Kürecik'in hukuki ve ahlaki boyutu

~ 18.03.2012, Kadir CANGIZBAY ~

Kürecik, eski TCK’ya göre idamlık bir suç; devletin topraklarından bir bölümünü başka bir devletin hükümranlığına bırakmak: Amerikalılar, milletvekillerinin girmesine izin vermediler.

Bu işin hukukî boyutu; ama bir de siyasî ve ahlakî boyutu var: Rejim muhaliflerini fiziken ezmek uğruna, ülke emperyalistlerin emrine veriliyor.

Heron ve Predatör’lerin rehberliğinde yok etmeye soyundukları, bu ülkenin vatandaşları; yani aslî sahipleri; ama onların oyları bile sayılmıyor.

Kendi rejimini korumak uğruna ülke topraklarını yabancılara peşkeş çekmek, tabiî ki ihanet ve de suçların en ağırı; ama, bir de müthiş bir eblehlik var: Uludere katliamından birkaç gün önce, bunlardan biri demişti ki “ ah, bir iki predatörümüz daha olsa, bu meseleyi anında çözerdik”.

Bunlar, her şeyden önce ‘yurtsevmez’; zira, hem yurt, hem de de yurttaş kavramlarından binlerce yıl uzaktalar ve tam tamına bu yüzden de uluslar arası sermayenin arayıp da bulamayacağı işbirlikçiler.

Siyasal İslamcı olarak, yeryüzünü ‘dar-ül İslam’-‘dar-ül harp’ olarak ayırmanın ötesine geçip bu ülkeyi sevemiyorlar.

Aşiretçiliğe hapsolmuşlukları içinde, dil-din-ırk-mezhep-renk-cinsiyet ötesi bir ‘insan‘a ahlaken ne kadar yabancıysalar, hukuken de ‘yurttaş’a o kadar düşmanlar: ‘Dindar gençlik’ peşindeler; yani kendi dinlerinin dindarı; dolayısıyla farklı dinden olanlara karşı kindar. Alevîleri miting meydanında yuhalatıp, insanları “Zerdüştîdir, öyleyse teroristtir” diyerek hedef göstermek ise hem nefret suçu, hem ayırımcılık, hem bölücülük, hem iç savaşa teşvik, dolayısıyla vampirlik, yani kan-oburluk.

Tut ki, insanlar Zerdüştî; sana ne; hele ki Zerdüştîliği hakaret konusu yapmak, ne büyük haddini bilmezlik, ne büyük terbiyesizlik ve de kışkırtıcılık.

Bunların ayırımcılık, bölücülük ve provokatörlükleri cinsiyete de uzanıyor: Başbakan, Nuray Mert’e, ‘densiz, izansız, namert’ diyor; ama, her şeyden önce “güya bayansın” diyor. Her şeyden önce, ‘bayan’ bir cins isim değil, hitap kelimesi ve Mert’i aşağılamak üzere kullanılıyor “sen sonuçta bir kadınsın, haddini bil” mealinde. Daha da kabûl edilmezi, başbakan kişilerin sadece kadınlıklarını değil, ‘kızlık’larını da umuma açık bir tartışma konusu hâline getiriyor: Polislerinin sokakta yürürken üzerine saldırıp kemiklerini kırdığı Dilşad’dan özür dileyeceğine “kadın mı, kız mı bilemem” diyor; ki, başka biri için de “p…i uzun mu, kısa mı, bilemem” demekle aynı terbiye ve edep düzeyinde ve de son derece müstehcen; ama, her şeyden önce  kadınları sindirmeye yönelik.

Bunların iktidarında kadın cinayetlerinin yüzde bin beş yüzden daha fazla artması hiç de tesadüf değil. İyi niyetli gibi görünen bir kadın bakanları var; ama her şeyin başının kendi ‘reis’inin zihniyeti ve kin, nefret ve şiddeti yücelten belagat ve icraatı olduğunun farkında değil. ‘Yaylalar, yaylalar’ı askerlere yasaklatıp, nikah öncesi ‘Evlilik Kursları’nı zorunlu kılarak kadına şiddeti azaltabileceğini düşünüyor. Pazarcılara mallarını satarken bağırmayı yasaklamanın medeniyet yolunda ileri bir hamle olduğunu sanmak gibi bir şey. Oysa bu yasak, devletin şiddet kullanma alanını genişletme yolunda bir adım. Ayrıca, hamalından doktoruna, ortalıkta tek bir müstakil emekçi bırakmayıp hepsini büyük sermayenin kölesi yapma stratejisiyle de uyumlu.

Bakan hanım, tabiî ki bunların farkına varacak durumda değil: Erkeklere elektronik kelepçe, kadınlara da küpe, iğne, gerdanlık görünümü altında ‘şiddet sensörü’ takma peşinde… Eğitim sorununu da akıllı tahta ve tablet bilgisayarla çözeceklerini zannediyorlar veya bize öyleymiş gibi gösteriyorlar; zira, bu işlerin hepsinin altında devasa kaynak aktarım hesapları var; tabiî, denetimden azade kamu ihaleleri aracılığıyla.

Ancak bu hesaplar bir yana, bunlar takım hâlinde ‘teknoperest’; yani her işi teknik araçlarla/taktik manevralarla çözebileceklerine inanıyorlar. Ama bu, kendilerinin yeniliğe, çağdaşlığa, bilime açık ve insan aklına güveniyor olmalarından değil, tam tersine, teknolojiyi teknomaji (maji=büyü,sihir) olarak algılamalarından kaynaklanıyor ve bu hâlleriyle, Avrupalı uyanık tüccarların renkli cam bilya, boyalı tenekeden yapılmış kurmalı oyuncak veya guguklu saatleri mucize yaratan sihirli nesneler olduğuna inandırıp karşılığında en değerli toprakları, fil dişlerini ve olmadık imtiyazları kopardıkları Afrikalı kabile reislerini andırıyorlar.

İşte bu kafayladır ki, bir iki İHA ve istihbarat desteği karşılığında ülke topraklarını emperyalistlere devrederken, ‘barış ve kardeşlik’ gibi münhasıran insanî ve de en insanî bir şeyi de yine Amerikan hödüklüğüyle malûl PR (halkla ilişkiler) teknikleriyle sağlayabileceklerini sanırlar; tabiî, hesapları tutmayınca da, hoyratlaşıp Uludere’ler yaratmak üzere...

(Birgün)

Kadir CANGIZBAY | Tüm Yazıları
Hits: 1419