"Devletin tepesinde neler oluyor?" (*)

~ 18.02.2012, Metin ÇULHAOĞLU ~

Bu sayfalarda ve başka yerlerde çok sık tekrarladıysam okurlar kusura bakmasın, bir kez daha yapacağım: “Somut durumun somut tahlili, gerçek teorinin en üst noktasıdır…”

Bu özlü cümlenin bilmeyenin elinde gidebileceği tehlikeli nokta, herhangi bir somut durumun dört başı mamur tahlilinin bize mutlaka teoriyi, üstelik en gelişkinini vereceği yanılgısıdır. Yani şimdi biri kalkıp bugün Türkiye’de egemen olan siyasal dengeleri, gerilimleri ve yönelimleri çok çeşitli yönleriyle bir güzel tahlil etse, buradan “teori” mi çıkacak?

Çıkmaz…

Doğru, yerinde ve ışık tutucu bir değerlendirme çıkar; elbette az değildir, ama o kadardır…

Baştaki cümlenin anlatmak istediği, aslında pek kavranmayan bir yöntemdir. Şöyle bir yöntem: Somut durumun somut tahliline, teorik bir temelle, teorik öncüllerle başlanır; sonra bu temel, ilk çıkış noktası olan teorinin kapsaması mümkün olmayan (adı üstünde, “teori”), belirli bir döneme, yerelliğe vb özgü süreçler ve olgularla “zenginleştirilir.” Böylece teori bir kez daha “sınanır”, ardından oluşan bütünsellikten ise siyasal-pratik çıkarımlar elde edilir.

Süreç böyle işler. Eğer kapsamlı bir çözümlemeden söz edilecekse, çıkış noktası “mevcut durum” veya “somutluk” değil, teorik öncüllerdir. Ancak, teorik öncüller kendi başlarına fazla şey ifade etmeyeceğinden bu öncüller “somut durumla” zenginleştirilir ve bundan sonra, işaret ettiği yönlerle birlikte, “en üst noktasına” ulaşmış olur.

***

“Devletin tepesinde neler oluyor?”

“Bakalım kim kimi yiyecek?”

“Yoksa ‘iktidar bloğu çatlıyor mu?”

Bu soruları son günlerde yaşanan “MİT” krizi dolayısıyla çok sık duyduk.

İsterseniz, başta önerilen sırayla gidelim.

Kapitalist toplumda sermaye sınıfının toplumsal egemenliği, hemen her durumda iktidar blokları aracılığıyla siyasal egemenliğe dönüşür. Üretim sürecinde sermayenin emek üzerindeki egemenliği yalın ve dolayımsız bir olgudur; ama sermaye sınıfının önce toplumsal, ardından siyasal egemenliği dolayımlıdır. Çeşitli toplumsal-sınıfsal güçlerin ittifakıyla (iktidar bloğu) gerçekleşen bir kuruluştur. Hem dolayımların fazlalığı, hem de blok içi unsurların daha fazla pay ve güç adına giriştikleri kaçınılmaz didişmeler, bloğa tanım gereği gizil (potansiyel) bir kırılganlık taşır.

“Teori” hemen hemen bu kadardır!

Çünkü iktidar bloğu içinde kimin ne amaçla neyle didişeceği, toplumsal egemenliğin sahibi sermayenin bu blokta ağırlığını nasıl ortaya koyacağı, iktidar bloğunun kendini hangi gerilik ve gericiliklerle tahkim edeceği vb gibi önemli “ayrıntılar” teoride yer almaz.

***

Sözü uzatmadan Türkiye’ye, AKP iktidarına ve daha güncel olarak da son dönemde yaşanan “krize” gelirsek, ilk çıkış noktasını oluşturan ve salt Türkiye için değil her kapitalist ülke için geçerlilik taşıyan teorik öncülleri “zenginleştirecek” nelerden söz edilebilir?

Burada, bir “uyarı” daha gerekiyor.

“Teorik temel” faslının geçilmiş olması, bundan sonra artık ortada ne varsa hepsine, her olguya, her somutluğa balıklama dalınmasını meşru kılmaz! Bu noktada da bir “soyutlama”, daha doğrusu “seçme” gerekir. Somut olgu zenginliği içinde seçilmesi gerekenler, teorik temelin hemen altına yerleştirilebilecek, bu temelle mesafesi fazla açık olmayan durumlar, olgular ve süreçlerdir.

Eğer böyleyse, “teorik temelin” hemen altına en iyi ne gider, en çok ne “yakışır”?

Böyle bakıldığında ve bir seçme yapıldığında, üç başat “zenginleştiriciden” söz etmek gerekmektedir:

1- AKP iktidarı veya mevcut iktidar bloğu, tarihin herhangi bir noktasında değil, bu ülkede 1923 Cumhuriyeti’nin defterinin dürüldüğü noktadadır. Bu gerçek, iki kaçınılmaz gerilimi beraberinde getirmektedir. Birincisi: Birinci Cumhuriyet sonrası kurumlar yeniden nasıl yapılandırılacak, iktidar bloğundan kim nerede egemen olacak, hangi hassas noktalar nasıl paylaşılacak? İkincisi: 1923 Cumhuriyeti’nin defterinin dürüldüğü kesindir de, buradan alınıp sürdürülecek öğe hiç mi yoktur? 90 yıllık bir oturmuşluğun radikal reddi, üstelik bu oturmuşluk sermaye sınıfının toplumsal egemenliği açısından ciddi payandalar da getirmişse, riskli olmaz mı?

2- AKP iktidarı veya mevcut iktidar bloğu, tarihin ve dünya coğrafyasının herhangi bir yerinde değil, ABD’nin hegemonya tescili için dolaylı ve doğrudan her yolu denediği bir tarih kesitinde ve bu bağlamda gözünü diktiği bir coğrafyadadır. O zaman, alın bir yarış (ve gerilim) kulvarı daha: Kim daha Amerikancı, kim Amerika’nın bölge çıkarlarına daha iyi hizmet edebilir, İsrail dengeleri nasıl kollanabilir, bölgede Sünnilerin liderliği en iyi nasıl sağlanabilir? vb. vb.

3- AKP iktidarı veya mevcut iktidar bloğunun önünde bir de Kürt sorunu vardır. Gelsin bir başka yarış (ve gerilim) kulvarı: Kim “şahin”, kim “bir an önce çözülsün” diyor? Kim “özerkliğe” ve/veya “federal yapılanmaya” hayırhah bakıyor, kim şiddetle karşı, vb. vb.

Kimse, “peki, bu son söylenenlerin altına ne yakışır?” diye sormasın. “Teorik çözümleme” denen şeyin de bir adabı, bir sınırı vardır ve bu kadarı yeterlidir. Ama çok ısrar edilirse, belki CHP’deki olası gelişmeler, bürokrasinin belirli yerlerinde hâlâ yer tutup ya sabır çeken “zinde güçler” ve bir
iki başka olgu işin içine katılabilir. Ancak gene de, teorik temelin altına yakışan üç madde başattır. Elbette, bu maddelerin kendi aralarındaki ilişkiler, etkileşimler, değiştiricilikler ve bunların sonucu ortaya çıkabilecek yeni dinamiklerle birlikte.

Bütün bu söylenenlerden bir çıkarsama yapmak gerekirse, şunların söylenmesi mümkün görünüyor.

2’nci ve 3’üncü maddeler, yani ABD’nin çok yakından hissedilen soluğu ve Kürt sorunu bağlamındaki gerilim ve yarışın, mevcut iktidar bloğunu paramparça edici boyutlara ulaşması mümkün görünmemektedir. “Yerine göre öyle görünme” ve tribünlere oynama manevraları dışında, iktidar bloğundaki hiçbir öğenin Amerikancılıkta diğerinden aşağı kalır yanı yoktur. Zaten ABD’nin de, kendisi için yarışan kesimlerin heveskârlığını keyifle izlemek ve bundan nemalanmak varken tutup birini tercih etme gibi bir aptallık yapacak hali yoktur.

Taşıdığı önem ne olursa olsun, Kürt sorununun da “iktidar bloğunu parçalayıcı” gücü hakkında hayallere kapılmamak gerekir. Bir sorunda, “şahin olanı” geçtik “diyalogcu” olan bile bu diyalogculuğu ancak diğer tarafın içine ajan-muhbir-provokatör sokarak becerebiliyorsa, çekin kuyruğundan gitsin…

Ellerinin altında, hep beraber yararlandıkları bunca nimet varken, üstelik kendi bakışlarıyla önlerinde bunca fırsat, “yıldızın parlayacağı an” görürlerken, Kürt halkı için arayı bozacak halleri yoktur.

Sonuçta, bir noktada iktidar bloğunun çatlamasına yol açar mı, açmaz mı, orası ayrı; ancak, bundan sonra de sürecek gerilimlerden söz edilecekse, yukarıdakilerden 1’inci maddeye bakmak çok daha yerinde olacaktır.

Kuşkusuz, diğer 2 madde de önemlidir; ama bunların da asıl 1’inci maddenin ağırlığıyla “üst-belirleneceği” söylenebilir.


(*) Yazının başlığı, yazarın “hayattan”, bu ülkedeki insanların merak ve duyarlılıklarından kopmamış olduğunu, icabında gündelik anaakım dili de kullanabileceğini göstermek, en önemlisi soL okurları dışındaki kesimlere de hitap edebilmek amacıyla böyle konulmuştur. Bu minvalde, örneğin “Uzun Tutukluluk Süreleri Vicdanları Yaralıyor” başlıklı bir yazı da yazabilirdim, ama şimdiki daha güncel.

(SolHaber)

Metin ÇULHAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1555