Aile İçi Şiddetin Neresindeyiz

~ 07.10.2011, Eray KARINCA ~

"Yazarın bir panelde yaptığı konuşmanın çözümüdür."

Sevgili konuklar hepinizi saygıyla selamlıyorum. hoş geldiniz.

GİRİŞ:
Öğle arasında, adliyedeki odamda, önümdeki dosyaya dalmış çalışıyordum. Odamın güç açılan kapısı zorlandı. On, on iki yaşlarında sarı, kirpi saçlı, gürbüz bir oğlan çocuğu içeri girdi. Hiç konuşmadan donuk bakışlarını gözlerime dikerek elindeki dilekçeyi uzattı. Karmakarışık ve bozuk anlatımlı dilekçeyi ilk elde çözemeyince, istemsiz olarak, “Ne bu?” diye sordum. Kesik kesik, “hiiiç, benim bubamı vurdular da!” dedi.
Daha sonra kan davalarının süre giden duruşmalarında dedesiyle birlikte dinleyici sırlarında gözüme çarptı bu çocuk. Bakışlarındaki kin ve nefretin yanı sıra yaşından umulmayacak denli dik başlı, onurlu duruşuyla babasının öcünü alabilecek o önemli kişi olmanın gururunu taşıyordu sanki. (…) Şanlıurfa, 1986”
1986 yılında ‘Şanlıurfa Yöresinden Örneklerle Kan Davaları’ adlı çalışmama önsöz amacıyla yazdığım bu yazıdaki öngörümün gerçekleştiğini ve bu çocuğun üç kişiyi öldürdüğünü ne yazık ki 1999 yılında Ankara Adliyesi’nde öğrendim.
Bundan ne çıkar? Ben falcı olmadığıma göre bundan şiddeti, suçu önceden görebileceğimiz çıkar. Görebildiğimiz şeyi neden önlemeyelim? Yeter ki toplumda, kamuda bu yolda bir anlayış değişikliği ve istek olsun. 
25 Kasımın, “Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü” olarak kabulünün oldukça acıklı öyküsünü sizlerle paylaşabilirim:
25 Kasım 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nde Trujilo Diktatörlüğü döneminde Sosyal Değişim Hareketi üyesi Mirabel Kardeşler olarak bilinen üç kadın, arabalarından zorla indirilerek önce tecavüz edilip sonra da katledildiler. Latin Amerikalı ve Karaipli kadınlar bu vahşet karşısında günlerce tepkilerini sürdürdüler ve şiddete, cinsel tacize karşı savaşımın simgesi olarak bu günün yaygınlaşmasını sağladılar. Bu yüzden 25 Kasım, Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü olarak benimsenmiştir.”
 
İnsan davranışlarını değiştirebilmek için, işe kişinin anneannesinden başlanması gerektiği söylenir. Ancak aile içi şiddetin en aza indirilmesi, tekrarının önlenmesi, yaptırımsız kalmaması için yapılabilecek şeyler elbetteki vardır. Bunun en başlıca yolu, şiddetin kaçınılmaz olmadığının benimsenmesinin sağlanması, bu konudaki duyarlılık ve farkındalık bilincinin geliştirilmesidir.
Ne yazık ki, şiddetin yoğun olarak yaşandığı bir toplumun üyeleriyiz. 1960 doğumlu, dolayısıyla 78’liler olarak adlandırılan bir kuşağın temsilcisi olarak, şiddetin çoklukla mağduru, tanığı, kimi zamanlar faili oldum. Üzerimizden 12 Eylül buldozeri geçti. Konu dışı olmakla birlikte, cuntacılarını yargılayamayan tek ülkeyiz.
Bu saptamadan sonra genel olarak kadına yönelik şiddete dönersek, ataerkil ve feodal toplumdaki mülkiyet sisteminin bir ürünü olduğunu; sanayileşmiş toplumda da mülkiyetin erkek egemen yapısı değişmediği için aynen sürdüğünü söyleyebiliriz. Salt bize özgü bir sorun olmayıp, Avrupa ve Amerikada da yaygın olmakla birlikte, aile içi şiddetin olmadığı toplumlarda vardır. Örnek Papua Yeni Gine’deki bir takım ilkel kabileler. Demek ki kzçınılmaz değildir.
Konuyu gözünüzde canlandırmak için sizlere, Ankara Aile Mahkemelerinden birinde görülen davalardan bir tanık anlatımını okuyacağım.
Ben Kara Kuvvetlerinde teknisyen olarak çalışıyorum. Davacıyla aynı sitede bitişik apartmanlarda oturuyoruz. Davacı, birlikte yaşadığım annemlerle ailecek görüşmektedir. Davalıyı tanımıyorum. Hiç görmedim. 2005 yılı içinde şimdi kesin tarihini hatırlamadığım bir sırada gece saat 03.00 sıralarında evimizin balkonundayken, huzurda bulunan davacının oturduğu apartmanın arka tarafında, bizim balkonun önünde davacı kadını çıplak vaziyette gördüm. O tarihte kendisini tanımıyordum. Çıplak kadının akli dengesinin yerinde olmayacağını düşünerek aşağıya indim. Kendisine 5 – 6 m mesafe kalacak kadar yaklaştım. Bu sırada davacı, benden yardım isteyerek polise haber vermemi ve üzerine giyecek birşeyler istedi. Bunun üzerine davacının ve benim oturduğum apartmanın görevlisine ve site yöneticisine haber verdim. Daha sonra sitede oturan bir polis memuru geldi. Karakola haber verdi. Karakoldan polisler geldi. Davacı kadını götürdüler. Davacı kadının kocası tarafından işkence yapıldığı için çıplak vaziyette balkondan atladığını öğrendim.”
Şimdi bundan sonraki süreci izleyelim. Olay aile mahremiyetinden çıkmış, kamuya malolmuştur. Klasik gelişme şu şekilde yaşanacaktır. Mahalle karakolundaki kolluk görevlisi, gerekli eğitimi almamışsa, geleneksel yargılarla “Kocandır döver de sever de” veya “Şikayet edersen, ortada kalırsın” der. Böyle bir davranış, zaten son çare olarak karakola giden kadını yıldırır. Orada saatlerce uygun olmayan fiziki koşullarda, hırsızı, esrarkeşi, canisiyle aynı ortamda bulunmak da ayrı bir işkencedir zaten.
 Çokluk şiddet mağduru kadın, karakoldan şikayetinden vazgeçmiş olarak döner. Erkek de o an için pişman olmuştur. Barışılır, fakat birkaç gün sonra olay yinelense bile kadın bu kez karakola dahi gidemez.
Diyelim ki sağlık ocağına, hastaneye, acil servise başvuruldu. Yaralar  için rapor  aşamasında doktor ya da diğer sağlık görevlilerinden de aynı klasik yaklaşımı görmesi olasıdır. Sonuçta şikayet ettiğine de edeceğine de pişman edilir.
Olayın bu aşamayı da geçtiğini, evrakın C.Savcılığına geldiğini varsayalım. Soruşturma, yazışma derken yaşanan olayın sıcaklığının geçmesinden epey sonra, Savcılık tarafından Aile Mahkemesine bildirim yapılır ve kocanın evden uzaklaştırmasına dair verilen karar artık bir işe yaramaz.
Sizlere çizdiğim bu karamsar tabloya karşın, özünde karamsar değilim.  Çünkü, devlet bu konuda sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Artık Türk hukukunda aile içi şiddet, özel yada mahrem bir alan değildir.
 
ÖYLE İSE ELİMİZDE NE VAR
1-    Sivil toplum kuruluşları. (Çok önemsiyorum.)
2-    Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğü.
3-    Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü
4-    Aile Mahkemeleri
5-    Konuya duyarlılığı gideren arttırılan kolluk gücü ve sağlık çalışanları.
 
 
ÖNCE HUKUKSAL DURUM NEDİR
Anayasamızın 5, 10, 12, 17, 19 ve 41 nci maddeleri her türlü ayrımcılığı reddeden ve eşitliği düzenleyen maddelerdir.
 21.5.2004 günlü Resmi Gazetede yayınlanan değişiklikle, Anayasa’nın 10. maddesine, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” denilerek, kadın erkek eşitliği vurgulanmıştır.
41. maddeye aynı tarihte şu fıkra eklenmiştir.
Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.”
Bu düzenlemeler eskiye göre oldukça ileridir. Ancak hemen söyleyelim, kadınla erkek arasındaki eşitsizliğin kadın aleyhine çok derin ekonomik, toplumsal ve siyasi temelleri vardır. Bu yüzden 10. maddeye mutlaka “Pozitif ayrımcılık” eklenmelidir.
Unutulmamalıdır ki dünya yüzeyindeki mülkiyetin ancak %1’ine kadınlar hükmetmektedir.
 
TÜRK CEZA YASASI
Yeni Türk Ceza Kanununun 82. maddesinin i) fıkrasında, töre saikiyle kasten adam öldürme suçunun cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. Aynı maddenin d bendine göre, kasten adam öldürme suçu eşe karşı işlenmişse verilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır.
Bunun dışında, ülkemizde evlilik içi cinsel saldırı suçu eşe karşı işlenmişse  eskiden suç oluşturmuyordu. Yeni TCK 102/2 maddesi ile “Cinsel saldırı fiili vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle eşe karşı işlenirse, mağdur eşin şikayeti ile soruşturma ve kovuşturma yapılabilecektir.” (Burada ispat sorunu ortaya çıkar.) Öngörülen ceza 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasıdır. Bu suç, üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı işlenirse, 102/3 – c maddesi uyarınca verilen cezalar yarı oranında artırılır.
Maddenin gerekçesi şöyledir:
Cinsel saldırı suçunun nitelikli halini oluşturan bu fiiller, eşe karşı da işlenebilir. Evlilik birliği, eşlere sadakat yükümlülüğünün yanı sıra, karşılıklı olarak birbirlerinin cinsel arzularını tatmin yükümlülüğü de yüklemektedir. Buna karşılık, evlilik birliği içinde bile cinsel arzuların tatminine yönelik talepler açısından tıbbi ve hukuki sınırların olduğu muhakkaktır. Bu sınırların ihlali suretiyle eş üzerinde gerçekleştirilen ve cinsel saldırı suçunun nitelikli halini oluşturan davranışlar, ceza yaptırımını gerekli kılmaktadır. Ancak bu durumda soruşturma ve kovuşturmanın yapılması, mağdur eşin şikayetine bağlı tutulmuştur.
Bunların dışında çocukların cinsel istismarı, cinsel taciz, tehdit, cebir, kişiyi özgürlüğünden yoksun kılma gibi suçlar yeni TCK da düzenlenmiştir. 232. maddeye göre, aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunan kimsenin, 2 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılacağı düzenlenmiştir. 2. fıkraya göre terbiye hakkından doğan disiplin yetkisini kötüye kullanan kişiye de 1 yıla kadar hapis cezası verilir.
CEZA MUHAKEMELERİ KANUNU’nun 100. maddesine göre, kasten adam öldürme, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı suçlarının işlendiği yönünde kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama sebebi var sayılabilecektir.
4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNU
Aile Hukukunda, yasa önünde kadın erkek eşitliğini sağlamıştır. Bu yasada hakime geniş yetkiler tanımıştır. Örneğin, evlilik birliği sürerken: “Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde, eşlerin ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilmeleri;
Eşler birlikte yaşarken,
Eşlerden birinin istemi üzerine hakimin ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirlemesi,
Haklı bir sebebe dayalı olarak birlikte yaşamaya ara verilmesi halinde,
Eşlerden birinin istemi üzerine hakimin eşlerden birinin diğerine yapacağı parasal katkıyı,
Konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alması ve çocuklarla ana-babası arasındaki ilişkiyi düzenlemesi, borçlulara ait önlemler alması,
Ailenin ekonomik varlığının veya evlilik birliğinden doğan mali bir yükümlülüğün yerine getirilmesi amacıyla eşlerden birinin istemi üzerine diğer eşin mal varlığıyla ilgili tasarruf yetkisinin kısıtlanması.”
Boşanma veya ayrılık davası açıldıktan sonra
Eşlerin barınması,
geçimi,
eşlerin mallarının yönetimi,
çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemlerin alınması,”
Şeklindeki tedbirlerin alınması hakimden istenebilecek olup, Medeni Kanun tarafından eşlere tanınan haklardan bazılarıdır.
AİLENİN KORUNMASI HAKKINDAKİ KANUN
GİRİŞ
14 Ocak 1998 tarihinde aile içi şiddete uğrayanların korunması amacıyla kabul edilen ve kısaca “Korunma Emri” olarak tanımlanan 4230 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, aile içi şiddetin önlenmesi açısından önemli bir adımdır. Ancak bu kanundan bilgi sahibi olanların ve yararlananların oranı hala çok düşüktür. Yinelemek gerekirse bunun nedenine bakıldığında, şiddete maruz kalan kadının, ekonomik bakımdan güçsüz olması sebebiyle cesaretinin olmadığı, iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusunu taşıdığı ya da saldırganın cezalandırılmayacağı ve şiddetin tekrarlanacağı endişesine sahip olduğu görülür. Başlangıçta da vurguladığımız üzere bunda, karakol, sağlık ve savcılık mensuplarının da kendi toplumsal değerleri nedeniyle ya da yasayı henüz yeterince bilmediklerinden, bu yasayı gerektiği gibi uygulamamalarının da etkisi vardır.
AMACI
Yasanın genel gerekçesine göre amacı, “Aile içi şiddetten mağdur olan kadını koruyucu yasal tedbirlerin alınmasını ve ailenin korunmasını sağlamak ve aile içerisinde gerçekleşen şiddetin yol açtığı ve açacağı zararların toplum bünyesinde derin ve kalıcı izler bırakmasına engel olmak” dır.
KORUNMA KARARINI KİMLER İSTEYEBİLİR
Ailenin korunmasına ilişkin yasa uyarınca:
Eşlerden biri,
Çocuklar,
Aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden biri,
Cumhuriyet Başsavcılığı,
Aile içi şiddetin maduru olarak korunma kararı isteyebilir.
 
AİLE İÇİ ŞİDDETİ UYGULAYAN KİŞİ
Korunma kararının verilebilmesi için, aile içi şiddetin eş tarafından gerçekleştirilmiş olması gereklidir. Böylece aile içi şiddeti uygulayan kişi eş ile sınırlandırılmıştır. Oysa günlük yaşamda aile içi şiddetin eş dışında kayınvalide, kayınpeder, kayınbirader, enişte, görümce, yenge gibi kişiler tarafından gerçekleştirildiği de görülmektedir.
 
YASANIN UYGULANMA AŞAMALARI
1-    Karakola bildirim
Karakolda şikayetten vazgeçirilmek istenilse bile şikayette diretilmeli,
2- Adli Tıbba sevk
Bedende herhangi bir yara bere izi var ise karakoldan adli tıpba sevk isteminde bulunulmalı ve vücutta meydana gelen zarar doktor tarafından raporla tespit edilmeli. Ancak kanıtların kaybolmama açısından gerektiğinde tecavüz ve benzeri bir zarar söz konusuysa yıkanılmamalı, giysiler değiştirilmemeli ve bu tür izler kaybolmadan en geç 24 saat içerisinde şikayetçi olunmalıdır.
3- Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru,
Karakol yerine doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığına başvurma olanağı da mevcut olup şikayet dilekçesinde şiddetin kim tarafından kime yöneltildiği, şiddetin ne olduğu, yapanın adı ve adresi, zamanı ve devam edip etmediği silah ve benzeri araç kullanılıp kullanılmadığı belirtilmeli, yine vücutta bir zarar var ise adli tıpba sevk edilip rapor alınması sağlanmalı.
4- Doğrudan Aile Mahkemesine başvuru,
Karakol ya da savcılığa başvurmaksızın doğrudan nöbetçi aile mahkemesine başvurulabilinir. Burada yetki kuralları işlemez. Yani o anda bulunulan yerde ve aile mahkemesine başvurmak olanaklıdır. Boşanma davası açılmışsa o davaya bakan mahkemeden de koruma kararı istenebilir.
Tüm başvurularda şiddet belgelenmek zorunda değildir, ancak belge varsa eklenmesinde yarar vardır. Başvuru üzerine harç alınmaz, duruşma yapılmaksızın karar verilir.
KORUNMA KARARI ÜZERİNE VERİLEBİLECEK TEDBİRLER
Kusurlu eşin,
1-  “Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması”
2- “Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması”
3- Diğer eşin çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi
4- “Diğer eşin, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,
5- “Varsa silah vb araçlarını zabıtaya teslim etmesi,”
6- “Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması”
ihtar olunur.
Sayılan bu tedbirler sınırlı sayıda olmayıp yasada yer almayan tedbirler de olayın niteliğine göre istenebilir. Örneğin, Aile Mahkemesi hakimi, oturulan ev kusurlu eşe ait ise bu eş tarafından satılması ihtimali varsa evin satılmasını önleyici, veya eşin alkol bağımlısı olması halinde, bunun tespit edilerek tedavisi için hastaneye sevki gibi önlemleri alabilir.
Yargıç bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini gözönünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmeder. Emredici bir düzenlemedir. Tüm yargıçlar göz önüne almalıdır.
Korunma kararının süresi yasa gereği 6 ayı geçemez.
 
İTİRAZ         
Koruma kararını öğrenen, şiddet uygulayan eş kararı öğrenmesinden itibaren 10 gün içerisinde itiraz edebilir
Ancak bu itiraz kararın uygulanmasını durdurmaz. İtiraz üzerine mahkeme duruşma gününü bildiren bir davetiye göndererek bildirdiği tarihte duruşma yapar. Taraflar iddia ve savunmalarını her türlü delille kanıtlayabilirler. İtiraz üzerine hakim itirazı kabul edebilir, bu durumda koruma kararında itiraz edilen tedbirler kalkar.
Hakimin itirazı reddi halinde ise tedbirler devam eder ve bu karar kesindir.
Koruma kararı temyiz edilemez.
 
KORUMA KARARININ UYGULANMASI
Mahkemece koruma kararı verilmesi halinde kararın bir örneği Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Cumhuriyet Başsavcılığı kayıtlarına işlediği kararın uygulanması için ilgili mahalli karakola gönderir, başsavcılık uygulamayı karakol aracılığıyla izler.
Uygulamada bu süreç zaman aldığından mağdurun korunma kararını karakola bizzat götürmesinde yarar vardır.
Yasada açıkça yazmamasına karşın koruma kararının bir örneği karakol tarafından aile içi şiddet uygulayan eşe bildirilir.
Mahalli karakol, koruma kararı ile verilmiş olan tedbirleri uygulayacak birimdir. Örneğin, kararda var ise şiddet uygulayanın evden uzaklaşmasını sağlar, varsa silahını alır. Ancak bunu yaparken, kişiye özel eşyalarını alması için gerekli fırsat ve zaman tanınmalıdır. Bu bildirimin bir tutanakla saptanmasında, tedbirlere aykırı davranıldığında yaptırım uygulanabilmesi için yarar vardır. Aksi taktirde koruma kararına aykırılık suçu gerçekleşmemiş ve aile içi şiddetin tekrarlanmasına fırsat tanınmış olur.
Koruma kararına aykırılık olup olmadığını ilgili karakol kendiliğinden takip edebileceği gibi mağdurun kendisinin bildirimi veya diğer bir kişinin ihbarı da işlem yapılmasına yeterlidir.
 
KORUMA KARARINA AYKIRI HAREKETİN YAPTIRIMI
İlgili kolluk gücü tarafından koruma kararına uyulmadığının saptanması veya öğrenilmesi sonucunda, mağdurun şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmaksızın kendiliğinden soruşturma yapılarak evrak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Cumhuriyet savcısı evrakla birlikte getirilen koruma kararına aykırı davranan kişiyi sorguya çektikten sonra kamu davası açar.
Koruma kararına aykırılık suçunun yargılaması öncelikli işlerden sayılmalı ve yasal zorunluluklar söz konusu değil ise ilk celsede bitirilmelidir.
Koruma kararına aykırılık suçunun yaptırımı üç aydan altı aya kadar hapistir, eylem ayrıca başka bir suç oluşturuyorsa bu eylem ayrıca soruşturma konusu olur.
 
YASANIN UYGULANMASINA İLİŞKİN ÖNERİLER
Yasanın içeriği ve  amacı konusunda özellikle kolluk ve sağlık görevlileri bilgilendirilmeli. Yargıçların duyarlılığı ve ilgisi sağlanmalı.
Yasa metnindeki aynı çatı altında yaşama ifadesi, şiddete uğrayan eş can güvenliği nedeniyle başka yerde yaşamaktaysa, eşlerin aynı çatı altında yaşamadıklarının kabulüne yol açabileceğinden bu husus yasanın korumak istediği menfaate ve amaca aykırı olacağından, bu ifade yasa metninden çıkarılmalı.
Aile içi şiddetin faili bakımından, tedbir alınılacak kişi kanunda eş olarak belirtilmiş olmakla, diğer aile bireyleri tarafından şiddete uğrayan eş, yasanın koruma kapsamı dışında kalmıştır. Bu sınırlama kaldırılmalı.
Uygulamada zaman zaman aile içi şiddetin belgelendirilmesi istenmekte ise de yasanın amacı ve kapsamı düşünüldüğünde belgelenme aranmamalı.
Koruma kararının ve tedbirin içeriği, infazda zorluk çıkartmayacak şekilde, mağdurun yeniden şiddete uğramasını engelleyecek nitelik ve açıklıkta yazılmalı, önlem ailenin durumuna, somut olayın özelliğine uygun objektif ve herkesçe kabul edilebilir olmalı.
Koruma kararının kusurlu eşe bildiriminde kararı öğrenme yeterli sayılmalı, tebliğ bir şart olarak aranmamalı.
 
AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN’UN BAZI MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI TASLAĞI
Taslak metnin incelenmesinde, “Veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin” ibaresi eklenmiş olup olumlu bir değişikliktir. (Kayınvalide, kayınbirader şiddeti)
Ancak yasanın amaçladığı, kadına yönelik şiddetin engellenmesi için boşanmış eşler de yasa kapsamına dahil edilmelidir. Uygulama göstermektedir ki eski kocalar boşanmış olsalar dahi karılarının namus bekçiliğini sürdürme eğilimi içerisindedirler.
Ayrıca mevcut yasada ve tasarıda var olan, şiddete maruz kaldığı ibaresine, şiddete uğrama tehlikesinin varlığı da eklenmeli, böylece yasanın, şiddetin şu haliyle ikinci kez yinelenmesini önleme niteliğinden öteye, başlangıçta da korumanın sağlanması niteliğini içermesi sağlanmalıdır.
Tasarıda kusurlu eş yanına diğer aile bireyleri de eklenmek suretiyle olumlu bir adım atılmış, aile mahkemesi hakiminin uygulayabileceği tedbirler arasına, “bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması” da eklenmiştir. Aslında yasadaki önlemler sınırlı sayıda olmadığı için bu yaptırımın yargıç tarafından varolan yasa kapsamında da alınması olanağı vardır. Ancak yargıca bu olanağı da anımsatması açısından önemlidir.
Mahkemeye başvuru yanında, kararın infazı için yapılan icrai işlemlerin de harca tabi olmayacağı düzenlenmiştir.
Mevcut yasa ve tasarı birlikte incelendiğinde, her ikisinde de kararın kesin olup olmadığı, değilse başvurulacak mercii belli değildir. Bu husus yasa içeriğinde ve metninde yoktur. Yargıtay tarafından yorumlanarak karara bağlanmıştır oysa Anayasa gereği yargı kararına veya idari bir karara karşı başvurulacak merciinin yasada açıkça gösterilmesi gerekir.
Yine yasa ve tasarıda her ikisinde de eksik olan bir husus ilk kararın infazının kim tarafından sağlanacağı açıkça belli edilmemiştir. Bilinir ki yargıç tarafından verilen ihtiyati tedbir kararının infazı icra memuru tarafından yapılır. Bu kararında ihtiyati nitelikte bir tedbir olduğunda hiç kuşku yoktur. Buna karşın uygulamada, amaca uygun olarak infaz kolluk tarafından yapılmaktadır. Bunun hukuki dayanağı yoktur. İlerde kolluk görevlilerinin bunu dava konusu yapmaları halinde ciddi sıkıntı yaşanacağı ortadadır.  Beklenen, hukuk devletinde yetki ve sorumlulukların net biçimde belli edilmesidir. Tasarıda bu hususların da yer alması beklenirdi.
Yani kararın kesin olup olmadığı, itiraz için başvurulacak makam ve infazda olayın niteliği gereği kolluğun görevli olduğu tereddüde yol açmayacak biçimde yer almalıdır.
 
ÇOCUK VE KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET HAREKETLERİYLE TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİ İÇİN ALINACAK TEDBİRLERE İLİŞKİN 2006/17 SAYILI BAŞBAKANLIK GENELGESİ
 
Başbakanlığın bu genelgesiyle, Devletin ilgisinin konumuza ilişkin olarak hâlâ sürdüğünü, görmek sevindiricidir.
Genelge içeriğinden TBMM’nin, sosyal bir yara olan bu olguyla ilgilenme gereksinmesi duyduğu, 25.06.2005 tarihli ve 853 sayılı kararla bir araştırma komisyonu oluşturduğu, komisyonun çalışmalarını tamamlayarak, kadın ve çocuklara yönelik şiddetin nedenleriyle alınabilecek önlemleri belirleyen kapsamlı bir rapor hazırladığı anlaşılmaktadır.
Rapor hükümetçe benimsenmiş, bu konuda alınacak önlemlere ilişkin öneriler ve sorumlu kuruluşlar genelgeye ekli belgede belirtilmiştir. Buna göre koordinasyon görevi, çocuğa yönelik şiddet konusunda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’ne, kadına yönelik şiddet ve töre, namus cinayetleri konusunda ise Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.
Genelge uyarınca sorumlu kurumlar tarafından görev alanına giren konularda hazırlanacak ayrıntılı faaliyet raporları, üçer aylık dönemlerle ilgili koordinatör kuruma gönderilecektir. Bunu başbakanlığın konunun takipçisi olacağı biçiminde anlamak olanaklıdır.
Özet olarak irdelendiğinde, genelgenin ilgili kurumlara eğitim programları yapılmasını emrettiği, çocuklara yönelik şiddetin kaldırılması için bütçe oluşturulmasını öngördüğü ve ülke çapında tüm sivil ve resmi kuruluşları kapsayacak biçimde 2006 – 2010, çocuğa yönelik şiddetin engellenmesi “Eylem Planı” hazırlanması ve uygulamalarının takip edilmesini emrettiği görülmektedir.
Bunun dışında SHÇEK bünyesindeki Alo 183 Aile Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı merkezinin işlevsel kılınması ve ülke genelinde 24 saat hizmet verecek ücretsiz Alo Şiddet Hattı’nın oluşturulması gereği vurgulanmış, okul yönetimleri, sınıf öğretmenleri ve rehber öğretmenlerin çocuğa yönelik şiddetin tanınması ve yetkili makamlara bildirilmesi konusunda duyarlıklarının arttırılması Milli Eğitim Bakanlığına görev olarak verilmiştir.
Adalet Bakanlığı ise Çocuk Koruma Kanununa ilişkin alt yapıları ivedilikle oluşturmalı, çalışmaları hızlandırmalı, hak arama sürecini mağdurlar lehine basitleştirmeli, Aile Mahkemelerinde çalışan uzmanların atamalarını yapıp idari sorunlarını ve görev yaptıkları yerlere ilişkin fiziki koşullara ilişkin sorunlarını çözmelidir.
Bunun yanında aile içi şiddet mağduruna geçici konut tahsisi de öngörülmektedir.
Yasada  düzenlenen nafaka yükümlülüğünün, mağdur eş tarafından tahsil ve takibindeki güçlük göz önünde bulundurularak, yargıç tarafından takdir edilen nafakanın devletçe mağdura ödenip daha sonra şiddet uygulayan eşten alınmasının yasanın uygulanması açısından yararlı olacağı kanısındayım.
Tüm bu olumlu adımlar yanında genelge içindeki amacı sakatlayan bir incelik gözden kaçmamalıdır. Öyle ki genelgenin kadına yönelik şiddet konusundaki çözüm önerilerinin yaşama geçirilmesinde koordineli çalışması gereken kurumlar başlığı altındaki, 4. bendinde “Kadın erkek eşitliğine aykırı politikalar, yasal düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalı, toplumda kadın ve erkek eşitliği sağlanıncaya kadar, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması bir devlet politikası olarak kabul edilmelidir.” denmektedir. Buna karşın 8. sayfanın eğitim başlığı altındaki 2. bendinde “Özellikle ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız çocuklarının eğitime katılmalarını sağlamaya yönelik olarak, kız yatılı İlköğretim ve ortaöğretim bölge okullarının açılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir” denilerek, cinsiyet ayrımcılığı teşvik edilmektedir. Bu nüansın önemli olduğu, bu haliyle genelgenin kendi içerisinde çeliştiği, inancındayım.
Çünkü kız erkek karışık okunan okullarda cinsiyet ayrımcılığı olmadığı için ilişkilerin doğal, toplumsal ilişkiler çerçevesinde gerçekleştiği, buna karşın kız erkek ayrımı olan okullarda ise karşı cinsle ilginin olağandan fazla arttığı toplumsal bir gerçek olup bunun örneklerini, küçük illerde kız okullarının dağılma saatlerinde okul önünde biriken erkek kalabalıklarından görmek olanaklıdır.
 
SONUÇ
Dünya üstündeki mülkiyetin ancak yüzde biri kadınlarındır.
Bu eşitsizlik giderilmeden, kadınların erkeklerle, haydi eşitsiniz denilerek aynı pistte yarıştırılmaları abestir. Ancak Pandora’nın kutusu açılmıştır. 1960’da Dominikli, Karayipli, Latin Amerikalı kadınların yaktıkları ateş Türkiye’de de tutuşmuştur. 
 Öyleyse hedef pozitif ayrımcılıktır.
Eldeki mevcut düzenlemeler, kadına karşı şiddetin önlenmesi için yeterlidir. Daha iyisinin yapılmasının kuşkusuz zararı olmadığı gibi azımsanamayacak yararları da vardır. Ancak sorun uygulamadadır. İstekler doğru, yerinde ve zamanında yapılmalı, kurumlar görevlerini yasaların çıkarılış amaçlarına uygun olarak yüreklice yapmalıdırlar.
Aslında kadınların haklarını almaları için yasalara, yönetmeliklere gereksinimleri yoktur. Araştıran, sorgulayan, atak avukatlara ve bilgili, cesur yargıçlara gereksinim vardır.
Çünkü, yasalar korkaklar ve kötü niyetliler içindir. Oysa; haklar evrenseldir. Ve her koşulda savunulur, uğruna mücadele verilir. Kadın hakları da evrenseldir.
 
Karamsar olmaya gerek yoktur. Şiddetin kaynağında, yani toplumun en küçük yapı taşı olan aile içinde önlenmesi, hakkımız olan daha uygar bir toplumda yaşamamızın önkoşuludur. Türk toplumu bu basireti gösterecek  yetenektedir.
Yeni bir korku çağının, BOP’la, GOP’la haritaların değiştirilmeye, yeni paylaşımların yapılmaya bu amaçlara ulaşılmak için dinsel dogmaların dayatılmaya çalışıldığı kimine göre yeni bir ortaçağın başındayız.
Başarılı olup olamayacaklarına ilişkin bir hesaplaşmada kadın haklarına ilişkin yaşanacaktır. Çünkü kadınlar şiddetin önlenmesi ve hakları için verecekleri savaşımla 21. yüzyılın korku yüzyılı değil, kadınların, ezilenlerin, güçsüzlerin şahlandığı bir yüzyıl olmasını başaracaklardır.
 
Dinlediğiniz için teşekkür ediyor. Saygılarımı sunuyorum.
Eray KARINCA | Tüm Yazıları
Hits: 2237