HABERLER ÜZERİNE KÜÇÜK BİR ÖNERi!!

~ 18.07.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~

Beş ayı aşkın bir süredir bu sitede her hafta başı yayınlanan “Türkiye Gündemi” başlıklı bölümü düzenleyebilmek için “Günlük Haberler”i çeşitli yayın organları aracılığı ile biraz daha yakından izlemekteyim. Beş buçuk ayın içinde, ülkemizde yaşanan olaylarda ve doğal olarak haberlerin ana konularında hiçbir değişiklik yok. Zaten haberler penceresinden bakıldığında yirmi üç haftanın ülkemiz için ne anlamı olabilir ki!  Yine de küçük bir örnek vermek istedim. 3 Şubat 2012 tarihinde “Türkiye’den Haberler köşesinde 3. Yargı paketi ile “Maden ocağında göçük: 1 ölü” başlığı altında iki haber konusuna değinmişim. Geçtiğimiz hafta da aynı konular neredeyse aynı başlıkla yer almış bütün yazılı basında. Kuşkusuz bu kez yargı paketinin yarattığı çelişkili ve hukuk vicdanını örseleyen uygulamalarla karşı karşıyayız.  Ama “Maden Göçüğü “ haberi, yer ve zaman farkı gözetmeden tıpa tıp aynıydı. Kaldı ki, yazılı basında yer alan bu ve benzeri haberlere televizyonda bir cümle ile dahi yer verilmiyor.

 
Gündem oluşturan haberlerin toplumun tepesine nasıl ve nereden düştüğü bir yana, Türkiye’nin Haberleri, basın yayın organlarında tüm gerçekliği ve çıplaklığı ile de yer bulmuyor; yayınlananlar da haber olarak kalmıyor, kalamıyor. Bu haberler, hemen köşelerde yorumcuların dillerine dolanıyor, televizyonlarda ise haber programlarının parlayan ana konusu olarak konunun uzmanı olup olmadığı gözetilmeksizin belirli bir kadro tarafından çekiştirilerek, uzatılarak haber olmanın ötesinde bambaşka biçimlere bürünüyor, yorumlara ulaşıyor. Medyanın uymak zorunda kaldığı ya da kendini öyle konumlandırdığı özel kurallar da devreye girdiğinde haberlerin aldığı biçimin, tartışılan konuların vardığı düşünsel boyutun, gerçekte, normal insanları ağır bir psikolojik bunalıma sokması gerekir. Ne var ki, bu toplumun bireyleri olarak biraz mazoşist, biraz akıl durgunluğuna duçar olduğumuzdan hepimiz bu garip haber tufanından payımıza düşeni alıyor, “kimin, neyin, hangi konunun, nasıl ve neden” tartışıldığını düşünmeden, eleştirdiğimiz bu durumun birer parçası oluveriyoruz.
 
Doğrusu, televizyonlarda saatlerce süren bu ikili, üçlü, dörtlü, beşli, haber temelli tartışma programlarının dizilerden ne farkı olduğunu bilmiyorum. Hatta ille de karşılaştırmak gerekirse, bazı dizilerin daha anlamlı ve en azından daha ferahlatıcı olduğunu, daha da ileri gidecek olursam dizilere haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Öyle ya, dizilerde karşılaştığımız mantıksızlıkları ballandıra ballandıra anlatabiliyor, dalgamızı geçiyor, uyarı cezası verebiliyor, para cezasına hükmedebiliyoruz. Ya tartışma programları! Vazgeçtim bilimsel içerik ya da değer taşıyan açıklamalar aramaktan, hiçbir gerçeklik unsuru taşımadan sorumsuzca savrulan hezeyan dalgaları televizyonların dışına taşıveriyor. Bir kere, ne tartışırsak tartışalım, konu önce nasıl oluyorsa oluyor hemen Cumhuriyetin fenalıklarına geliyor. Önce bu fenalıklar ballandıra ballandıra anlatılıyor, bu anlatımdan tatmin olunamadığı için herkesin sırtını yasladığı bu cumhuriyet dönüp, dönüp tüm fenalıkların nedeni ve anası olarak bir kez daha lanetleniyor. Arasına İstiklal Mahkemelerini, tek parti dönemini filan sıkıştırınca konu daha da renkleniyor ve kocaman bir “Ohh!!” çekip kendimize geliyoruz.
 
Doğrusunu söylemek gerekirse bu haber trafiği ve bu trafiğin üzerine basın yayın organlarında yürütülen yorum ve tartışma kampanyası – acaba kumpanya mı demek gerekir – karşısında ne yapılabilir diye düşündüğümde aklıma şu geldi: Bir kere tüm haber televizyonları normal televizyon kanallarına dönüşmeli. Haber saatlerinin dışında kim olursa olsun yayındaki bir programı küt diye kesen hiçbir canlı yayın bağlantısı yapılmamalı. Haberler hiçbir yorum yapılmadan kuru, kupkuru haber olarak verilmeli. Gazetelerin birinci sayfalarından başlayarak bol bol sanat ve edebiyat yazıları yayınlanıp, televizyonların en gözde saatlerinde klasik romanlar, çağdaş eserler ve şiirler okunmalı. Siyasete ilişkin yorum ve tartışma programları, tıpkı uygulana geldiği üzere “Sanat Haberleri”, “Klasik Müzik Saati” gibi sınırlı bir yayın programı içinde yer almalı. Ezcümle sanat, edebiyat, felsefe, bilim; siyaset ve haber konusu diye gündemimizi meşgul eden konularla yer değiştirmeli. Diziler yine olmalı. Tartışma programları, klasik ve çağdaş edebiyat ve felsefe tartışmalarına, sanat tartışmalarına dönüşmeli. Klasik felsefe derslerinden başlayarak günümüze kadar tüm felsefi akımlar kendine özgü tartışmalarını da kapsayacak biçimde tarihsel olarak aktarılmalı.  Siyasete ilişkin günlük açıklama ve haber yorumları, gazetelerin magazin eki ile birlikte hafta sonu eki olarak dağıtılmalı. Böyle bir değişiklikten vatandaşın olumsuz etkileneceğini hiç düşünmüyorum.  
 
Ancak, bu uygulamaya pek çok basın yayın organı kendilerine özgü yapılarını koruyarak aynı zamanda başlamalı. Tabii bu yayınlarda da oto kontrol sistemi kesinlikle uygulanmamalı. İlk roman tercihim, çevirmeni Ahmet Cemal tarafından yakında üçüncü cildinin yayınlanacağı duyurulan Musil’in “Niteliksiz Adam” isimli romanı. Derhal ilk cildinden başlayarak bir televizyon programında okunmaya başlanmalı.
 
Neler diyorum ben? Çok şey mi istiyorum? Olmaz mı diyorsunuz? Bunu da mı yapamazlar? Reklam da vermezler öyle mi? Batarlar mı bu basın yayın organları? Ne yapayım, “Batsın bu dünya”! Hepsi bu kadarcık bir istek için batacaksa batsın öyleyse !!!
Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 2489