiler üstüdür!” türünden sözler, ‘Halkımın sanatçısıyım!” diyen sanatçıya yakışmaz.

Ne demek siyaset üstü olmak? Hele ki faşist gerici siyasetin hedefi olmuş ve altında ezilirken. Özellikle de, toplumun açık açık karartıldığı, faşizmin koyulaştırıldığı bir dönemde, faşist gerici mihraklara karşı arasındaki mesafeyi gerektiği ödünsüzlükte seslendirmesi öncelikle de duyarlı aydınların görevi değil mi?

‘Sanat ve sanatçının siyaset üstü ve dışı konumunun korunması’ anlayışının, çok yazık ki en son seslendiricisi Mehmet Aksoy oldu. Hem de zalimane bir saldırının hedefi iken.

‘Çok yazık’ diyorum, çünkü Mehmet Aksoy çok değerli bir sanatçıdır. Kendi alanının sadece ülkemizde değil dünyada da en önemlilerindendir. Ama olmaz olsun o pısırık hali.

Başbakan’ın, ortalığı temâşaya çıkmış padişahvari ‘Şu ucubeyi kaldırın!’ fetvasına, toplumun duyarlı kesimleri anında tepki verdi. Bu tepkilerin en mülâyimi yazık ki Mehmet Aksoy’unki oldu. “Sıkıysa yıkın! Ben de dünyayı sizin tepenize yıkarım!” diyemedi. Eveledi geveledi!

Evet, eveledi geveledi! İlkin “sanatçının partiler üstü olduğunu” söyleyip, bıçağın kemiğe dayandığı bu saatten sonra insana bulantı veren ‘sanatçının siyasetler üstü kimliği’ açıklamaları yaptı. Bu açıklamalarını, heykeli yıkılırsa “Sağa sola barış elçileri olarak gittiğimiz bir dönemde dünyaya karşı inandırıcılığımız kalmaz!” türünden ‘mülâyim’ uyarılarla besledi. “Taliban’a benzersiniz!” dedi. Başbakan’ın yanlış bilgilendirildiğini, heykeli daha bitirmediğini, Kültür Bakanlığı ile konuşma imkânı bulduğu için açıkladığını söyledi. Keşke Başbakan ile de heykelin taşıdığı anlamı konuşarak açıklayacak bir imkân bulsaydım dedi. Daha da hazini, “Kalbinizi vicdanınızı ağırlaştırmayın sayın Başbakanım!” diye seslendi. “Ahrette kalplarin tüyle tartılacağını” anımsattı! (Bu tanımlar Mehmet Aksoy’un değişik yayınlardaki konuşmalarındandır. Merak eden tıklayıp internetten de görebilir)

Sanki Taliban’a benzemiyorlarmış gibi, sanki vicdan denen şeyleri varmış gibi, sanki Başbakan’la konuşursa heykelin bittiğinde taşıyacağı anlamı anlatabilir, ikna edebilirmiş gibi, sanki heykele karşı o tavrı Başbakan’ın yeterli bilgilendilmeyişinden kaynaklanıyormuş gibi! İşte insan ‘siyasetler üstü’ çok yüksekte uçunca bu ‘sanki’leri de göremiyor! Mehmet Aksoy’un, heykeli hakkında daha olumlu davrandığını sandığı Kültür Bakanı da zaten olay alevlenince görevi gereği “Başbakanın ağzından heykel sözü çıkmadı!” dedi. Öyle ki, haberi soL “Asıl yüzsüzlük anıtı” diye vermek zorunda kaldı. Kültür Bakanı’nın yapısı bu, leke silicilik. ‘Yan sanayi’ ürünü ve ‘tarihi geçmiş’ olduğu için, damladığı her yerde kendisi leke bırakıyor. Keşke Mehmet Aksoy görebilseydi. Demek ki, ‘kuş bakışı’ bakınca ‘partiler’ başka türlü görünüyor!

Böyle bir yazıyı sevdiğim bir sanatçı için yazıyor olmaktan ayrıca üzüntü duyuyorum.

Ama başka da çarem yok. Çünkü ne benim üzüntümü içime gömmeye hakkım var ne Mehmet Aksoy’un yavrusuna yönelik saldırı karşısında pısırık olmaya.

Sanırım ‘Birgün’de okudum, kendisiyle yapılan konuşmada Mehmet Aksoy heykelini keklik yavrusuna benzeterek tanımlıyordu. “O daha fariç, yani daha tüyleri çıkmamış, gagası kırmızı olmamış keklik yavrusu” diyor. Bir sanatçının ürününü böyle ince ve derin bir duyguyla tanımlaması tabiki çok dokunaklı. Kekliği böyle iyi tanıdığına göre, Mehmet Aksoy’un, yavrusunu kapmak için havadan yuvasına yaklaşan kerkeneze, karadan yaklaşan yılana, çakala kekliğin nasıl diklendiğini de bilmesi gerekir. Yavrusunu kapmaya çalışana, “Yavrumun tüyleri çıkınca, gagası kırmızı olunca sen onun ne güzel olduğunu anlayacak ve yemekten vazgeçeceksin!” diyen bir keklik mi var?

Demem o ki Mehmet Aksoy’a diklenmek yakışırdı; duyarlı kitleyi, hepimizi saldırı hedefi heykeli altında topluca diklenmeye çağırmak. Önceki gün “ülkenin gidişatından samimi olarak kaygı duyan” yüzlerce aydının “giderek daha açık hale gelen faşist uygulamalara topyekün karşı durmak” için yaptıkları “Cepheleşmeye Çağrı”sında olduğu gibi.

(SolHaber 12.01.2011)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 1854