Yargıda Tutuklama Alışkanlığı

~ 09.02.2012, Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR ~

08.02.2012


Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, ‘mahkûmiyet ve suçluluk’ ile aynı nitelikte görülen bir ‘hak ve özgürlükten kısıtlanma’ dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur.

Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR Yeditepe Üni. Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğr. Üyesi

Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, yargı dünyamızda son yıllarda giderek yaygın hale gelen tutuklamaile ilgili Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinin 2. fıkrasını değiştirmektedir.

Konuyu yeterince ve açıklıkla ortaya koyabilmek için, önce 101. maddenin tümünü ve değiştirilen ikinci fıkrayı aktarmak yararlı olacaktır.

1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya resen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir.

2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.

Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.

3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.

4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhal serbest bırakılır.

5) Bu madde ile 100. madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.

Değiştirilmek istenen 100/2. madde aynen şöyledir:

Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.

Her iki fıkranın karşılaştırılmasında, yürürlükteki hükümde yer alan Hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilirşeklindeki cümleciğin, a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilircümleciği haline getirildiği görülmektedir.

Tutuklama ile ilgili bu değişiklik, iktidar yetkililerince reform olarak topluma sunulmaktadır. Acaba bu değişiklik gerçek bir reform mudur? Bu değişiklik, ülkemizdeki tutuklama alışkanlığını ortadan kaldırabilecek midir? Bugün cezaevlerindeki yüz bini aşmış kişinin yarısını oluşturan tutukluların sayısını bu değişiklik azaltabilecek midir? Türkiyemizin siyasal ve toplumsal yaşayışına yön vermiş yüzlerce değerli insanın tutuklanması durumunu etkileyecek midir?

Reform olarak nitelenemez

Yürürlükteki CMK 100-108. maddeler arasında düzenlenen tutuklama ile ilgili kurallardan sadece birinde bir değişiklik yapılması ile bu sorulara olumlu cevap verilebilmesi çok zor görünmektedir. Üstelik bir maddedeki bir fıkranın bir cümleciğinin değiştirilmesinin bir reform olarak nitelendirilmesi çok yanlıştır.

Aslında tutuklama ile ilgili durumu yeniden ele almak ve yürürlükteki CMK maddelerini çok iyi incelemek gerekmektedir.

Öncelikle şunu vurgulamamız gerekiyor ki, 2005te yürürlüğe giren CMK, suç karşısında şüpheli olarak gördüğü insanı savunmasız bırakan ve haklarından, özgürlüklerinden soyutlayan bir düzen kurmuştur. Bunu, yakalamada, gözaltına almada, aramada, kolluk, savcı ve yargıç sorgulamasında, telefonların dinlenmesinde, teknik izlemede saptayabilmek mümkündür. Bunların yanı sıra, adli yargıdaki, olağan mahkemeler ve özel yetkili-görevli ağır ceza mahkemeleri ikiliği ya da bölünmüşlüğü, kurulan yargı düzenini gittikçe ağırlaştırmakta, insana karşı bir düzenhaline getirmektedir; kovuşturmalarda gizlilik kararlarının daha sıklıkla alınması, bu durumun bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, mahkûmiyet ve suçlulukile aynı nitelikte görülen bir hak ve özgürlükten kısıtlanma dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur. Tutukevinin ayrı bir mimarisi, topluma açık bir konumu, sağlık, eğitim, dinlenme, spor, gelişim olanakları bulunmamaktadır.

Tutuklular, hükümlülere o kadar çok benzetilmektedir ki, infaz ile ilgili ayrı bir kanunları bulunmamaktadır. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 108. maddesi hep hükümlülerle ilgili iken, sadece 3 maddesi tutukluların haklarına ilişkindir. Aynı kanunun 116. maddesinde hükümlülerle ilgili bazı maddelerin tutuklular için de uygulanabileceğini belirtmektedir. Bu nedenledir ki, nice tutuklular, cezaevlerinde tek başlarına yaşamaya zorlanmakta, izinli olarak dışarı çıkarılmamakta, kötü sağlık koşullarına sürüklenmektedir.

CMKdeki düzenleniş biçiminde ise tutuklamanın koruma tedbiri niteliğinin çok aşıldığı görülmektedir. CMK 100/3. maddede gösterilen kimi suçlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunması, tutukluluğun nedeni olarak kabul edilmiştir. Uygulama kuvvetli suç şüphesini genellikle göz önünde tutarak sadece suçun işlendiği varsayımına dayanmış ve sık sık kararlarını vermiştir. Bu suçların sadece TCKdeki sayısı otuz civarındadır; TCKdeki suç sayısının iki yüz yetmiş civarında olduğu düşünüldüğünde, on suçtan biri tutuklama için neden olarak kabul edilmektedir.

CMK 100/3. maddede belirtilen bu suçlar, uygulamada, tutuklama yönünden aşırı bir eğilim oluşturmuş ve binlerce kişinin hak ve özgürlüğünden yoksun bırakılmasını sonuçlamıştır.

CMK 100/3. maddede sıralanan suç biçimleri tutukluluğun devam etmesinde de hep öne çıkarılmakta, bu neden kullanılarak tutukluluk aylarca, yıllarca sürüp gitmektedir.

Türkiyemizde, tutuklama süresi çok uzundur. Yıllarca süren tutukluluk hali, insan haklarına aykırıdır; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 30.09.1985te verdiği Elvan Can / Avusturya kararında 1 yıl 2 ay devam eden tutukluluk halini Sözleşmenin 5/3. maddesine aykırı bulmuştur. Bir yıl iki aylık süreyi, makul tutukluluk süresinin aşılması olarak gören AİHMnin kararı ile Türkiyedeki durum karşılaştırıldığında, içinde bulunulan hukuka aykırı ve hukuku ihlal eden durum daha iyi anlaşılabilmektedir.

 

09.02.2012


Ülkemizde tutukluluk sürelerinin uzunluğunun yanı sıra tutuklama ya da bunun devamına ilişkin kararlar hep soyut olarak, gerekçesiz verilmektedir. “Kaçma şüphesi, suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin karartılması, tanıklara baskı yapılması” gibi nedenler hep gerekçe olarak gösterilmektedir. Oysa mahkemelerin tutuklama gibi çok önemli bir kararı verirken, kanunda yazılı nedenleri tekrarlamaması, bu nedenlerin somut dayanaklarını açıkça belirtmesi gerekmektedir. Örneğin, tutuklanacak ya da tutukluluğa devam kararı verilecek şüphelinin soruşturmada ya da kovuşturmada ne şekilde gizlendiği, kaçmaya teşebbüs ettiği zaman, yer itibarıyla açıklanmalıdır.
Türk yargısı bu yola başvurmamakla AİHS’nin 5/4. maddesine aykırı davrandığı gibi, CMK. 101/1 ve 2. maddesine de aykırı hareket etmektedir. CMK 101/1 ve 2. maddesinde tutuklama kararının gerekçeli olması gerekliliği vurgulanırken, “değişiklik tasarısı”nda aynı gerekliliğin tekrarlanması bir yenilik sayılmamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 27.06.1978 tarihli Neumeister / Avusturya; 02.06.1993 tarihli W / İsviçre; 06.04.2000 tarihli Labita / İtalya ve 06.06.2000 tarihli Cesky / Çek Cumhuriyeti kararlarında, tutukluluk kararlarında ya da tutukluluğa itirazın reddi kararlarında, yargının mutlaka sebeplere ilişkin kanıt / delil göstermek zorunda oluşunu vurgulamıştır. (1)
Tutuklamada, uygulama nedense CMK 105. maddesini görmezden gelmekte, maddenin içeriği ile ilgilenmemektedir. Tutuklamaya yapılan itirazla ilgili yapılacak yargılamada dikkate alınması gereken önemli bir nokta, sürekli olarak savsaklanmaktadır. Madde aynen şöyledir:
“103 ve 104. maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir.”
Maddede açıkça tutukluluğa son verilmesi, şüphelinin salıverilmesi isteminde “cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü”nün alınması aranmaktadır. Oysa uygulamada tutuklamaya veya devamına ilişkin yargılamada mahkemeler dosya üzerinde inceleme yapmakta, verilmiş dilekçeler, cumhuriyet savcısının yazılı istemini tetkikle yetinmekte, kısaca tarafları görmeden, dinlemeden, duruşma yapmadan karar vermektedir.
Oysa, CMK 105. maddenin gerekçesinde aynen şöyle denilmiştir: “Salıverilme isteminin reddi veya kabulü hakkındaki karar, cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya avukatları dinlendikten sonra verilecektir; böylece savunma hakkına verilen önem vurgulanmıştır…” (2)Kanunun gerekçesinde, kanun koyucu duruşma açılması zorunluluğunu ortaya koyarken, uygulamada bu durumla hiç karşılaşılmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’deki bu uygulamayı Sözleşme’nin 5/4. maddesini ihlal edici nitelikte bulmaktadır. Mahkemenin 03.05.2007 tarihli Koşti / Türkiye, (3) 07.07.2009 tarihli Cahit Demirel / Türkiye (4) kararlarında, tutukluluğa karşı itirazlarda “çekişmeli yargı hakkı verilmemesinin etkin bir yargı yolu olmamasını”, ihlal nedeni olarak kabul etmektedir.
CMK’de bu noktada mutlaka bir değişiklik yapılmalıdır. Tutuklama kararlarına karşı itirazlar dosya üzerinden, duruşma açılmadan değil, duruşma açılarak karara bağlanmalıdır.
Bu konuya ilişkin önemli bir kanun değişikliği teklifi, CHP milletvekilleri Sn. Öztürk – Tarhan – Türmen – Aldan tarafından verilmiştir. CMK. 102/2. fıkrasının değiştirilmesi için önerilen değişiklikte, “Tutukluluk ve tutuklamanın devamı kararları çekişmeli bir duruşma sonucunda verilir” denilmektedir.
Tutuklama ile ilgili başka bir ilginç ve tutarsız düzenleme, CMK 102 ve 252/2. maddelerinde yer almaktadır. CMK. 102/1 ve 102/2. maddelerdeki tuhaf Türkçe yazım tarzı, uygulamada uzun süre tereddütler yaratmıştır.
Ağır cezalık işlerde tutukluluk süresini en fazla iki yıl olarak öngören bir kanunun, uzatma süresini üç yıl olarak belirtmesi mantığa aykırı değil midir? Ardından CMK 252/2. madde ile bu süreleri iki katına çıkarmak, “öngörülen güvencenin geri alınması” değil midir? Türkiye, tutuklama yanında başka yargılama önlemlerini uygulamaya koymak zorundadır. Tutuklamanın çok fazla uygulanması karşısında bu zorunluluk hissedilmektedir. Hukukumuzda “tutukluluğa seçenek önlemler” adı altında yeni önlemler düzenlenmeli veya adli kontrolün alanı genişletilmelidir. Tıpkı “konuttan dışarı çıkamamak, elektronik izleme sistemi kurmak” gibi. TBMM’de bekleyen kanun değişiklik tasarılarından birinde CMK 109’daki adli kontrol yükümlülüklerinden biri olarak “konuttan dışarı çıkamamak” öngörülmüştür. (5) Bunun yanı sıra genel Sayın. Öztürk - Tarhan - Türmen - Aldan’ın hazırladıkları kanun tasarısında elektronik izleme önerilmiştir. Bu ve bunun gibi önlemlerle tutuklama ve adli kontrol kurumlarının tekdüzeliği ortadan kaldırılabilecektir.
Bu kısa inceleme bize şunu göstermektedir ki, özelde tutuklama, ama genelde CMK yeniden gözden geçirilmelidir. CMK ve getirdiği kurumlar yedi yıl gibi kısa sürede kişinin kaybına neden olacak kadar ağır sonuçlar vermektedir. İnsan hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılmaktadır.
Ceza yargılamasının asıl amacı, insanın ezilmesi değil, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan araştırmalarda, kişisel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır.
1 GÜLTAŞ, Veysel, “Tutuklama ve Kanun Yolları”, s. 19, 69, 87
2 YALVAÇ, Gürsel, “Karşılaştırmalı, Gerekçeli TCK, CMK, CGTİK ile ilgili Kanun ve Yönetmelikler”, Adalet Yayınevi, s.708
5 Bkz. www.kgm.adalet.gov.tr Erişim tarihi:19.01.2012

(Cumhuriyet)

Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR | Tüm Yazıları
Hits: 3616