YARGIYLA HESAPLAŞMAK

~ 08.12.2011, Av. Ali Musa SARIÇİMEN ~

Dün Tayyip Erdoğan yargıya yükleniyordu, HSYK ile köprüleri atmış medya üzerinden yargıyla hesaplaşıyordu, bugün ise Kılıçdaroğlu. Dün Tayyip Erdoğan ne kadar haksız veya ne kadar haklıydıysa bugün de Kılıçdaroğlu o kadar haksız, o kadar haklıdır.

Ana Muhalefet Partisi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İzmir’de halka hitap ederken adeta zehir zemberek konuşuyor ve bütün gücüyle yargıya yükleniyor. Yargıda görev yapan hâkim, savcıları çok ağır bir dille “eleştiriyor”.

Kılıçdaroğlu’nun bu zehir zemberek konuşmasına karşılık olarak, HSYK ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor ve “kibar mı kibar” bir açıklama yapıyor. HSYK adeta “haylazlık yapan bir çocuğa” nasihat edercesine, ana muhalefet partisi liderine “çocukluk yapma, hadi özür dile” diyor. HSYK’nın diplomatik dille kaleme aldığı açıklamasının Türkçe karşılığı “Yargı siyasete meze yapılmayacak kadar hassas bir kurumdur. Senin niyetinin de yargıyı yıpratmak olmadığını düşünüyoruz, daha doğrusu böyle düşünmek istiyoruz. Bu nedenle maksadını aşan o sözlerine bir an önce açıklık getir. Bütün yargı mensupları bunu senden bekliyor” diyor.

YARGIYI SİYASETE KİM MEZE YAPIYOR?

HSYK’nın bu açıklaması hâkim-savcı cephesinde, daha doğru bir ifadeyle “kürsüde” ciddi yankı yaratıyor, tam da HSYK’nın istediği gibi bir karşılık buluyor. Hani nasıl söylenir, “eline düşse bir kaşık suda boğacaklar” misali “Yargı” Kılıçdaroğlu’na öfkeli… Öyle böyle değil. Kürsüden inip Kılıçdaroğlu’nun üslubuyla konuşanlar, haykıranlar el üstünde tutuluyor. Daha da kötüsü HSYK da bu durumdan gayet memnun olmuşa benziyor.

Yargı cephesinde görüntü hiç de iç açıcı değil. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının yanlışlığı, doğruluğu bir yana, “Yargının” muhalefete verdiği tepki ve HSYK’nın diplomatik “nazik” çıkışı karşısında rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Yargı dün neydiyse bugünde aynı şekilde iktidarla birlikte muktedir…

Evet, kim ne derse desin HSYK, yargıyı, “kürsüyü” muhalefete karşı kışkırtıyor. Üslubu ne kadar nazik, ne kadar kibar olursa olsun, alttan alta bilerek veya “bilmeyerek” bunu yapıyor. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun kim ne derse desin gerçekte asıl hedefi, kürsü hâkimleri, savcıları değil. Daha doğrusu sarf ettiği o zehir zemberek sözlerin muhatabı HSYK’nın bizzat kendisi ve onun icraatları. Çünkü o sözü edilen atamaları yapan kurum HSYK. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun doğrudan muhatap o. Peki, HSYK ne yapıyor? Sanki bu süreçte hiç payı, sorumluluğu yokmuşçasına, söyleneni üstüne almıyor, görmezden geliyor ve kürsü hâkimlerini kendine siper yapıyor.

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında anlaşılmayacak bir şey yok. Anlaşılan o ki CHP, Yargıyla “köprüleri atmış” durumda. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından belli ki, yargıdaki “tek tipleştirmeden” zerre bir şüphesi yok ve bu yüzden bunu açık seçik, net biçimde ortaya koyuyor. Bu anlayışla “tek renk, tek tip” gördüğü bu yargıyla hesaplaşıyor. HSYK ise bu kadar net bir tavra karşılık hala “bana mı söyledin, galiba yanlış söyledin, galiba maksadını aştın, hadi özür dile de geçşin” gibi laflarla durumu idare etmeye, geçiştirmeye çalışıyor. HSYK’nın açıklamasında “tek tipleştirmeye” yönelik bir tek kelime, cümle dahi yok. Oysa esas mesele tam da bu…

Hani derler ya söyleyene değil, söyletene bakmak gerekir. Kılıçdaroğlu’nun yanlışı, ayıbı, ne derseniz deyin, günahı ona… Söyleyen, söylediğini söylemiş, biz söyleten HSYK’ya dönelim ve şunu soralım “Yav kardeşim, sen ne yaptın da bu Ana Muhalefet Partisi Liderini böyle yoldan çıkardın, çıldırttın?”

HSYK’ya bunu sormamız gerekmiyor mu?

Evet, “HSYK sen ne yaptın da Ana Muhalefet Partisi Lideri, seni ve senin atadıklarını “militan” görüyor. Neden bu kadar kötü, bu kadar zehir zemberek konuşuyor?”

Dün Tayyip Erdoğan öfkeyle haykırıyordu, bugün ise Kılıçdaroğlu aynı şekilde öfkeyle haykırıyor.

HSYK’da mı, onun icraatların da mı yoksa Tayyip Erdoğan veya Kılıçdaroğlun’da mı sorun var, biri susup biri haykırıyor?

Görünen o ki önümüzdeki günlerde daha ağır sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Yargı, yıllardır “kör-topal” bir şekilde yürüyordu ancak sanırım bu noktada artık “kilitlendi”.

HSYK, Hükümet veya Muhalefet fark etmiyor, yargıya maalesef her anlamda güven kalmadı. Yandaş medyadan sonra yandaş yargı anlayışı bu toplumda şu veya bu biçimde yer edindi. Kabahat kimde derseniz, bana kalırsa herkeste. HSYK bu gidişe son vermezse, ciddi önlem almazsa sanırım bu gidişle eskisinden daha kötü bir manzarayla karşı karşıya kalacağız.

Bugün kötü olan, toplum “yargı üzerinden” kamplara ayrıldı. Artık mahkemeleri “tanımama” noktasına gelen bir kesim var. Ve bu kesim tek çare olarak artık “tanımamayı” öngörüyor. Nitekim Kılıçdaroğlu’ nun çıkışı da bunu açıkça ortaya koyuyor.

Buradan şuraya gelmek istiyorum. Muhalefet liderinin sözleri üzerine tabiri caizse yangına körükle gitmektense, fırtına ekmektense, iktidarın borazanlığına soyunmaktansa “Söyleyene değil, söyletene bakmak lazım” deyip “biz ne yaptık, nerden, nasıl buralara geldik” bunu sormak, sorgulamak gerekiyor. Hemen herkes Kılıçdaroğlu’nun sözlerindeki “aşırılığa-çirkinliğe” vurgu yapıyor, tepki gösteriyor. Peki ya, yargıdaki “tek renk, tek tipleştirmeye ne demeli?” Bunun sorumlusu kim?

Dünden bugüne bir söylentidir gidiyor. Öyle gizli saklı da değil hani, açıktan açığa “Devleti cemaat ele geçirdi” deniliyor. Emniyetinden, milli eğitimine, askerinden, yargısına, valisinden, kaymakamına, tapusundan, nüfusuna kadar bütün kurumlar cemaatin elinde, deniliyor. Cemaat istedi diye davalar açılıyor, cemaat istemedi diye soruşturmalara son veriliyor, deniliyor. Yargı için baştan aşağıya Yargıtay’ından, Danıştay’ına, Anayasa Mahkemesi’nden, HSYK’sına kadar hemen her yargı kurumunda cemaatin hükümranlığının sürdüğü, bayrağının dalgalandığı söyleniyor.

Tuhaf olansa herkes, yargı camiası dâhil istinasız herkes bu durumu kanıksamış durumda ve bunu gayet sıradan normal karşılıyor. Bu konuda bir tek soruşturma dahi açılabilmiş değil. Gerçekten böyle bir durum var mı yok mu resmen açıklanmış değil.

Bu durumda şunu sormak gerekiyor. Şayet yargıda böylesi bir cemaat hükümranlığı varsa bu ayıp olmuyor da bunu söylemek neden ayıp oluyor? Böylesi “örgütlü cemaat hükümranlığına” ses çıkarmayan yargı nasıl oluyor da “Kral çıplak” diyen birine küfürler yağdırabiliyor?

Evet, çirkinlikse çirkinlik, ayıpsa ayıp bunları sormamız gerekmez mi? Yargıda bu tür cemaat vari örgütlenmeler, ilişkiler, yapılanmalar yoksa normal mi, sıradan mı?

Anayasa değişikliği sürecinde bu konular sürekli yazıldı, çizildi. Bu değişiklikler iktidara bağımlı bir yargıyı gündeme taşıyacak denildi. Yapmayın, etmeyin, geçmişin günahlarının üzerine yeni enkazlar bırakmayın denildi. Bunlara kulak asan olmadı ve biz bildiğimizi yaparız, denildi. Sonuçta iktidar, fırsat bu fırsat deyip bütün gücüyle yargıya yüklendi. İnkâr edilemez biçimde “tek tip, tek renk” bir yargı inşasına girişti ve bunda da başarılı oldu. Böylelikle bugünkü manzara ortaya çıktı. Yargıyla kavgalı AKP ve lideri Tayyip Erdoğan yargıyla barıştı ancak bu sefer CHP yargıya küstü, yargıyla hesap görmeye başladı.

Hatırlanırsa daha dün, Başbakan ve kurmayları, bulundukları makamları, mevkileri unutup Anayasa Mahkemesinden başlayarak, Danıştay’da, Yargıtay’da görev yapan yargı mensupları hakkında Kılıçdaroğlu’yla benzer sözleri söylediler. Yargının hemen her kararını TV ekranlarından eleştirmeye, miting meydanlarında yerden yere vurmaya başladıklarında kimse çıkıp “bu yaptığınız ayıptır” demedi. O zamanda yargı “Kemalistlerin Elinde” deniliyordu. Gerçek şu ki, maalesef yargı, siyasetin elinde muhaliflerine karşı hep “koz” olarak kullanıldı. Bugünde durum farklı değil. Bu gürültünün patırtının biricik nedeni de bu… Dün Tayyip Erdoğan yargıyla, HSYK ile köprüleri atıyordu bugün ise Kılıçdaroğlu.

Ne yaparsanız yapın temel “zihniyet” aynı oldukça bu ülkede hiçbir şey değişmiyor. Dünden bugüne hemen her alanda tam anlamıyla kısır bir döngüdür sürüp gidiyor… Her gelen bir öncekine rahmet okutuyor ve geçmişin enkazına kendi mağdurlarını katıyor. Yargı siyasetin elinde şekilleniyor ve muktedirlere göre şekil alıyor. Bugün yargı gene tarafsız değil. Doğrusu dün olduğu gibi bugünde bu durum hiç kimsenin umrunda da değil…

Evet, Anayasa Mahkemesi mi? Her gelen kendi çiftliği gözüyle bakıyor… Dün olduğu gibi bugün de tek renk, tek göz…

Evet, Danıştay mı, Yargıtay mı, HSYK mı, YSK mı, YÖK mü aklınıza ne geliyorsa hiç ama hiç fark etmiyor. Tam anlamıyla tam bir “aşiret” talan kültürüyle dün olduğu gibi bugün de “benim çiftliğim” gözüyle bakılıyor, tek renk, tek göz…

Karşıtlar yok ediliyor, sindiriliyor, sağa sola sürülüyor, yıldırılıyor ve tuhaf olan şu ki, tüm bunlar dün “çağdaşlık” adına yapılıyordu, bugün ise “ileri demokrasi” adına yapılıyor. Bugün bunun adına çoğulcu demokrasi deniliyor.

Cumhurbaşkanından, Başbakanına, İçişlerinden, Milli Eğitimine, Polisinden, Askerine… Valiler, Kaymakamlar, Nüfus- Tapu Müdürleri, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya her şey tek renk, tek göz, tıpkı geçmişte olduğu gibi…

Adli Yargı Komisyon Başkanları, Cumhuriyet Başsavcıları, Özel Yetkili Savcılar ve Hâkimler dün olduğu gibi bugün de tek renk, tek göz…

Sorun tam da bu işte…

Ne yaparsanız yapın bu gerçeği örtemezsiniz. Bununla yüzleşmedikçe de sağa sola laf söyleyemezsiniz.

Evet, tarih bir gün bu günleri de yazacak. Vazgeçilmez, daimi, ebedi “Devlet Çiftliğini” tek renk, tek göz olarak aynen böyle yazacak… Bizler tek renk, tek tipleşmeye hep birlikte karşı koymadıkça tarih bunu böyle yazacak…

Av. Ali Musa SARIÇİMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2148