Yunanistan'da sol değil, popülizm yükseldi

~ 18.05.2012, Alper BİRDAL ~

Yunanistan’da 6 Mayıs’ta yapılan seçimlerin sonuçlarına ilişkin soL’da çok sayıda değerlendirmeye yer verdik. Çeşitli sürprizler doğuran ilk seçimin sürpriz olmayan sonucu ise ülkedeki sermaye iktidarının meşruiyet bunalımını aşamamış, yönetme krizine çare bulamamış olması. Zaten hiç kimse de seçimlerden bu yönde bir sonuç çıkmasını beklemiyordu. 17 Haziran’da yapılacağı ilan edilen yeni seçimlerin de bu tabloda bir değişiklik yaratması beklenmiyor.

Peki, Yunanistan’da sermaye iktidarının meşruiyet bunalımının ve yönetememe krizinin devam etmesi gerçeğinden, ülkede solun yükseldiği ve yeni bir iktidarın nüvelerinin ortaya çıktığı sonucuna atlamak mümkün mü? Aklı başında hiç kimse böyle bir sonuç çıkarmıyor, çıkarmamalı…
Ancak ortada, en azından solda yapılan değerlendirmelere baktığımızda, bazı ihtilaflı başlıklar var. Birinci ihtilaf, seçimin ana sürprizinin, yani Radikal Sol Koalisyon’un (SYRIZA) ulaştığı oy oranını “solun yükselişi” olarak yorumlayıp yorumlamamak konusunda. İkinci ihtilaf SYRIZA’nın, anketlerin söylediği gibi 17 Haziran’da yapılacak seçimlerden birinci parti olarak çıkması halinde, burjuvazinin yönetememe krizinin ötesinde, sol bir hükümet kurulmasının olanaklı olup olmayacağı ile ilgili.

Biraz daha sadeleştirerek ifade edersek, solda belirli bir kabul gören bir argüman şu: “6 Mayıs’taki seçimlerde sol yükseldi ve 17 Haziran’da bu eğilim artarak sürecek. O halde solun derhal ittifaklar politikasına yoğunlaşıp, halkçı bir hükümet için kolları sıvaması gerekir.”

Bu argümanın hedef tahtasına Yunanistan Komünist Partisi’ni (KKE) yerleştirdiği ise aşikâr… Zira KKE, 6 Mayıs’ta yapılan seçimler daha yapılmadan SYRIZA, Demokratik Sol gibi partilerle ittifak kapısını kapatmış, seçimden sonra SYRIZA Başkanı Aleksis Çipras’ın görüşme talebini “nesnel bir zemini yok” diyerek geri çevirmişti. KKE’nin 17 Haziran’dan sonra da bu tutumunu sürdürmesi bekleniyor. Ve haliyle solun genişçe bir kesimi KKE’yi suçluyor: Doktrinerler! Dinazorlar! Korkaklar!

Elinde çekiç olan önüne çıkan her şeyi çivi olarak görüyor. Seçimlerden çıkan sonuçları, tartışılan siyasi aktörlerin karakterine, ülkedeki sınıflar mücadelesinin verili uğrağına bakmaksızın “solun yükselişi” olarak kodladığınızda, olası bir “sol iktidarı” bloke eden Yunan komünistlerine de yaftayı yapıştırıveriyorsunuz.

Burada sevgili Aytek Soner Alpan’ın seçimlerden sonra Komünist dergisinde yaptığı analizde sunduğu ana argümanın altını çizmenin tam yeridir: Yunanistan’da seçimden çıkan sonuç solun değil, popülizmin yükselişidir.

Politik doğruculuk yapmak adına değil, objektif bir saptama olarak şu noktanın altını çizmek durumundayım: SYRIZA sınıfsal anlamda “sol” değil popülist bir partidir. Bu argümandaki “popülizm” tarifini ayrıntılandırmaya çalışmayacağım. Kavramın bu argüman bağlamında ne anlamda kullanıldığını merak edenler, sevgili Aytek’in bahsettiğim analizine bakabilirler. Oradan sadece bir cümleyi buraya aktarmama izin verin: “Popülizm, …, aynı zamanda bir çeşit korku politikasıdır: Dışsal bir özneye karşı duyulan korku üzerinden kitleleri mobilize eder.” SYRIZA örneğinde “dışsal özneye karşı duyulan korku” kemer sıkma politikaları olmuştur.

SYRIZA’nın popülist bir hareket olarak nitelenmesi konusunda yalnız olmadığımızı gösteren bir örneğe işaret ederek devam edelim. Seçim sonuçlarını “solun yükselişi” olarak okuyan bir yazar, Paul Mason, şunları aktarıyor:

“2011 yazında Syriza’nın önde gelen üyeleri ile görüştüğümde, hükümet oluşturma olasılığı konusunda çok karamsardılar – PASOK’tan ayrılanlar dahil tüm solun ittifakı halinde bile. O vakitler tek çözümün, siyaset üstü bir sol milliyetçi figür, yani bir ‘Yunan Kirchner’i’ ya da ‘Yunan Morales’i’ olacağını ve böylesi birinin yokluğunun Marksistlerin ‘işçi hükümeti’ – örneğin aşırı solun dahil olduğu ancak parlamenter yollarla sınırlı radikal reformcu bir hükümet – dedikleri şeyi kurmayı imkansız hale getirdiğini söylüyorlardı. Ancak şu anda, Bay Tsipras’ın karizması, aşırı sağ bir ters tepme korkusu, krizin derinliği ve PASOK’un ayağa kalkamayacak gibi görünmesi, Tsipras’ın kendisine Morales rolü kazandırabilir.”

Seçimden önce kredi anlaşmalarının ve memorandumun iptal edileceğini söyleyen, seçimden sonra ise “bazı önlemlerin durdurulması”ndan bahseden, “ülkenin uluslararası ve Avrupa’daki işbölümüne yeniden dahil olması için sıkı bir siyasi pazarlık yapacaklarını” vaat eden, iktidara geldiği takdirde AB’ye olan borçların ödenip ödenmeyeceği konusunda ne dediği belli olmayan SYRIZA’nın lideri bir Chavez veya Morales olabilir mi? Gerçekten bir Chavez veya Morales olabilecek olsaydı, Venezuela ve Bolivya’daki komünistler gibi Yunan komünistleri de ittifak tartışmalarına kapıyı sıkı sıkıya kapatmazlardı. Ancak Avrupa’nın göbeğinde popülizm bu kadar oluyor ve Çipras, genç ve yakışıklı olmasına karşın, Morales’in mütevazı sempatikliğini hiç ama hiç andırmıyor.

İttifak tartışmalarının zemininde duran “sol yükseldi” argümanına buradan bakmak gerek. Son iki yıldır amansız bir mücadele veren ve belli ki bir yorgunluk da taşıyan Yunan halkının bir tür popülizme destek vermiş olması, solun yükseldiği anlamına gelmez. İktidar formülünün ne olduğu bilinmeyen, AB’ye bağlılık sözleri veren bir hareketten de “Yunan Morales”i çıkmaz, Avrupa tipi bir popülizm çıkar.

Tersinden baktığımızda, SYRIZA’nın yükselişi Yunan kapitalizminin meşruiyet bunalımına çare üretemeyecek olsa da sermaye egemenliğini belirli açılardan rahatlatabilir. Şu ana kadar yaşanan gelişmeler de buna işaret etmektedir. SYRIZA ile ittifak tartışmasına girmeyen KKE’nin “dinazorlukla”, doktrinerlikle, halkın gerçek siyasi taleplerini anlayamamakla, hatta korkaklıkla suçlanıyor olması acaba kimleri tebessüm ettiriyor? Yoksa iki yılı aşkın zamandır onlarca greve, kitlesel eyleme, kısacası örgütlü sınıf hareketine öncülük eden ve örgütlü halkın mücadelesini yükseltmek için canını dişine takmaya devam eden KKE değil de SYRIZA mıydı?

(SolHaber)

Alper BİRDAL | Tüm Yazıları
Hits: 1914