Son Sığınak

~ 03.06.2012, Mine KIRIKKANAT ~

Parisin sakin semtlerinden birinde, herkesin herkesi tanıdığı ve selamladığı işlek bir kavşakta gazete bayiliği yapıyor. Bilen biliyor kim olduğunu, nereden geldiğini. Ama masmavi gözleri ve kırlaşan kumral saçlarıyla Kuzey Fransalı Bröton ya da Normanların arasına karışabilir rahatlıkla.

Oysa Julian, onlardan değil. Zaten adı da Julian değil. Mahalle esnafının dostluğunu kazanan ve gazete alıcılarına mutlaka hal hatır sorup, sıcacık iki laf edebilen bu zarif adam, bir İranlı.

Ona bazen lokum, bazen de kendi ülkesindekine, özlediği tada benzediği için Türk çayı getiriyorum. En çok çaya seviniyor. Asıl adını asla sormadım. Yerinin bilinmesinden, izinin sürülmesinden öylesine korkuyor ki, Fransanın verdiği kimlikteki adı da bende saklı. Ona Julian diyelim...

Julian, bir lisede matematik öğretmeniymiş İranı devrim salladığında. Özgürlükler bir bir mollaların cenderesinde daraldığında ve insanlar onu dedi, bunu yedi diye falakaya yatırıldığında, matematik jargonla ne suç işlenebilir ki, öğretmeni olarak başının ağrımayacağını düşünmüş. Çenesini tutup siyasal söylemden de uzak durursa, molla rejiminde bile olsa ülkesinde geçinip gideceğini sanmış.

***

Oysa İran, mollaların iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanan devrimden bir yıl sonra, Irakla kapışmış.

Ne İran ne de Irakta, sekiz yıl sürecek ve 800 bin insanın yaşamına mal olup, yüz binlercesini mayın tarlalarında sakat bırakacak bir savaşın başladığını öngörecek bir kâhin varmış, o günlerde

Genç ve (iyi ki bekâr!) Julian da silah altına alınmış, tüm oğullar gibi. Matematik öğretmeni ya, tabii komuta kademesinde subay olarak, cepheye gönderilmiş.

Neler yaşadığını anlatmıyor, artık 60lı yaşlarındaki eski öğretmen. Ama gözlerini kaçırıp, Korkunç şeyler gördüm, korkunç…” derken, içinizden bir ses, inanıyor gördüklerinin dayanılmaz olduğuna.

Julian, siperde yanı başında vurulan askerin kanlı başı omzuna düştüğü bir gece, cepheyi gizlice terk ediyor, ülkesinin ordusundan da savaşından da rejiminden de kaçıyor Günlerce yürüyerek İran sınırını aşıyor.

Tam 28 yıl önce, Fransaya varıyor. Önce kaçak, ardından siyasal sığınmacı olarak ne iş bulursa yapıyor, inşaatlarda çalışıyor, yük taşıyor, çöp topluyor, yoksul barınaklarında yatıyor, metro tuvaletlerinde yıkanıyor Derken kendisi gibi yaralı, ama bambaşka bir öykünün kahramanı Fransız eşiyle tanışıyor.

Bugün çeyrek yüzyıllık gazete satıcısı bir Fransız yurttaşı. Sabahın 5inde açtığı ekmek teknesinde, iki oğlunu yetiştiriyor. Biri yüksek matematik okuyor, babasının ulaşamadığı ülkü, akademik kariyer yapacak. Diğeri hukuk okuyor, ama hedefi siyasal kariyer

***

Ne sıla hasreti, ne pişmanlık: Julianın kapanmayan yarası, bitmeyen acısı, anacığının da tıpkı birkaç yıl önce yitirdiği babası gibi son kez göremeden ölecek olması. Çünkü Julianın suçu ordudan firar, İranda idamlık. Öteki rejim kaçakları gibi arada gidip de dönme şansı yok.

Annesiyle 29 yıldır ancak telefonda konuşabiliyor, Julian. Tam Türkiyede bir buluşma hayal ediyordu ki, yaşlı kadının yolculuk edemeyecek kadar hasta olduğu anlaşıldı.

Düşünüyorum da, Julianın yaşamı, benim Paristen yazdığım üçüncü gazete bayii öyküsü. İlki, komünist diye atıldığı hapisten çıkınca Türkiyeyi terk eden Köy Enstitülü gazeteci ve yazar, kadim dostum Hasan Kudar. İkincisi, komünistlerin aristokrat diye ülkesinden kovdukları bir Romen prensi Üçüncüsü, İranlı Julian.

Vatanlarındaki sağ ya da sol faşizmden kaçan aydınların sığındığı Parisin gazete kioskları, kim bilir daha kaç sıradışı kaderin son durağı

‘G’ NOKTASI

Danıştay Başkanının hukuk öğrencilerine, Roma Hukukunu öğrenip de ne yapacaksın?diye konuştuğu bir ülkeye, dünyanın en demokratik anayasası bile hukuk getiremez. Nitekim 1961 Anayasası da benzer hazımsızlık kurbanı olmuştur.

Ağır ceza yargıçlarının Kola içirdiler, sabah kalktım bademciklerim yoktudiye saçmalayan gizli tanığı günlerce dinleyip, savunmayı 15 dakikayla sınırladığı bir ülkeye dikilecek anayasa, sökülecek anayasadır.

CHPnin Süheyl Batum gibi hukukçu milletvekillerini, özellikle eski AİHM yargıcı Rıza Türmeni, fuzuliyle iştigalden ibaret anayasayı bırakıp, Silivrideki hükümsüz mahkûmların AİHMde açtıkları davalara sahip çıkmaya, dosyaları ciddiyetle izlemeye çağırıyorum!

Strasbourga iddianamelerde yer almayan bilgiler gönderiliyor ve mahkeme, etkilenmeye çalışılıyor. CHPli hukukçuların birinci görevi, Silivrideki hukuksuzluğa karşı mücadele etmektir. Hukuk, tepeden değil, tabandan değişir ve yerleşir. CHP hukukçularından, toplumdaki adaletsizlik duygusuna somut cevap, Silivrideki hukuksuzluğa karşı mücadele bekleniyor. Kimsenin umurunda olmayan, çünkü hangi baba yasaları içerirse içersin, asla tabana yansımayacak ve yapıldığı gibi bozulacak bir anayasayla değil!

Gazetesiz bir hükümetimiz mi olmalı, yoksa hükümetsiz gazetelerimiz mi diye sorulsa, tereddütsüz tercihim ikinci seçenektir.

THOMAS JEFFERSON

(Cumhuriyet)

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 2138