DGM hâkimi sordu, “Savcılığın hazırladığı iddianameye göre öğrencilere tutturduğunuz ders notlarında komünizm propagandası yapmışsınız. Bu iddiaya ne diyorsunuz Sayın Tanilli?”
Vakur bir şekilde ayağa kalkan Server Tanilli’den tokat gibi yanıt Attilâ İlhan dizeleriyle geldi: “O sözler ki kalbimizin üstünde/ dolu bir tabanca gibi/ ölüp ölesiye taşırız/ o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ uğrunda asılırız.”
12 Mart’ın karanlık günlerinde bir öğrencisinin ihbarıyla “komünizm propagandası” yapmaktan hakkında dava açılan “Uygarlık Tarihi”nin uygar hocasını, uygar olmayan yöntemlerle susturmaya çalıştılar. Server Hoca, o günlerde Türkiye’deki aydın ve devrimcilerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan 141-142’den yargılandı. Ceza alması halinde sadece akademik yaşamı değil bütün dünyası kararacak. Azıcık alttan alsa, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylese, konuyu gargaraya getirecek akademik bir söylev çekse yırtacak. Ama aydın olmanın namusu da lekelenecek. Server Hoca değil aydın ve sosyalist kimliğine leke bulaştırmayı, bir toz zerresini bile kondurmamakta kararlıdır. O kararlılığıdır ona sanık sandalyesinde yukarıdaki dizeleri söyleten.
Bir faşistin ihbarıyla açılan davadan yırttı ama bir başka faşistin hain kurşunlarına hedef olmaktan kurtulamadı hoca. Yargılı infazdan sonra bu kez sıra yargısız infazdaydı. 7 Nisan 1978 günü akşamüstü arkadan yaklaşan hainin kurşunlarıyla felç oldu. Türkiye’deki tüm devrimciler, aydınların kulağı ondan gelecek sağlık haberindeydi. Can Yücel’in de... O yoğun bakımdayken şöyle seslenmişti Can Baba:
“Kulağım sende Server
Nasıl beklediysem doğacak çocuğumun haykırışını
Senin sağlık haberini de öyle bekliyorum
Onun için sıkı dur, kardeşim, sık dişini
Ve ateşten ölüp ölüp dirilmenin semendercesine
1 Mayıs’ta Taksim’e yetişmeye bak
Taksim’de birleşmeye birleşmeye!
Bekliyoruz haaa, gecikme yok!”
Allah için Server Hoca aynı hâkimlerin karşısında olduğu gibi Azrail’in de karşısında dik durdu ve Can Baba’yı da bekletmedi. Gerçi Taksim’e gidemedi ama canı sağ olsun. O, 1 Mayıs’a yetişemedi ama yıllar sonra yeniden Taksim’i kazandığında işçi sınıfı, 1 Mayıs’a yetişti ya.
Yoğun bakımdan çıktı; tedavi için İngiltere, Almanya, Leningrad ve yeniden Almanya arasında mekik okudu. O tedavi için yurtdışında iken 12 Eylül darbesi oldu. Yine yurtdışında iken 1402’lik olduğunu öğrendi. Artık tekerlekli sandalyeye mahkûm işsiz bir anayasa hocasıydı. Ama azimliydi, ama kararlıydı, bilenmişti. Fransa’ya gitti ve Strasbourg Üniversitesi’nde ders vermeye başladı.
‘Olmazı oldurdu’
Zordur bu ülkede aydın olmak. Bugünlerde “ceberut bir yönetim” olarak yerden yere vurulan tek parti döneminde Nazi Almanyası’ndan kaçan hocalara kucak açan Türkiye’de durum, çok partili siyasal yaşama geçtikten sonra tersine dönmüştü. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav ve Mustafa Şerif gibi hocalarla başlayan yurtdışına kaçan hocalar kervanının son yolcusu 1978’de de Server Tanilli oldu. Arkasından sıkılan kurşunların amacı Tanilli’yi susturmaktı. Türkiye’de kalsaydı belki yeniden deneyecekler, yarım kalan işi bitireceklerdi. Ama Server Hoca’nın daha yapacak çok işi vardı. Tekerlekli sandalyede de olsa “Uygarlık Tarihi”nin seyrü seferini tamamlamadan “gitmem” dedi. Doğan Hızlan’ın deyimiyle Uygarlık Tarihi’ni Türkiye’ye getiren bu adam, İlhan Selçuk’un deyimiyle olmazı oldurdu; hiç kimsenin göğüslemeyeceği koşullarda, hiç kimsenin aşamayacağı engelleri aştı.
18 yıl sonra Türkiye’ye dönüşünde “Sakat kalmamın hıncını yazarak çıkarmaya çalışıyorum” demişti. Çıkardı da. İlhan Selçuk bir yazısında, “Eğer umutsuzluk benliğinizi sararsa, Tanilli’ye bakın, kitaplarını alın okuyun. Umut çiçeği açar yüreğinizde” diye öğüt vermişti okurlarına. Gün geldi İlhan Abi de Server Hoca’nın akıbetine uğradı. Tekerlekli sandalyede “Ben artık ayvayı yedim” dediği bir gün “Server Hoca’yı herkese örnek verirdiniz” diye hatırlattık. Gülümsedi, “Haklısınız” deyiverdi.
1999 yılının Kasım ayında İstanbul Havalimanı’da dostlarına teker teker sarıldı. Hiçbir tanışıklığımız yoktu. Sadece yazılarını ve kitaplarını biliyordum. Alana indikten sonra İlhan Abi’ye “Miyase hangisi, o da geldi mi?” dediğinde şaşkınlıktan donakaldım. Mahcup bir şekilde “Benim hocam” dedim. Kırk yıllık dostluğumuz varmış gibi, “Miyase gel, Bayan Melikoff’un çok selamı var, gözlerinden öpüyor” demişti. O hengâmede, 18 yıldır görmediği dostlarıyla o ilk buluşma anında Melikoff’un selamını unutmayan bir insan.
‘Hocaya bin selam’
Yaşamına yazdığı kitap kadar ödül de sığdırmayı başardı. Ama herhalde okurlarının ve öğrencilerinin gönlünü kazanması onun en büyük ödülüydü. Geçen yıl, bir arkadaşımla bindiğimiz taksinin şoförü, siyaset konuşurken Server Hoca’nın “Devlet ve Demokrasi” kitabına getirip orada yazdıklarını anlatınca şaşırmıştık. ‘Bir bölümünü ezberlemiş herhalde’ diye düşündük. Diğer kitaplarından da örnekler vermez mi? Cumhuriyet’te çalıştığımı öğrenince “Server Hoca’ya bin selam” dedi. Anlattım hocaya, “Demek ki halkıma bir şeyler vermeyi başarmışım ne mutlu bana” diyerek en büyük ödülü almış gibi sevinmişti.
Hocanın aydınlığı sonradan olma değil, biraz da aileden geliyor. 1931 yılında memur bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Tanilli, Cılavuz Köy Enstitüsü’nün kurulmasına ve kurulduktan sonra o köy çocuklarının geçirdiği evrime tanıklık ediyor. Köy Enstitüleri’ni kuran iradenin Türkçeye kazandırdığı dünya klasiklerinin, mantık ve felsefe derslerinin adam gibi belletildiği bir dönemde yetişiyor. Eh bu koşullarda yetişen Server Hoca’nın Türk Aydınlanma devriminin serveri olmasından daha doğal ne olabilir ki?
(Cumhuriyet)