Haklıymışsınız. Utanç bizim.

~ 08.04.2012, Yıldırım TÜRKER ~

Sarı kırmızı bandana bulundurmak, kuantum dersine katılmak, telefonda 'vahvahlanmak' gibi suçlar...

Özgürleştirilmiş; siyasetin vesayetinden kurtarılmış yüce AKP yargısının son performansı, hukuk adına bir utanç belgesi olarak tarihe kalacak. Başbakan’ın gururla bağımsız yargının güvencesi olduğunu belirttiğine bakarsak bu belgenin hesabını da hükümetinden sormamız gerektiği açıklık kazanır.
Kaldı ki polisinin başbakanı olarak sonunda bize kadar ulaşan KCK iddianamesinin altında imzasının gölgesini okuyamayan kördür.
Başbakan’a kalırsa 4x3’ü protesto edenler ‘güya öğretmen’; BDP milletvekilleriyle kaybedecek zamanı yok, çünkü onlar iradesiz; tutuklu gazeteciler zaten gazeteci değil, Uludere’de 34 kişiyi bombalarla havaya uçuran askerin de bir hatası yok.
Nitekim suçlular belli. Bundan 20, hatta 40 yıl öncesinden farklı değil suçluların kimlikleri.
Aynı polis kafasıyla enselerinden düşülmeyen kesimler hiç değişmedi.
Ahmet Türk’ü darp eden polisin bulunup sorgulanacağına inanmış mıydınız? O zaman siz gerçekten de çok inatçı ‘yetmez ama evet’çisiniz. Size ne desem yetmez.
“Küstahça polisle kavga ediyor, sonra diyor ki ‘milletvekili dayak yedi’. Polisle kavga eden sensin, kitleyi polise tahrik ediyor, polisin üzerine saldırtıyorsun. Emniyet güçleri de bir yere kadar dayanıyor ve ardından kendini korumak için müdahale ediyor” diyen bu Başbakan’a yönelik delikanlıca umutlarınızdan bir an evvel vazgeçin.
Ahmet Türk’e atılan yumruğun ardında da KCK iddianamesinin altında da aynı yiğidin onayı sırıtıyor. 

Savcının savına bak 
Newroz kutlamalarının bu yıl yasaklanması sonucu kendini gösteren devlet terörüne açıklık getirmek için bizim gibi talihsiz kandırılmış güya gazeteci yazarlara gözdağı vermeyi ihmal etmeyen Başbakan, açıkça “E herhalde bizim de bildiğimiz bir şey var, siz öyle bilmeden konuşmayın” diyerek polisinin yanında duruyor, güvenlikçi yaklaşıma muhalif olanları Kürt siyasi hareketinin içyüzünü bilmemekle suçluyordu. Gözü dönmüş KCK tutuklamalarının ardında da yandaş medyayla el ele bir gizem halesi örüp bizi dışında bıraktılar. Sözgelimi Ersanlı ve Zarakolu’na kefil olmayı safdillik olarak adlandırıp ‘durun bakalım, neler çıkacak’ diye bize tembih ettiler.
Koskoca saygıdeğer düşünce adamları 12 Eylül yargılamalarının başlamasını haklı çıkmışlık coşkusuyla yüzümüze vurdu. İşte bunun için oy vermişlerdi hükümete. Muhaliflere sivilceli ergen diliyle adeta nispet yapmaktalar hâlâ.
Pekiyi 12 Eylül’ün dalyalık iki generalini yargılamaya kalkışarak hayatımızda nasıl bir devrime sebep olundu? 12 Eylül’ün sabitlediği iktidar mekanizmasının işleyişinde, yargının önce düşmanı işaret eden yaklaşımında ne fark var? Yine daha az şeffaf zamanlardan hatırladığımız Gelincik paketinin amblemini karmaşık işlemlerden geçirip Mao büstü edinme, belediye hizmetleri amblemlerine göz kısıp bakınca orak-çekiçler görme, hayatın her alanında ve her an gizli mesajlarla anlaşan uzaylı-komünist-bölücü-tarikatçı unsurların oyunlarını boşa çıkartmak için uyanık olma temrinleriyle geçen hayatlar.
KCK davasında en sonunda hazırlanan ilk iddianame 15. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından oybirliğiyle kabul edildi.
Sayın savcı hukukun soğukkanlı dilini pek umursamıyor besbelli. Hepimiz adına kararını vermiş, bize bildiriyor: “...KCK Sözleşmesi isimli dokümanı okuyan herkesin söyleyeceği şey, bunun bir devletin anayasası olduğu kanaatidir.” 

Bununla da kalmıyor. Ragıp Zarakolu’nun tutukluluğuna nasıl bir kılıf geçirileceğini merakla bekleyenleri bile şaşırtacak bir yaratıcılık örneği sergiliyor:
“...yapılan faaliyet her ne kadar ders vermek gibi insani ve masum bir faaliyet olarak gözükse de bu eylemin terör örgütünün eleman ve lojistik ihtiyacını karşıladığı, nitekim bir örnek vermek gerekirse; herhangi bir şahsın bayiden bir cep telefonu alması ya da evinde tamiratta kullanmak üzere çivi alması normal ve insani bir ihtiyaç giderme gibi görülse de, PKK/KCK terör örgütünün sık sık yaptığı üzere, cep telefonuyla uzaktan aktif hale getirilen ve çivilerle etkisi arttırılmış bir patlayıcı hazırlamak için herhangi bir şahsın telefon ya da çivi alırken yakalanması halinde suçunun icrasına iştirak ettiğini kabul etmek gerektiğinin her türlü izahtan vareste olduğu, şüphelinin terör örgütüne katkısının da aynen bu örnekteki gibi olduğu...”
Şimdi anladınız mı, Zarakolu neden suçluymuş?
Oğul Cihan Deniz Zarakolu da Siyaset Akademisi’nde evrenin nasıl oluştuğunu anlatmış meğer. Küçük Zarakolu’nun anlattığı ders, dinozorlara kadar, delil olarak iddianamede yerini almış. Yani çivi yoksa dinozor.
Bunlar da bir şey mi? Evinde sarı kırmızı bandanalar bulundurmak, kuantum fiziği dersine katılmak, telefonda bir dostla olan bitene vah vahlanmak gibi korkunç, şeni suçlar da tüylerimizi diken diken etmek için bir bir sıralanmış.
Meğer Zarakolu ve Ersanlı ve diğer birçok tutuklu hakkında ne çok şey bilmezmişiz! Bilmeden konuşur, Ahmet’in kitabını bombaya benzeten Başbakan’ı kızdırırmışız.
Yazıklar olsun bize. Bir de utanmadan 12 Eylül’ü yargılayamazlar dedik. Yargılıyorlar işte.

(Radikal)

Yıldırım TÜRKER | Tüm Yazıları
Hits: 1323