Osmanlı: Dönelim de hangi dönemine?

~ 24.03.2012, Metin ÇULHAOĞLU ~

“Canım bu saatten sonra Türkiye’ye şeriat gelmez” görüşü doğru olsa bile nasıl dinci gericiliğin hamlelerini perdeleyici bir işlev görüyorsa, Osmanlı’nın yeniden tesisinin imkânsızlığı da gericilik dalgasının bir başka boyutunu gözlerden kaçırmaktadır.

Bugün Türkiye’de öyle rastgele, kendiliğinden değil, bal gibi bilinçli ve planlı bir Osmanlı’yı allayıp pullama dönemi yaşanmaktadır. “Tez”, ABD-CIA ağızları dahil olmak üzere çeşitli çevreler tarafından açıkça dillendirilmektedir: Cumhuriyet, kendi geçmişinden ve köklerinden gereksiz aşırılıklara varan bir radikallikte kopmuştur; bu radikal kopuşun getirdiği “hasarın” giderilmesi durumunda Türkiye hem bölgede en büyük güç olacak hem de kendi içini daha iyi bir düzene bağlayacaktır…

El hak, çalınan bu Osmanlı mayası tutar gibidir…

Öyle ki, Osmanlı söz konusu olduğunda “hasta adam” tanımı artık hiç akla gelmemekte, “ihtişam”, “muhteşem” gibi sözcükler tedavüle sokulmaktadır.

Peki, aşağıdaki dizeler nereden çıkmıştır:

“Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı.”

Yarın bir gün, bu dizelerin aslında halka ait (anonim) olmadığını, 1930’larda Kemalist devlet ricalinden birinin Osmanlı’yı kötülemek için uydurup öyleymiş gibi gösterdiğini “ortaya çıkaran” tarihçiler arzı endam ederlerse şaşırmamak gerekir.

Şaşırmamak gerekir, çünkü örneğin 1920’ler ve 30’lar için hiç akla gelmeyen “o dönemde başka yol yoktu”, “zamanın ruhu öyleydi”, “işin icabı buydu” gibi tespitler, Osmanlı’daki kardeş-evlat katli, “Kızılbaş” kıyımı gibi olgular için tepe tepe kullanılmaktadır.

***

Barış Doster’in tarihçi Orhan Koloğlu ile yaptığı bir söyleşide (Bilimselden “Medyatik”e Tarih, Destek Yayınevi, 2009) Koloğlu’nun naklettiğine göre, Gazi Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi öğrencilere anket uygulamış. Anket sorusu şu: “Osmanlı Devleti’nin hangi döneminde yaşamış olmak isterdiniz?” Anket sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 27’si Osmanlı’nın hiçbir döneminde yaşamak istemediğini belirtirken, yüzde 46’sı “yükselme”, yüzde 16’sı “kuruluş”, yüzde 5’i Tanzimat, yüzde 5’i de Abdülhamit dönemini tercih etmiş (bkz, s: 339).

Kuşkusuz, bu sonuçlar nitel bir değerlendirmeye imkân tanımıyor. Örneğin, Osmanlı’ya hiçbir teveccühü olmayan yüzde 27’lik kesim bu dönemi siyasal bir bilinç ve tercihle kafasından silmiş olabileceği gibi, kararını “o dönemde televizyon, cep telefonu ve diskotek yoktu” gerekçesiyle vermiş de olabilir. “Kuruluş” dönemini tercih edenler belki kendilerinde kuruculuk iradesi ve misyonu görenlerdir, belki de “tekfur kızı” fantezisi olanlar. Keza, tercihlerini Abdülhamit döneminden yana kullananların hepsinin “Ulu Hakan” özlemi içinde olduklarını söyleyemeyiz. Belki aralarında “İttihat ve Terakki’yi ben kurardım” veya “31 Mart isyanını öyle sert bastırırdım ki…” diye düşünen Jakoben-elitist kafalar da vardır.
Ancak, her halükarda bir öğretim üyesinin öğrencilere böyle bir anket uygulaması, öğrencilerin yüzde 73’ünün de hangi gerekçeyle olursa olsun dönem tercihi yapmış olması, ideolojiler alanında tarihe özel bir yer verildiğini, Osmanlı’yı “diri tutma” yönünde girişimler olduğunu ve bu girişimlerin alıcı bulduğunu göstermektedir.

***

Denecektir ki;

Ne yani, tarihimizle barışmayalım mı?

Osmanlı’nın devlet idaresinden alacağımız dersler hiç mi yok?

Arkası gelecektir: Hoşgörü, çeşitlilik, özerklik, yerellik, liyakat vb…

Eğer bunlarsa, Osmanlı’da liyakate verilen değere özlem duyanlar, bir de devşirmeliği sineye çekmek zorundadırlar.

Osmanlı’da farklı unsurlara tanındığı söylenen hoşgörüyü çok beğenenler, hem kendi sınırlarını iyi bilmek hem de diğer tarafın tahammül sınırlarını iyi tartmak durumundadırlar.

Ademi merkeziyetçilikte başka bir çözüm değil de Osmanlı dönemini isteyenlerin 204 yıl geriye, İkinci Mahmut dönemine gidip merkezi yönetimle Senedi İttifak imzalamaları gerekecektir.

Hepsi gericidir, gericiliktir.

Bir saltanatın, fetih yoluyla boyunduruğu altına aldığı başka halkları ve tebaa olarak gördüğü kendi halkını elinde tutmak ve itaatkâr kılmak için başvurduğu idareden, bir cumhuriyette cumhurun “idaresi” adına dersler çıkarmaya kalkışmak, gericiliğin daniskasıdır.

***

Son olarak, okurlara belki de “tuhaf” gelecek bir soru: Osmanlı’ya yönelik sevecen bakış, Cumhuriyet’in, Kemalizm’in sorgulanmasını geçtik, sosyalizme de saldırmak için vesile oluşturabilir mi?

Hiç olur mu, nereden çıktı, demeyin.

Büyük tarihçiler bunu da becerir.

Bilindiği gibi, Cumhuriyet’le birlikte Osmanlı hanedanı ülke dışına çıkartılmış, hanedan mensubu kadınların Türkiye’ye dönüşlerine 1952’de, erkeklerin dönüşlerine ise 1974’te izin verilmişti. Büyük tarihçi İlber Ortaylı bu “sürgünü” şöyle eleştirmektedir:

O zamanın Hanedan Reisi Orhan Efendi, Amerikan mezarlığında basit bir memur; yarı aç yaşıyor. Nice’de bir oda tutmuş ve orada yaşıyor. Onun buraya gelmesinden rahatsız oluyorlar. Stalinist bir tutumdur bu (abç)” (bkz. İlber Ortaylı-Taha Akyol, Tarihin Gölgesinde, Timaş 2011, s.183).

Hay Stalin kadar…

(SolHaber)

Metin ÇULHAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1830