MÜSİAD Anayasası

~ 26.12.2011, Murat SEVİNÇ ~

Pek çok düzenlemeye 'gereksiz' diyerek yer vermeyen kısa anayasa, 'gizli reklamları' yasaklıyor!

MÜSİAD ın Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi ni 1 Aralık ta derneğin genel başkanı Ömer Cihad Vardan (soldan ikinci) basın toplantısıyla anlattı.

MÜSİAD ’ın anayasa metni üzerinde birkaç gerekçeyle durmaya değer: Moda tabirle “kısa anayasa” talebine 78 maddeyle yanıt verdiği için. 2010 değişiklikleri esnasında bir AKP’li bakanın vurguladığı gibi, “karşı tarafın da bazı isteklerini” karşıladığı için. Ve tabii, kurumun adındaki “MÜ” nedeniyle. Kısa anayasa merakının her durumda olumlu sonuçlara yol açmayacağı notunu düşmekte yarar var. Eğer bazı hak ve özgürlüklerin toplumca yeteri kadar sahiplenildiği ve “yasal düzeye” indirilebileceği kanısı varsa anayasa hükümleri sadeleştirilebilir. Dolayısıyla “sadeleştirme”, topluma ve siyasete dair bir gözlemin sonucudur ve o gözlem, kişi ya da kurumların durduğu yerden yapılır. Metin bu açıdan çokça sorun barındırıyor.

Mustafa Kemal
Başlangıç’ta, herkesin “tek bir candan” oluşu gibi romantik ifadeler var. Atatürk’ün adı metinden tümüyle çıkarılmış. “Cumhuriyeti bize emanet eden eşsiz kahramanlar saygı ve şükranla” anılıyor. Milliyetçiliğin çıkarılması yerinde ancak Mustafa Kemal’in adının “harç” olduğunun da kabullenilmesinde yarar var; eğer bu bir uzlaşma anayasası ise. Genel Esaslar insanı hayrete düşürüyor. İlk maddeye, Cumhuriyet’in “üniter” oluşu eklenmiş. Uzayda yaşamıyorlarsa eğer, bu ibare yokken yaşanan yorum sorunlarından haberdardırlar. Dördüncü madde, daha da hayret verici: TBMM’nin ve halkoylamasında seçmenin 2/3’ü isterse temel nitelikler değişebiliyor. Değişmez maddeler hiç olmasa, anlaşılabilir, yalnızca ilk madde bu kapsamda olsa yine anlaşılabilir. Peki seçmen oyuyla temel nitelik değiştirmek de neyin nesi! Zaten metnin geneli, “halkoyuna” iltifatla bezenmiş. Oysa yönetime katılmanın anlamlı yolu, seçim kanunlarındaki değişiklikler ve yerel birimler aracılığıyla da idareyi etkileyebilme şansına sahip olmaktır. Sürekli olarak muhtelif metinleri oylamak değil. Egemenlik tanımı (“egemenlik vazgeçilmez şekilde milletin”) ve destekleyen hükümler açıkça tarihsel çatışmalara referans yapıyor. Örneğin “vazgeçilmez” sözcüğü, kaçınılmaz şekilde DP dönemini, 1961’in özerk kurumlarına tepkiyi, Anayasa Mahkemesini, Başbakan’ın “oligarşik bürokrasisini”, yargıyla çatışmayı vs. hatırlatıyor. Haliyle hiçbir sözcük masum değil! İlk kısımdaki diğer maddelerin eleştirecek yönleri olmakla birlikte olumlu yanları da var. Devletin amaçları, eşitlik, hak ve özgürlüklerin niteliği vs. olağanüstü yönetim güvenceleri ilginç şekilde bu kısımda (7) düzenlenmiş. 1982’nin olumlu özelliklerinden olan, “üç OHAL” yeniden ikiye indirilmiş. Sekizinci madde “kültürel haklardan” söz etmiş ancak bunun ne olduğu belirsiz (madde gerekçeleri olmadığından bazı düzenlemeler anlaşılamıyor).
Geneli hakkında çok özetle: Kişisel/siyasal haklarda, vicdani retçiliğe kapı açılmış (11). Savunma hakkında “anladığı dil” ifadesi var ancak diğer düzenlemeler düşünüldüğünde örneğin “Kürtçe savunma” krizini çözmüş olmuyor. “Serserilik” hala özgürlükten mahrum bırakmanın gerekçesi (12). İnanç özgürlüğü için genel sınırlama nedenleri var ve tahmin edilebileceği gibi, “din dersi zorunlu” (12) ancak “hoşgörü ve farklı inançlara saygının yerleşmesi amacıyla”. Pes! İnanç özgürlüğünün diğer bazı ayakları ise, “kıyafeti inançlara göre belirleme”, “dini günlere, bayram ve törenlere uygun davranma” gibi düzenlemeler. Yani kısa anayasa, bazı konularda hayli cömert. Düşünce özgürlüğünün kullanılmasının sınırlarından biri “toprak bütünlüğü” (ülke ve devletiyle bölünmez bütünlük yerine) (17). Yurttaş tanımı neyse ki, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” ifadesiyle bitiyor. Seçme seçilme hakkına dair sınırlar büyük ölçüde yasaya bırakılmış ancak örneğin “medeni durum” gibi kayıt nedenlerini anlamak güç. Partilerin kapatılmasına dair hüküm, 2010’da TBMM’de reddedileni andırıyor.

Semboller
Sosyal haklarda aile, annelik, çocuk, engelli ve yaşlıların hakları lüzumsuzca ayrıntılı düzenlenirken, “dini sembollerin” eğitim hakkının engeli olmadığı vurgulanıyor (31). Ancak “siyasi semboller” unutuluyor. Özel eğitim kurumlarına göreli bir serbestlik tanınıyor. Anadilde eğitimden söz edilip hemen ardından “ülke bütünlüğüne zarar verecek faaliyet” sınırı getiriliyor (31/7). Katsayı uygulaması anayasa ile resmen yasaklanıyor (31/8). Grev hakkı çalışanlara “verilir gibi” yapılıyor; şu kayıtla: “Daha önce yapılan toplu sözleşmelerden doğabilecek yükümlülüklere bağlı olmak koşuluyla” (34/3). Marifetmiş gibi, “ötenazi” ve “insan klonlama” yasaklanıyor. Her hastanın “dini vecibelerini yerine getirebileceği” ifade ediliyor (36/2). Pek çok düzenlemeye “gereksiz” diyerek yer vermeyen kısa anayasa, “gizli reklamları” yasaklıyor! (40/3).
Yasama organı bazı ekleme ve çıkartmalarla bugünkünü andırıyor. Üye sayısı 600 (100’ü ülke çevresi). Milletvekili andına, isteyen milletvekilinin “inandığı kutsal kitap ve benzeri değerler” üzerine yemin edebileceği ekleniyor (43/2). İşte bir lüzumsuzluk daha! Üstelik üyeler tüm ulusun temsilcisiyken ve devlet laik iken. Dokunulmazlık sınırlanıyor. Beş yüz bin seçmenin yasa önermesinin yolu açılıyor (47). Hükümeti denetleme yollarında ayrıntıya girilmediği gibi, denetim de kolaylaştırılmıyor. Dolayısıyla tek parti egemenliğindeki bir meclisin (bugün olduğu gibi) gerçek bir denetim yapabilmesi açıkça olanaksız! Yürütme kısmında parlamenter sistem temel tercih. Ancak Cumhurbaşkanını yine halk seçiyor. Bu seçimde, ne yazık ki bugünkü gibi “tek aday” kalma olasılığı var (Fransa’da bu durumda seçimin iptal edildiğini bilmiyor olabilir mi hazırlayıcılar?). Yetkileri sistematik şekilde sayılmış. Tek başına yaptığı işlemlere karşı yargı yolu yine kapalı! Yargılanması konusundaysa “devleti ve milleti” temsil ettiği unutulmuş gibi. Bakanlar kuruluna dair hükümler sorunlu. “Gelenekler” madde haline getirilmeye çalışılıyor (55). MGK yok. İdare, ne yazık ki Kürt sorunundan tamamen habersizmişçesine düzenlenmiş. Madde, hem “özerklik” (59/3) hem de “idari vesayet” (59/4) kavramlarına yer vermiş. Olabilir ancak özerkliğin ne anlama geldiği belirsiz. Yargı sistematiği yeni baştan ele alınmış. YSK yargı bölümünde (68). HSYK, 2010’un benzeri ancak yüksek yargının ve TBMM’nin etkisi artırılıyor. Adalet Bakanı çıkarılmış, müsteşarına kıyılamamış. Askeri mahkemeler kaldırılmış. Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu, 2010’dan daha çoğulcu (8 üye TBMM, 5 üye Cumhurbaşkanı, 5 üye Yargıtay ve 4 üye Danıştay) ama seçimlerin nihai aşamasında, yine nitelikli çoğunluk aranmıyor (71). Mahkeme’nin karar ve gerekçelerine dair değişiklikler de var. Son olarak, anayasa değişikliğini iki milyon seçmen de önerebiliyor (77).
Ezcümle MÜSİAD, acemice yerleştirilen tarihsel referanslarla daha çok inançlı kesime hitap etmeye çabalıyor. Olmadık konuları uzatıp özellikle Kürt sorunu açısından dişe dokunur bir şey söylememeyi de başarıyor. Ayrıca, bir anayasanın Atatürk, MGK, YÖK, Diyanet (son ikisi için özerk kurumlar öngörülüyor), askeri yargı vs. çıkarıldığında da “ideolojisiz” olmayacağını ve sürekli “halkoyu” diyerek halkçılık yapılamadığını sergilemesi açısından iyi bir örnek.

MURAT SEVİNÇ: Ankara Üni. SBF

Murat SEVİNÇ | Tüm Yazıları
Hits: 1824