SERİ DAVALARDA VEKALET ÜCRETİ

~ 13.07.2012, Av. Ender DEDEAĞAÇ ~

(YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ’NİN BU KONUDAKİ KARARLARINA ELEŞTİREL BAKIŞ) 

Bir meslektaşımın bana sorduğu soru nedeniyle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 7.6.2012 gün 2012/1795 Esas 2012/10684 K sayılı kararını inceledim.

 
Söz konusu kararda seri dava konusunda, HMK’nın yargılama giderlerine ilişkin hükümleri ile AAÜT hükümleri hakkında, kabul edilmesi mümkün olmayan yorumları ve bu yorumlara dayalı olarak oluşan hükmü gördüm.
 
Söz konusu kararın bende yaratmış olduğu tepki nedeniyle, konuyu elimden geldiğince irdelemeye ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.
 
Bu kararlarda, uygulamada seri dava adı ile tanımladığımız davaların, her bir davacı için ayrı ayrı açılmasının, avukatın kötü niyetinden kaynaklandığı, bu nedenle yasa gereği hükmedilmesi gereken, karşı taraf vekalet ücreti olarak adlandırdığımız yargılama giderinin, yasada belirtildiği gibi, maktu ücret olarak hükmedilmesinin doğru olmadığı belirtilmekte ve düzeltilerek onama yolu ile, yani yerel mahkemenin fikrine bile gerek duyulmadan, bu ücret dilekçe yazım bedeline indirilmektedir.
 
İncelemeye başladığımda söz konusu kararın bir örneğinin 27.12.2011 gün 2011/18171 E 2011/20469 K sayılı karar olarak adalet.org.oprint.php?id-4400 kod ile 6.7.2012 tarihinde internete verildiğini izledim. Böylece belirtilen kararın Adalet Bakanlığı tarafından hakim olarak görev yapan meslektaşlarıma örnek olsun diye kendi sitelerinde yayınlandığı kanısına ulaştım.
 
Söz konusu her iki kararda da, belki de Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin elimize geçmeyen diğer kararlarında da HUMK ve HMK’da yer almayan “seri dava” kavramına yer verildiği ve bunun tanımlanmasına çalışıldığı görülmektedir.
 
Seri davaya ilişkin tanımların HUMK ve HMK’da olmadığı yolundaki bilgimi doğrulamak ve bir hata yapmamak için bir kez de Baki Kuru ve diğer yazarların Usul Hukukuna ilişkin eserlerini taradım ve orada da seri davaya ilişkin bir tanım bulamadım.
 
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’ne göre aynı amacın elde edilmesine yönelik tek dava yerine pek çok dava açılması… seri dava olarak nitelendirilmiştir.
 
Günlük yaşamda bir trafik kazasında aynı araç içinde yaralanan ve ölenler için açılan davalar, bir işverenin birden fazla işçinin işine son vermesi nedeniyle açılan kıdem, ihbar, fazla mesai alacağına ilişkin davalar, aynı yörede yapılan kamulaştırmadan ötürü açılan bedel artırımı davaları gibi davalar seri dava olarak nitelendirilmektedir. Bu davalarda temel özellik, davayı oluşturan en önemli maddi vakıanın tüm davalarda aynı olmasıdır. Örneğin bir tren kazasında ölen ve yaralananlar için açılan seri davalarda temel vakıa aynı tren kazası olup ortak istek maddi ve manevi tazminattır.
 
Seri davayı bu şekilde nitelendirdiğimiz zaman, usul hukukunda yer alan ihtiyari dava arkadaşlığı müessesesi ile karşı karşıya kaldığımızı düşünmekteyiz. Çünkü HMK 57. maddesi 57/1.c’de yer alan “Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı ve birbirine benzer olması” şeklinde yapılan tanım, bizim bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Üstelik söz konusu tanım HUMK 43. maddesinin içeriğinde yer almayan HMK ile hukuk sistemimize kazandırılan bir tanımdır.
 
Sonuçta, incelediğimiz Yargıtay Kararları, HUMK ve HMK hükümleri ve de kişisel görüşümüz doğrultusunda, seri davanın ihtiyari dava arkadaşlığına konu davalar olduğunu tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Bu düşüncemiz sonucunda kavramda yer alan ihtiyari sözcüğünün de açıkça belirttiği gibi, böylesi bir dava söz konusu olduğunda davaların birlikte açılması şeklinde zorunluluk getiren bir kural olmadığı sonucuna ulaşırız. Burada davaları birlikte ya da ayrı ayrı açmak davacıların iradesine bırakılmıştır. Zaten HMK 25. ve HUMK 72. maddesinde yer alan “Taraflarca Getirilme İlkesi” ve kişinin özgürce davranabilmesine ilişkin temel hukuk kuralları bir arada değerlendirildiğinde, ihtiyari dava arkadaşlığına konu hiçbir davada tarafları birlikte dava açmaya zorlamanın mümkün olmadığı anlaşılacaktır.
 
Hâlbuki Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, seri dava adı altında nitelendirdiği ihtiyari dava arkadaşlığında tarafların birlikte dava açmasını emretmektedir. Bu emir yasalara aykırıdır. Çünkü Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin herhangi bir konuda emredici hüküm getirmeye hakkı yoktur. O halde Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de yasalara uymak zorunluluğunda olduğu için böyle bir kural getiremez. Üstelik Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin bu istemi hayatın olağan akışına da aykırıdır. Örneğin bir haksız fiil sonucu ölmüş olan kişiye dayalı olarak tazminat isteminde bulunan evlat ve hayatta kalan eş arasında herhangi bir nedenden kaynaklanan husumet varsa bunların bir araya gelebilmesi mümkün değildir. Ayrıca husumet olmasa bile bu kişilerin aynı avukata başvurup hukuki yararlarının korunmasını bu avukattan istemelerini düşünmek de mümkün değildir. Yukarıda da söylediğimiz gibi böylesi bir yasal zorunlulukta bulunmamaktadır.
 
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin söz konusu kararlarında ihtiyari dava arkadaşlığının uygulanmamış ve birden fazla davacı için bir dava açılmamış olması, MK 2 ve MK 3 maddelerinde belirtilen iyiniyet kurallarına aykırı bir davranış olarak değerlendirilmiştir.
 
Öncelikle belirtmek isteriz, eğer davalarda ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu ise, açılan davalar aynı mahkemede görüldüğünden, hakim davalar arasındaki irtibat nedeniyle HMK 166. maddesinden yararlanarak re’sen bu davaları birleştirebilecek yetkiye sahiptir. Hakimin bile birleştirme gereğini hissetmediği, ya da birleşmenin usul ekonomisine aykırı düşeceği kanaatine sahip olduğu  – ki doğrusu da budur – davaların birlikte açılamamasını iyiniyietle bağdaşmayan bir hareket olarak değerlendirmek olsa olsa Yargıtay 10 Hukuk Dairesi’nin bir hukuki yanılgısıdır.
 
Üstelik Yargıtay 10. Hukuk Dairesi yargılama giderleri açısından davalıya hiçbir yarar sağlamayacak bu davranıştan ötürü, soyut olarak avukatları hatta avukatlık mesleğini rencide etmektedir. Çünkü söz konusu dairenin 27.12.2011 tarihli kararında “… taraflara ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi ve de çeşit sözleşmeler yoluyla avukatlık mesleğinin zarar görmesinin engellenmesi hususlarının dikkate alınması…” diye yer alan ifade de gösterilmesi gereken özen her şeyden önce avukatlık mesleğini icra eden değerli meslektaşlarımız tarafından gösterilmektedir. Bu konuda herhangi bir kurum ya da kişinin yol göstermesine gerek yoktur. Yine aynı karara göre “… seri davalara harcanan emek ve mesainin çok üzerinde vekalet ücretinin kazanılması iyi niyet kuralları ile bağdaşmaz…” açıklamasının yer alması da bugüne kadar yasalara uygun bir şekilde ücret alan meslektaşlarımızı rencide edici bir açıklamadır.
 
Seri davanın ihtiyari dava arkadaşlığı niteliğinde olduğunu kabul ettiğimize göre, ihtiyari dava arkadaşlığındaki tüm davaların birbirinden bağımsız olduğunu ve her bir dava için ayrı ayrı yargılama giderine hükmedilmesi gerektiğinin ilmi ve kazai içtihatlarda kabul gördüğünü hatırlatmak isteriz.
 
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 1.4.2008 gün 2007/15657 Esas 2008/4426 Karar sayılı kararı, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 15.11.205 gün 2005/10697 Esas 2005/11568 K sayılı kararı, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22.1.2009 gün 2007/29858 Esas 2009/757 Karar sayılı kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.2.2010 gün 2010/4-65 E 2010/68 K sayılı kararı, YGHK 4.2.2009 gün 2009/18-26 E 2009/51 K sayılı, Yargıtay HGK 3.3.2010 gün 2010/17-98 E 2010/120 K sayılı kararları incelendiğinde ihtiyari dava arkadaşlığında her bir davanın bağımsız olduğunun hükme bağlandığı görülecektir. Gerek yukarıdaki kararlarda gerekse Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.02.2000 gün 2000/1383 Esas 200/1683 K sayılı kararında ihtiyari dava arkadaşlığına konu davaların yani seri davaların yargılama giderlerine hüküm kurulurken ayrı ayrı vekalet ücretine hüküm kurulması gerektiğinin de belirtildiği görülecektir.
 
İhtiyari dava arkadaşlığında, her bir dava için ayrı ayrı harç alındığına, kanun yoluna başvurulduğunda her biri için ayrı ayrı değerlendirme yapıldığına göre her biri için ayrı ayrı vekalet ücreti alınması da işin doğası gereğidir.
 
Zaten Yargıtay 10. Hukuk Dairesi her bir dava için ayrı ayrı vekalet ücreti ödenmesine karşı çıkmamaktadır. Karşı çıktığı husus vekalet ücretinin parasal değeridir. Üstelik Yargıtay 10. Hukuk Dairesi bu değerlendirmeyi yaparken özellikle AAÜT’nin 3. maddesine kararında yer verirken, yapmış olduğu alıntıda madde metnini tam olarak almayarak, alıntı kurallarına aykırı hareket etmiştir. Üstelik hem kendisinin yanılmasına hem de kararları değerlendirenlerin yanılmasına neden olmuştur. 10. Hukuk Dairesi’nin 7.6.2012 günlü kararı incelendiğinde “…avukatlık asgari ücret tarifesi’nin 3. maddesinin 1. fıkrasında da Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin belirlenmesinde, avukatın emeği ve çabasının, işin önemi ve niteliğinin ve davanın süresinin göz önünde tutulacağı açıklanmıştır.” Şeklinde alıntı yaptığı görülecektir. Hâlbuki 03.12.2010 tarihli Resmi Gazetede yer alan AAÜT’nin 3. maddesine baktığımızda aşağıdaki hükmün yer aldığını görmekteyiz.
 
Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti
MADDE 3 – (1) Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.
             (2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur
 
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 3. maddenin 1. fıkrasını doğru ve noksansız olarak kararına aktarmamıştır. İki cümleden oluşan bu fıkra hükmünde yer alan “…ekli Tarifede (burada kastedilen tarife AAÜT’dir – yazarın notu) yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz…” ifadesi maddeye yapılan alıntıda yer almamaktadır. Bu emredici hüküm özünde, Av. Kanunu 169. maddesinde de aynen yer almaktadır. 10. Hukuk Dairesi’nin bu hatası sadece tarife ile sınırlı kalmamış, aynı hükmü içeren yasa maddesinin de yanlış anlaşılmasına neden olmuştur.
 
Bilindiği gibi hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin HMK 46/1.c maddesinde yer alan hüküm aynen “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması” halini sorumluluk hali olarak düzenlemiştir. Herhalde asgari ücreti tarifesinin 3. maddesinden yapılan hatalı alıntı ve buna dayalı olarak oluşturulan hüküm, HMK 46/1.c maddesine örnek gösterilebilecek tipik bir davranıştır.
 
Yukarıdaki açıklamaları özetlemek gerekirse, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, ihtiyari dava arkadaşlığını, zorunlu dava arkadaşlığıyla karıştırmış Avukatlık Kanunu 169. ve AAÜT 3. maddeyi, yapmış olduğu yanlış alıntı yüzünden yasalara aykırı olarak değerlendirmiştir. Böylece hukuka aykırı bir karar ortaya çıkmıştır.
 
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi bu kararında, HUMK 72. ve HMK 24. maddelerinin taraflara vermiş olduğu dava açma hakkını sınırlamaya çalışmaktadır. Söz konusu madde hükümlerine göre taraflar dava açıp açmamakta serbesttirler. Üstelik bu hükmü ihtiyari dava arkadaşlığına ilişkin hükümle birlikte değerlendirdiğimizde, tarafların davalarını açarken ihtiyari dava arkadaşlığını seçip seçmemekte de serbest olduklarını da görmekteyiz. Bu durumda söz konusu dairenin adı geçen kararlarında ihtiyari dava arkadaşlarının birlikte dava açmamalarının yerinde bir davranış olmadığını, böylesi bir davranışta bulunan avukatın iyiniyietle bağdaşmayan davranış içerisinde olduğunu belirten kararını hukuka uygun bulmak mümkün değildir.
 
Görüldüğü gibi Yargıtay 10. Hukuk Dairesi yasa hükümlerine ve de Yargıtay kararlarına aykırı davranarak hiçbir maddi vakıa ve de kanuni nedene dayanmaksızın seri dava açan avukat meslektaşlarımı gereksiz yere kötü niyetle suçlayarak, onları dolayısıyla tüm meslektaşlarımı rencide etmiştir. Böylesi bir davranıştan sonra olayı hoşgörü sınırları içerisinde değerlendirip sessiz kalmak kanımızca mesleğin onuruyla bağdaşır bir davranış değildir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi seri dava açan arkadaşlarımı HMK 29. maddesinde düzenlenen tarafların mahkemeye doğru beyanda bulunmaları ilkesini hükme bağlayan doğruluk ilkesiyle değerlendirmiş, bu davranışın HMK 29. maddesine aykırı olduğunu söylemiştir. Bu değerlendirme bile kendi içinde Yargıtay’ın verdiği kararın yasaya uygun olmadığını belirtmeye yeterlidir. Çünkü HMK 29. maddesinde doğru davranma taraflara yükletilmiş bir görev olup maddi vakıaları doğru bildirme yükümlülüğü ile sınırlıdır. Yargıtay söz konusu kararında taraf ve vekil kavramlarını karıştırmış böylece yasa maddesini olduğundan farklı bir şekilde yorumlamak hatasına düşmüştür.
 
Sn. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Bası Sf. 3030 vd. sayfaları ve 3722vd. sayfalarında yer alan Yargıtay kararlarına baktığımızda, davanın kabulle sonuçlanması halinde vekalet ücretine hükmedileceği, 14.5.1980 gün 6/1474-1974 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında ise HUMK 94 ve 417 maddesine göre hüküm kurulurken tarafların iyiniyetli ya da kötüniyetli olmasına bakılmaksızın karşı taraf vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. (aynı eser 3718-3719 sf.) Yargıtay 10. Hukuk Dairesi karşı taraf vekalet ücretine hükmederken iyiniyet değerlendirmesi yaparak söz konusu Hukuk Genel Kurulu Kararına da aykırı davranmıştır.
 
Bilindiği gibi, Anayasamızın 6. maddesine göre “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Hükmünü içermektedir.  Anayasa’nın bu hükmü ve Yargıtay Kanunu’nun 15/2.c ve 45. maddesini birlikte değerlendirdiğimizde Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin bu kararı verirken kullandığı yetkilerin, kanundan kaynaklanmadığını görmekteyiz. Bilindiği gibi eğer bir daire yerleşmiş kararından dönecekse HGK’ya başvurmaktadır. Eğer kararlar arasında bir çelişki varsa bu durumda ise Yargıtay 1. Başkanlığına başvurarak çelişkinin giderilmesi istenir. Yukarıda birden fazla Yargıtay kararında dile getirdiğimiz ihtiyari dava arkadaşlığında her bir dava bağımsızdır ve bu nedenle her dava için ayrı ayrı yargılama gideri ve vekalet ücreti hükmedilir hükümleriyle çelişen bir karar oluşturan 10. Hukuk Dairesi yerleşmiş bu kararından dönebilmek için Yargıtay 1. Başkanlığına başvurması gerekirken bunu yapmayarak yok hükmünde bir kararın oluşmasına neden olmuştur.
 
Değerli meslektaşlarım, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin kararı bana başvuran meslektaşlarımın ekmek parasını ilgilendirdiği kadar, seri dava alan tüm meslektaşlarımı da ilgilendirmektedir. Hatta gerek akdi vekalet ücretine gerekse karşı taraf vekalet ücretine ilişkin hatalı yoruma dayalı, yasaya aykırı benzer kararların çoğalmasının tüm meslektaşlarımın ekmek parasını ilgilendireceğini düşünmekteyim. İşbu nedenle bu düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum. Aynı zamanda bu yazının bir örneğini TBB Başkanlığına ve tüm baro başkanlıklarına sunuyorum. Onların, bizlerin hakkı olan bir parayı en az benim kadar savunacağını bu konuda doğruların hakim olması için çalışacağını, eğer Yargıtay 10. Hukuk Dairesi kararında hatalı ise tüm yasal hakların kullanılacağını, eğer söz konusu yorumlarımda haksız isem beni uyaracaklarını ummaktayım.
 
Bildiğim kadarıyla hak kaybına uğrayan değerli meslektaşım Yargıtay 1. Başkanlığına içtihatların birleştirilmesi için yasal başvurusunu yapmıştır. Eğer örneği ekte sunulan kararı sizler de eleştiriyorsanız, eleştirilerinizi içeren dilekçeyi, Yargıtay Birinci Başkanlığına sunarak doğru kararın oluşması için uğraşmanızı diliyorum.
 
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, seri davayı tek dava haline dönüştürmeyen avukatı kötüniyetli olarak değerlendirirken, işçinin hizmetlerini gerçeğe uygun olarak beyan etmeyen işvereni iyiniyetli mi kabul etmektedir? Kanımca bu sorunun da cevaplanması gerekmektedir.
 
Av. Ender Dedeağaç
Av. Ender DEDEAĞAÇ | Tüm Yazıları
Hits: 3683