ACILARIN KERTENKELESİ

~ 18.02.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~

İnsan dediğimiz varlığın, bugün erişmiş olduğu gücü, o gücü nasıl kullandığı, doğa karşısında kazandığı üstünlüğü, doğayla yürüttüğü yarıştaki ölçüsüzlüğünü, kendi cinsine yaşattığı acıları anlamak, aslında pek kolay bir şey olmasa gerek. Doğaya kafa tutabilen insanın elde etmiş olduğu bu güç, gerçek anlamda kimlere aittir, bu güçten kimler, nasıl yararlanıyor, işte orası adamakıllı karışık. İster ülkeler, ister dünya ölçeğinde olsun, insanların büyük çoğunluğu bir avuç insanın refahı için debeleniyor. Büyük çarkın döngüsü içinde, bireyler açısından kurtuluşun basit bir formülünü ya da toptancı çözümleri üretivermek, insanın varlık serüvenine bakıldığında çok da kolay gözükmüyor.

Yerküremizin yaşının yaklaşık 4 buçuk milyar yıl olduğu kabul edilmekte. Çeşitli kaynaklarda insansıların 5 milyon yıl, homo erectusun 500 bin yıl, modern insan denilen Homo Sapiens’in ise 200 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu belirtiliyor. Üzerinde yaşadığımız yerkürenin, modern insanın doğuşuna göre çok daha yaşlı olduğu açık. Dünyamızdaki canlıların yerküredeki varoluş süreçlerini daha iyi kavramak, jeolojik çağların kapsadığı milyarlarca yıllık dönemlerin anlaşılabilir olmasını sağlamak bakımından bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum. ‘‘Bitkilerin En Güzel Tarihi’’ isimli bu eserde(*), üç bilim insanının Jean-Marie Pelt, Marcel Mazoyer, Theodore Monod’nun, gazeteci, Jacques Girardon ile yaptıkları bir söyleşi yer almakta. Kitabın önsözünde, bu milyar ve milyon yılların anlaşılabilmesi için basit bir örneklemeye başvurulmuş. Yazar şöyle diyor; “Şimdi, yerkürenin yaşı olarak kabul edilen 4,5 milyar yılı, 100 yaşa eşit kabul edelim ve Gezegenimizin 1 Ocak 1900'de doğmuş olduğunu varsayalım. Aynı zaman oranını koruduğumuzda yaşam 1923'te ortaya çıkar. Bitkiseldir ve tabii ki son derece ilkeldir! Tekhücreli ilk yosunlar çok geç bir dönemde çekirdeğe kavuşur; 1986'da! Bitkilerin denizden kopup karaya uyum sağlaması 1991'de! Olaylar hızlanır: 1994'ten sonra kozalaklılar boy verir. 1996'da memeliler ortaya çıkar, bunu 1998'de çiçekli bitkiler izler. İlk antropoidlerin izleri 1999 Temmuz ayına uzanır. Homo Sapiens dönemi 6 ay sonra başlar: 31 Aralık günü, akşama doğru. Aynı yılbaşı gününde, yani 31 Aralık 1999'da, saat 22.04'te, gece yarısına 1 saat 56 dakika kala neolitik insan tarımı keşfeder...’’

Yerküre ve diğer canlılara göre çok genç, hatta bebeklik evresinde sayılan insan, doğaya karşı savaşında başarılı olmuş gibi gözükmektedir gözükmesine de, yakaladığı hızı aynı yöntemlerle sürdürmesi durumunda nereye doğru savrulacağı, gerek doğaya gerekse kendi cinsine karşı yürüttüğü uygulamada hangi duraklarda beklemek zorunda kalacağı sorgulanmaya muhtaç hale gelmiştir. Hep daha çok kazanmak, biriktirmek, birikeni belli ellerde toplamak üzere kurgulanmış olan düzen, uyguladığı yöntemlerde çok acımasız olmakla birlikte, biraz çelişki gibi görünse de, gerçek atılımlarını da hep akıl ve bilim aracılığı ile gerçekleştirmiştir.

Ne var ki, elde edilen değerler, onları üretenlere dağıtılmış, emeğe göre paylaştırılmış değildir. Tüm insanlık tarihi boyunca da bu durum aşağı yukarı böyle süregelmiştir. Daha aydınlık, daha paylaşımcı bir dünyaya ulaşabilir miyiz bilmiyorum. Bir insan ömrü içine sığanlar, bireysel tarihimiz açısından bakıldığında, pek azımsanamayacak yoğunlukta olsa da, zaman dediğimiz süreçte neyin ne kadarına tanıklık edeceğimiz, süreci nerede noktalayacağımız meçhul. İşte belki tam da bu nedenlerden ötürü, yaşam çizgisinde ilerlerken, aksini her kim söylerse söylesin, başımızı her zaman dik tutarak düşünmek, akla, bilime, hukuka, ve topluma sırtımızı dönmeden yaşamak her şeye karşın mümkündür, öyle olmalıdır, çünkü gerçekte başka seçenek yoktur.

Geçtiğimiz günlerde gazetelerde ve birçok internet sitesinde bir habere rastlamıştım. Hepsinde aynen şöyle yazıyordu: “Nadir görülen bir tür kertenkele, önce buz gibi soğuk bagaj bölümünde yaklaşık 5 bin kilometre yolculuk etti, bu yetmezmiş gibi bir de çamaşır makinesinde yıkandı. Kertenkele, başına gelen bunca şeye karşın hayatta kalmayı başardı.” İngiltere'nin güneybatısında yaşayan bir kadın, Afrika’nın en batı ucundaki, Yeşil Burun veya Issız Adalar anla­mına gelen Cape Verde –kabu verde diye okunuyor- adalarından evine döndüğünde, bavulundan çıkardığı giysilerini çamaşır makinesinde yıkıyor. Makineden çamaşırlarını çıkarırken çamaşırların arasından 15,2 santimetre uzunluğunda Chioninia türü bir kertenkele düşüyor. Kertenkelenin öldüğünü zannediyor ve nedense üzerine bir tencere kapatıyor. Daha sonra bir arkadaşı ile tencerenin ucunu kaldırıp baktığında hayvanın hareket ettiğini görüyor, onu sabaha kadar bir kutuda saklıyorlar. Sabahleyin kertenkeleyi çok daha sağlıklı görünce bu kez, yakınlarındaki bir kentte bulunan Vahşi Yaşam Doğa Parkı’na götürüyorlar. Doğa Parkı yetkilileri, çamaşır deterjanı ciğerlerine zarar verdiği için kertenkeleye özel bir bakım gösteriyorlarmış. Yazıların hepsinin başlığı “Acıların Kertenkelesi Larry”(**)idi. Anlaşılan hiç pes etmemiş, doğasına aykırı onca serüvene karşın yediği darbeleri de ustalıkla atlatmış. Yaşam için gösterdiği direniminden ve ısrarından dolayı kutluyorum kertenkeleyi. Eh, biraz şanslı olduğunu da kabul etmek gerekir.

Şöyle bir kendi durumumuza baktım da, yakında, bir kertenkele kadar olamadığımızı düşünmeye başlayacağım!

(*) Bitkilerin En Güzel Tarihi; Jean-Marie Pelt, Marcel Mazoyer, Theodore Monod, Jacques Girardon; Çeviren Necdet Tanyolaç; T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, 2005, s, 9

(**) http://www.cnnturk.com/2012/yasam/diger/02/08/acilarin.kertenkelesi.larry/648246.0/index.html
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/02/08/acilarin-kertenkelesi-larry

 

Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 2719