Derin Devlet Nerededir?

~ 04.02.2012, Prof. Dr. Haldun GÜLALP ~

Derin devleti nasıl biliriz? Bizim duymaya alıştığımız yarı-fantastik, yarı-ürkütücü hikaye şudur: Demokratik yöntemlerle seçilen bir hükümet vardır; bir de onun gerisinde asıl ipleri elinde tutan (artık asker mi desem, ABD mi, Gladio mu, MİT mi, yoksa cemaat mi desem?), yüzeyde görünmeyen, “derin” bir iktidar yapısı, somut bir kurum vardır. Demokratik yöntemlerle seçilen hükümet ancak bir noktaya kadar iktidara sahiptir; onun ötesi, derin devleti oluşturan kurumun elindedir.
            
Ben başka bir tanım önereceğim: Derin devlet, kollektif günahlarımızın saklandığı kasadır; derin iktidar, o kasanın bekçiliğini içerir. Derin devleti somutlaştıran bir kurum arıyorsanız, o kasanın bekçiliğini yapan(lar)a bakınız. 
            
Tıpkı bir aile (veya benzer bir küçük topluluk) içinde olduğu gibi. Ailelerin de hem dışarıdan, hem de içeride kendi üyelerinden sakladıkları, hiç konuşulmayan, sözünü etmek en azından ayıp sayılan, sorulduğu zaman geçiştirilen, çarpıtılan veya baskı ve tehditle üstü örtülen sırları vardır. Bu şekilde saklanan gerçekler yok olmazlar. Onların varlığı aslında bilinir ya da en azından hissedilir; ama “oturma odasındaki fil,” ortak bir sessizlik paktı uyarınca, görmezden gelinir.*
            
Aile içerisinde, o filin neden orada olduğunu bilmedikleri halde, çaresizlikten, korkudan veya alışkanlıktan dolayı, hiçbir zaman sormayan ve öğrenmeyenler de olacaktır; o filin nereden oraya gelip oturduğunu bilen, ama bu bilgiyi sır olarak saklayan kişi(ler) de olacaktır; daha önce  bilmeyenler arasından, “güvenilir” oldukları için bu sırrın yavaş yavaş paylaşılmaya başlandığı ve ileride bu sırrı taşımakla görevlendirilecek aile fertleri de olacaktır. 
            
Sırrı bilenler tabii ki iktidar konumundadırlar. Sır ile iktidar bir arada gider. İktidarın bedeli, sırrın verdiği yükü taşımayı da içerir. Güvenilmeyen üyelere bilgi verilmez; onlar dışlanırlar, baskı altında tutulurlar, hatta çok bir merak ifade ederlerse, ihanet ile suçlanırlar. İktidarı devir teslim zamanı geldiğinde, güvenilen fertlere bu sır aktarılır; bu sefer onlar bu koruma görevini sürdürürler. İktidarda kalıp o sırrı koruma görevi üstlenilen süre uzadıkça, yeni sırlar oluşur. Çünkü sır saklamak kolay değildir; o zor görevi sürdürürken, ister istemez yeni yalanlar söylenir, yeni günahlar oluşur. 
            
Günahlar arasında bir ayrım yapılabilir mi? Aralarında bir hiyerarşi oluşturup, “senin daha önce işlemiş olduğun günah”, “benim birazcık göz yumduğum günah”, “senin günahını koruyacağım derken, benim kendi işlemek zorunda kaldığım günah”, vb., ayrımlar yapmanın bir anlam veya işlevi var mıdır? Günahlar arasında doğal geçişler yok mudur? 
            
İşte bu geçişlerin ve bağlantıların kaçınılmaz olduğu ortaya çıkınca, günahlara ortaklık halkası da genişlemiş olur. Dahası, ne kadar bulaşırsanız o kadar “güvenilir” olursunuz. Çok ironik, değil mi? Tıpkı en sert tehditleri savuranların, en hassas “kırmızı çizgilere” sahip olmaları gibi.  (Hem sert, hem de çıtkırıldım!) 
            
Peki, günahların birbirleriyle bağlantılı olduğunu bilmeden iktidar olunabilir mi? Olunabilir, ama bu iktidar kalıcı olamaz. Kendinden önceki günahların sırlarını ifşa ederek kendini temize çıkarma çabası gösterilebilir, ama bu arada bizzat iktidar konumunun yeni günahlar yarattığı, dolayısıyla onların da saklanması gerektiği farkedilir. Bu işi neresinden tutsak da çeksek diye şaşkınlık yaşanırken, kendi ayağına kurşun sıkılabilir, güvenilmez olunduğu ortaya çıkabilir, vs.  
            
Peki “kollektif günah”demek neyin nesi? “Benim haberim bile yoktu, beni neden ortak sayıyorsun?” diyemez misiniz? Tabii ki dersiniz. Ne var ki, “benim haberim bile yoktu; birisi yan cebime koymuş, ne yapayım?” dediğiniz anda, zaten o çıkar halkasının bir yerine suskunluğunuzla katılmış olursunuz. Sizi birinci dereceden sorumlu sayamayız; bu büyük haksızlık olur. Ama herkesin kendi çevresine ve topluluğuna bir bağlılığı yok mudur? “Kollektif” derken o bağı kastediyoruz. Biraz da bu nedenle değil midir ki “halk ne istiyorsa ben onu yapıyorum” demek (ve öyle yapmak) her zaman “insan hakları ve demokrasiye saygılı” bir sonuç üretmez.
            
Derin devlet bizim dışımızda yer alan herhangi bir kurum değildir. Derin devlet bizim içimizdedir. 
 
 
 
*  Bkz. Eviatar Zerubavel, The Elephant in the Room: Silence and Denial in Everyday Life, Oxford University Press, 2007.
 
(Birikim)
Prof. Dr. Haldun GÜLALP | Tüm Yazıları
Hits: 2373