İNSANSIZ...

~ 06.01.2012, Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU ~

BDP milletvekili Gülten Kışanak’ın, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmayı dinlerken, iyice farkına vardığım ya da artık öğrendiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum. Kimin haklı, kimin haksız, ya da neyin doğru, neyin yanlış olduğundan bağımsız olarak, bir “durum” resmi canlandı gözümde. Resme bakan herkes kendince bir adlandırma yapabilir elbette. Ama adı ne olursa olsun, ortada bir “insanlık” sorunu olduğu tartışmasız…
***
Gördüğüm resme uygun bulduğum ad ve çağrıştırdıkları:
Ortam, yerkürenin en karmaşık coğrafyası… Bir yanda en koyu karanlıkların gözleri kör ettiği, en dipsiz kuyuların ağız şapırdattığı, nehirlerinde kan akan ve toprakları ölüm kokan bir garip ülke…
Diğer yanda, en parlak güneşin üstüne doğduğu, en mavi denizin kıyılarını okşadığı, en yeşil zeytinin ve en sarı buğdayın yetiştiği bereketli topraklar…
İnsanlığın en eski kültür mirasıyla, en yeni dininin ebedi savaş alanı…
Ve en renkli gökkuşaklarının görüldüğü, en büyülü masallarının yaşandığı, insanın ilk ayak bastığı kutsal ve lanetli topraklar…
Zaman, bazen onbirinci, bazen yirmibirinci yüzyıl… Bazı geceler ay aydınlık, bazı günler zifiri karanlık çevre… Bir bakmışsın, zemheride gül açmış, bir bakmışsın gül dalında karaçalı…
Ve her daim, “birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz”, birlikte ve beraberce zıvanadan çıkmakta olduğumuz zaman…
Ürün, hem dost hem düşman, hem hain hem sadık, hem melek hem şeytan, hem zalim hem mazlum, hem iyi hem kötü, hem güzel hem çirkin… Tüm zıtlıkları barındıran, coğrafyasından daha karmaşık bir insan malzemesi…
En çok Türk katleden Türk de, en çok Müslüman katleden Müslüman da var ürünler arasında. Ve en çok Ermeni kesen Kürt de…
Yetmişiki millet, bir o kadar da farklı inanış…
Musa’sı da bol bu toprakların, Firavun’u da…
Kısacası; bu toprakta her biri farklı renkte ve her biri farklı kokan, binbir çeşit gül yetişir, her mevsim. Büyülüdür gülleri bu toprağın. Ellerin kan revan olsa da, o güllere sıkıca sarılmaktan alıkoyamazsın kendini.
Garip bir duygudur, bu coğrafyada yaşamak. Garip ama insani…
***
Başka bir coğrafyada, buharlı makinenin icadı ile başlayan sanayi devrimi, altındaki zengin petrol kuyuları dolayısıyla, bu topraklara (zorunlu) ilgiyi daha da artırdı. Kapitalizmin sınır tanımaz açgözlülüğü, bu toprakların feodal kültürünü dönüştürmekte gecikmedi. Ama bu dönüşüm, ne yazık ki işbirlikçi bir zengin sınıfı yaratmaktan öteye geçemedi. Bu durum, aslında bilinçli bir seçim sonucuydu. Çünkü, kar ve sömürü düzeni olan kapitalizmin, karına ortak yaratmak işine gelmez. Uyum içinde çalışabileceği, işbirlikçilerin varlığı gerekli ve yeterlidir…
Uyumlu ve sorunsuz bir işbirliği, ancak işbirlikçilerin kendilerini rahat ve daha da önemlisi, güvende hissedecekleri bir düzenden geçebilir. Yani, uluslararası sermaye, işbirlikçilerini korumak ve onların bölgesel egemenliklerini sürdürmek zorundadır. Bunun için tam anlamıyla; “gereken her şey” yapılmalıdır. Bu “her şey” tanımına girmeyen hiçbir şey olamaz. Yani, büyük planın bozulması hususunda, kesinlikle “sıfır tolerans” yöntemi izlenmelidir.
***
Demokrasi getirmek, uygarlaştırmak ya da her ne adla olursa olsun, kapitalistler, “suret-i hak”tan görünerek, yüzyıllardan beri “barbar” veya “ilkel” Doğu’yu hep elinin altında tutmak istemiştir. Bunun için, her dönem kendisine, gözükara işbirlikçiler bulmasını da bilmiştir. (1)
İşin ilginç yanı, işbirlikçilerinin kendisine benzemesini ve giderek kendisi gibi olmasını da istemez, uluslararası güçler. Bu durum, oldukça da pragmatik ve doğru bir yoldur, sömürgeci için. Bu yolla, hem kendisine rakip yaratmamış olur, hem de sömürge topraklarındaki halkları daha kolay kontrol edebilir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin “batılılaşma”, “aydınlanma” ve nihayet “demokratikleşme” serüvenlerinin iyi analiz edilmesi gerektiği kanısındayım. Birinci Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa süre sonra, tasfiye hareketinin de başlamış olması ve çok kısa sürede tamamlanması, sanırım buna iyi bir örnektir. Sömürülecek halkın, geleneğine, kültürüne ve yaşam tarzına müdahale etmeden, dünyayı kavramasına olanak tanımadan, kendi dünyasında mutlu olmasını sağlamak pek akıllı bir yol olsa gerek, emperyalistler için.
Yoksa, Evangelistlerle Müslümanlar, nasıl bu kadar sıkı bir “dostluk” içinde olabilir. Ortak bir tespihimiz var artık. Beş vakte, beş daha katarak, doksandokuz kez;
“We trust the God, elhamdulillah.”
“We trust the God, elhamdulillah.”
“We trust the God, elhamdulillah.”
***
Bu toprakların mutlak egemeninin, “Sünni İslam” olduğu, dolayısıyla, uluslararası sermaye ve emperyalist güçlerin, bu egemen anlayışla uyumlu ve işbirliği içinde olduğuna inanıyorum. Bu egemenlik figürünün yanında, dönemsel olarak başka figürler de yer almış olabilir. Türk egemenliği de bunlardan biridir sadece. Yayılma dönemi ve kısa süreli beylikler dönemi hariç, ne Selçuklular ne de Osmanlılar, Türkün egemenliği ya da zaferinin peşinde olmamışlardır.
Esasen, bir yönüyle uluslaşma projesi de olan, Birinci Cumhuriyet, ilk kez “Sünni İslam” egemenlik figürünün yanına (zaman zaman da önüne) bir ulus (Türk) figürü koymakla, geniş Ortadoğu coğrafyasında, derin ve köklü bir sarsıntı yaratmıştır. Anlaşılan o ki, bu sarsıntı sömürgeciler için de tehlike oluşturmuş ve hızla önüne geçilmiştir.
“Nereden çıktı bu Kürt meselesi?” diye şaşkınlıkla yıllar yılı, karnımızdan konuştuğumuz sorun da, bir yönüyle uluslaşma projesinin yarattığı bir sorundur. Çünkü, yüzyıllardır, “Sünni İslam” egemenliği altında, iyi kötü bir şekil alan ülkede, zor da olsa, “Elhamdulillah müslümanım” demek “artık” (2) kanıksanmışken, herkesin itirazsız “Ne mutlu Türküm diyene” demesini beklemek, gerçekçi bir beklenti olmasa gerek. Üstelik, uluslaşma projeleriyle, tabiri caizse “cukkasını düzelten” kapitalizmin, sınırları kolayca aşabilmek için, “ulus” ayak bağından kurtulmak istediği bir dönemde…
***
“Uygarlık” artık yeni bir aşamaya varmış durumda. Bu aşamada, uluslararası güçler, yukarıda da değindiğim gibi “sıfır tolerans” politikasına yönelmiş durumdadır. Bir yönüyle de, “sıfır risk” diyebileceğimiz bu yöntemde, artık “insan” unsuru devre dışıdır.(3) Sistem, düşük güvenilirliği ve yüksek riski dolayısıyla, insan unsurunu devreden çıkarıyor. İnsan, yalnızca “müşteri” olarak bir anlam ifade etmektedir bu Yeni Dünya düzeninde.(4) Dünya, sistem için serbest bir pazardır. İnsanlar da pazarın figürleri…
Esir düşen bir savaşanın, insani zayıflıklarından dolayı düşmanın işine yarayabilecek herhangi bir sonucun ortaya çıkmasına neden olmamak için, artık, uydular, radarlar ve insansız araçlar kullanılıyor, egemenlik savaşında.
İnsansız araç ta, kendisine verilen koordinatları yakaladığında, basıyor tetiğe. Kime ya da neye ateş ettiğini sorgulamıyor.
İnsan olsa sorgulayabilir bir ihtimal. Alet sorgulamadan yapar. İnsan beşerdir, şaşar bazen, “iha” şaşmaz…
Oysa, bizim coğrafyamız, her şeye rağmen insan coğrafyasıydı. Acımasız, zalim, vahşi, barbar ve “ilkel”…
Ve tüm özelliklerinin içinde bir “insan” mayası vardı. Daha önce de kaçakçılar kurşuna dizildi bu ülkede. Ama alenen yapıldı, ibret olsun diye hatta, akıllarınca... Hiç olmazsa, gördüklerimiz karşısında yaptıranlara kinlenebildik, vuranı gördük hiç olmazsa, celladın gözüne baktık yiğitçe…
Az da olsa bir umut taşıdık, insafa gelebilir diye katil, vazgeçebilir diye…
Ama bu “iha”lar insansız…
Bunlar insafsız…
Bunlar için insan, bir koordinattan ibaret…
Bunların elektronik beyinlerinde insana, çocuğa, çiçeğe, böceğe, nefrete ve sevgiye dair hiçbir bilgi yok.
Bunlar insan düşmanı…
Bunlar yaşam düşmanı…
Bunlar yok edici…
***
Uludere’de öldürülenlerin kim oldukları, kaç kişi oldukları, kaçının çocuk kaçının yetişkin olduğu, nereden gelip nereye gittikleri ya da ne taşıdıklarının hiç önemi yok, yaşananlardan sonra.
Yaşananlardan sonra, söylenenlerin de önemi yok artık…
Şairin (5) dediği gibi; “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var”  
Artık tetiği sıcak bir parmak çekmiyor.
Çektirenleri ben bilmiyorum. Bilen varsa söyler…
Benim bildiğim;
Biz halkımıza kurşun sıkmayız…
(Yanlışlıkla sıksak ta, parası neyse öderiz.)
Elhamdulillah, Müslümanız…






-------------------------------------------------------
(1)   Yalanlar (Abdurrahman Bayramoğlu- 23/11/2011-Yeni Yaklaşımlar)
(2)   Türklerin İslamlaştırılmasının Resmi Olmayan Tarihi (Erdoğan Aydın)
(3) Homo Sapiens Çağı Sona Eriyor (Abdurrahman Bayramoğlu- 30/3/2011-Yeni Yaklaşımlar)
(4) Beşyüz Milyar Dolarlık Pazar ve Sahibinin Sesi Liberaller (Abdurrahman Bayramoğlu- 4/3/2011-Yeni Yaklaşımlar)
(5)  Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var (Ataol Behramoğlu-Şiir)

 

Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2817