Bilimsel Düşünce ve Toplumun Örgütlenmesi

~ 27.05.2012, Doğan KUBAN ~

Nüfusun %70’i kentlerde, %30’u köylerde yaşıyor. Bir köylü toplumdan, niteliksel değil sayısal olsa da, bir kent toplumuna dönüşen bir ülkede yaşıyoruz. Cumhuriyetin birbirinden tümüyle farklı altı yedi aşamasını geçirdik. Komik bir ikinci cumhuriyetçi yerine altıncı cumhuriyetçi de olunabilir. Menderesçi, Evrenci, Özalcı, Gülen Hocacı, faşist, mandacı vb. Bunda da şaşılacak bir şey yok. Çünkü bütün bu davranışların temelinde babadan kalmış ödenmesi gereken bir borç gibi Osmanlı kültürünün dünyayı 300 yıl geriden izlemesi gibi bir baba mirasımız var.

1945’den bu yana Amerika’nın yönlendirdiği bir dünyada yaşıyoruz. (kimilerini düpedüz güdüyor.) Her gün gazete ve televizyonların açık ya da perdeli haberlerinde anti-demokratik bir seçim sistemi, din istismarı, amacını yitirmiş bir öğretimin haberlerini öğreniyoruz. Toprak spekülasyonuna kentsel dönüşüm deniyor. Şimdiye kadar zaman içinde dönüşmemiş bir kent mi var. Onlara ören yeri diyorlar.

Müslüman bile olsa, geri kalmış ülkelerin ayakta kalmalarını, yaptıkları onca askeri müdahalelerden sonra engelleyemeyeceklerini öğrenen Batılıların çağdaş sömürge politikası, İslam ülkelerinde yenileşme ve dönüşümü, entelektüel içerikten yoksun ve sadece parasal ölçütlere indirgemek ve onlara demokrasi dünyasına ortak oldukları imgesini yaratmaktır.

Onun için demokrasi adına ülkeleri tahrip etmek onlara çekici geliyor. Ama ortak petrolcü Arapların rejimlerini nedense unutuyorlar. Müslümanlar Batılılar tarafından tavsiye edilen kurumlaşmanın ‘sömürülebilir bir toplum yaratma’ politikası olduğunu anlayacak kültür düzeyinde değiller. Demokrasi adına Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı nasıl yok ettiklerini bütün dünya gördü.

Çağdaş dünyada köle olmamanın formülü bilimin yönettiği üst düzey bir teknoloji sahipliğinden geçiyor. Bu formül evrensel, basit, anlaşılabilir ve yönlendiricidir.

Ülkemizin amacı geleceğin doğru yorumu üzerine kurulmazsa, sömürge olmaktan kurtulmak hayal olur. Batılılar için dindar ya da laik ayrımı, sömürü mekanizması açısından fark etmez. Cumhuriyetin bağımsızlık, halk egemenliği, laiklik ilkeleri uluslararası uygarlığa ulaşma amaçlı sosyal ve politik araçlardı.

Bağımsızlığı kazanmış olsak bile onu korumak, uzun sürede giderek zorlaşıyor. Örnekler sınırlarımızda. Cumhuriyet bir özgürlük aracıdır. İkinci dünya savaşından sonra, özellikle son on yılda bildiğimiz dünya değişti. Bizim toplum geriye doğru uzanıyor. Biz bunu anlamakta yine geciktik. Özgürlüğün korunması öğrenmemiz gereken davranışlar gerektiriyor . Her şeyini taklit ettiğimiz Amerika’nın, Avrupa’nın ve Müslümanlar dışında, her ülkenin anayasası laiktir. Bundan dolayı Amerikalılar, Meksikalılar, Polonyalılar ya da İtalyanlar dinsiz değil.

Kaldı ki bugün tartışılamayacak olan, geleceğin bilim ve teknoloji üzerine kurulu olmasıdır. Amerika ve Avrupa’da, Japonya ve Çin’de bilimsel öğretime ve araştırmaya ayrılan parasal olanakları Türkiye ile karşılaştırınca durum aydınlanıyor. ARGE’ye Ulusal Gelirden ayrılan paranın %1.2’yi geçmediğini (2010) devletten öğreniyoruz. Fakat kırsal kültür akıl sınırlarını zorluyor. Bu iki yüz elli yıllık bir geri kalmadır.

BİLİMSEL MİRAS YOK

Osmanlı’nın bilimsel mirası yoktur. Ne Kâtip Çelebiyi zorla filozof yapabilirsiniz, ne de Hoca İshak Efendi’yi büyük bilim adamı.

Rönesans’la eşzamanlı bir kültür ortamında, Fatih’in çağının en ünlü düşünürlerinden ve kendi hocası Sinan Paşa’ya yaptıkları Osmanlıların en ileri ve Avrupa’ya açıldığı söylenen sultanının entelektüel açılımını anlatır. (Mertol’ün Tazarruname çevirisi ön sözünü okumak aydınlatıcıdır.)

Osmanlı tarihi boyunca bilim karşıtlığı değişmedi. Şeyhülislamın Gökleri rasat etmenin uğursuz ve her nerede buna teşebbüs edilmişse devletin harap olduğunubildirmesi üzerine 3. Murad’ın İstanbul’a çağırdığı Şamlı matematikçi ve astronom Taküyyiddin’e Tophane’de yaptırdığı rasathaneyi yıktırması tipik bir davranıştır. Osmanlı tarihinde böyle hikâye çoktur. Oysa Osmanlı’nın arkasında zengin bir ortaçağ İslam astronomi geleneği vardı. Avrupa’da Kopernik, Kepler gibi astronomların ve bilim adamlarının yetiştiği dönemde Sinan Paşa hayatını kurtarmak için aklı reddetmek gereğini duymuştu. Gerçi Kilise Galileo’ya da aynı davranışta bulunmuştur. Fakat Avrupa 17. yüzyıldan başlayarak bugüne ulaşmıştı. Biz de Sevr’e ulaştık.

Tanzimat dönemi matematiği ile ilgili bir makalesinde, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli matematikçilerden biri olan Kerim Erim 19. yüzyılda sadece üç Türk matematikçisinden söz eder. Bunlardan biri, Mühendishane’nin en ünlü hocası İshak Hoca‘dır. Ulum-u Riyaziyat adlı dört ciltlik kitabının iki cildi matematik, iki cildi diğer bilimlere ilişkindir. Bu lise seviyesinde bir matematik ve bilim kitabıdır. İkincisi yine bir Mühendishane hocası olan Tevfik Paşa’dır. İki yıl Fransa, altı yıl Amerikada bulunmuş, devlet hizmeti yanında gerçekten çağdaş gelişmelerden haberdar bir matematikçi olarak yetişmiştir. Üçüncüsü bizim de yaşamına yetiştiğimiz Salih Zeki’dir.

Kerim Erim onların Avrupanın dev matematikçileri yanında özel bir bilimsel özellikleri olmadığını söyler. 18. yüzyıl sonunda Euler’le başlayan, Lagrange, Gauss, Weierstrass, Boole gibi devleri içeren bir dönemden söz ediyoruz.

Fizikte de hiçbir şey olmadığını Fahir Yeniçay anlatır. Tanzimatadlı yayımlanan bir kitapta Cumhuriyetin en yetkin bilim adamları, Osmanlı’da Fizik ve kimyanın var olmadığı ve Kimyanın ancak tıp yolu ile biraz okutulduğunu anlatırlar. Galile’den bu yana gözlemle matematiği birleştiren Fizik bilimi ile, bina yapmak, su getirmek gibi tarihin en eski çağlarından beri bilinen mekanik pratikleri fizik bilimi ile aynı şeyler sayan kimileri belki hâlâ vardır.

GELECEĞE İNANMAK

Kitap basmaya Avrupa’dan 250 yıl sonra başlayıp, 18. yüzyılda sadece 100 tane kitap bile basamamanın nedenini hâlâ düşünmeyen bir toplumda yaşıyoruz.

Avrupa’dan hem bilgi birikimi hem de örgütlenme olarak geri kalan Türk toplumu Cumhuriyetle bugüne ulaştı. Cumhuriyetin aşağı yukarı 20 yılı bilimsele doğru bir atılım ise, sonraki 60 yılı, ondan uzaklaşmaya doğru bir geri dönüştür.

Bu tutum bugüne İslam’ın en ileri ülkesi olarak gelmemizi engellemedi. Demek ki o 20 yıl doğru ilkelerin çağı imiş. Fakat gelecek, bütün fakir ve tutucu ülkeler için karanlıktır. Protestan İngiliz göçmenleri 17. yüzyılın birinci yarısında Kuzey Amerika kıyılarına ayak bastıkları zaman okuma yazma biliyorlardı. Bizim halkımız Kurtuluş Savaşına başlarken henüz okuma yazma öğrenememişti. Avrupa ile aramızdaki birkaç yüz milyonluk kitap boşluğunu belki hiçbir zaman dolduramayacağız.

Ama geleceği yakalama olanağına inanmazsak sadece bize değil bütün İslam dünyasına da yazık olur.

 

Bağımsızlığı kazanmış olsak bile onu korumak, uzun sürede giderek zorlaşıyor. Örnekler sınırlarımızda. Cumhuriyet bir özgürlük aracıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle son on yılda bildiğimiz dünya değişti. Bizim toplum geriye doğru uzanıyor. Biz bunu anlamakta yine geciktik.

(Cumhuriyet Bilim ve Teknik)

Doğan KUBAN | Tüm Yazıları
Hits: 2374