KARA HAREKÂTI AŞKI

~ 02.10.2011, Ali ER ~
Genelkurmay Eski Başkanı Org. Başbuğ, “1 Mart 2003’teki tezkerenin reddedilmesiyle PKK’yı bitirme şansının kaybedildiğini” söyledi. Sayın Başbuğ’a katılmamak elde değil.  Aslında Sayın Deniz Bölükbaşı’nın  “1 Mart Vakası” adlı eseri [1] bu konuda tarihe ışık tutabilecek bir tutanaktır. Kitap, 1 Mart Tezkeresinin öncesinde ABD ile yürütülen müzakerelerin perde arkasını bütün nesnelliği ile anlattığı gibi, söz konusu eserin 178 nci sayfasında ”Filmi geriye saralım: Sonsöz” başlığı altında analitik bir yaklaşımla sıralanan sorular okuyucuyu, Sayın Başbuğ ile aynı tespitte buluşturmaktadır.  Acaba “1 Mart Tezkeresi”  son şans mı idi? Cevap vermek gerçekten güç; ama yine de kaçan balık büyük oluyor…
Sayın Başbuğ haklı olarak 2003 yılına gönderme yapıyor ama 2008 yılında Türkiye’nin ayağına gelen başka bir fırsatın nasıl kullanılamadığını da hatırlayamıyor. Türkiye bu fırsatı ABD’nin Irak’ta “tavşana kaç, tazıya tut” politikaları nedeni ile kullanmamıştır. Çünkü Sayın Başbuğ’un vurguladığı gibi “2003’ten sonra Irak’taki durum değişti. Hava sahasında kontrol var. ABD ile koordine edilmeden bir operasyon zor.”
Komutanın bu sözleri “Terörle Mücadelede ABD ile yaşanan sorunlar: Efsane mi? Yalan mı?” [2]  Başlıklı yazımızdaki saptamaları en yetkili ağız olarak teyit etmektedir. TSK’nin 21-29 Şubat 2008'de Irak Kuzeyinde icra ettiği “Güneş Harekâtı” ne kadar başarılı olursa olsun; Türkiye’nin siyasi iradesinin ve caydırıcılığının özellikle Barzani yönetimine kabul ettirilmesi mümkün olamamıştır. Buna bağlı olarak PKK da bölgeyi Türkiye’deki eylemleri için hazırlık ve harekât üssü olarak kullanmak için rahatlamıştır. Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Bush ile 05 Kasım 2007 tarihinde yaptığı görüşme sonrasında ortaya çıkan sınır ötesi harekât fırsatı yine ABD’nin müdahalesi ile kadük kalmış, Türkiye de buna karşı duramamış, siyasi irade ve kararlılık gösterememiştir.
Bu nedenle 2008 Şubat ayı terörle mücadelede bir kırılma noktasıdır. O günlerden bu yana tırmanan ve gün geçtikçe sivil, asker tanımadan canileşen terörün canlı tanığıyız. Toprağa düşen her fidanımızın ardından, Türk halkının ödediği bedelleri yüreklerimiz dağlanarak yaşıyoruz…
Bu karamsarlık ve üzüntü içinde, Irak kuzeyine yapılacak kara harekâtı ile ilgili “efelenmelere” bakarak göğsümüz kabarmaya başlamıştı. Bir taraftan da acaba bu sefer terör örgütünün başı ezilir mi diye umutlanıyorduk ki; ABD’nin işbirliği olmazsa harekât mümkün değilmiş.
Bunu bizim gibi sıradan kişiler söylemiyor, terörle mücadelenin tırmandığı dönemde Genelkurmay Başkanlığı yapmış en yetkili ağızdan öğreniyoruz.  
O halde bu efelenmelerin nereden kaynaklandığını sorgulamak gerekir. Ne olduysa oldu da ABD, nerdeyse Kara Harekâtı için hadi kardeşim ne duruyorsunuz demeye başladı son günlerde.
Irak'taki Amerikan güçlerinin sözcüsü Tuğgeneral Jeffrey Buchanan, "PKK’nın Türkiye'ye yönelik terörist faaliyetlerini önlemek için Irak ordusu ve Peşmerge güçleri ile koordineli olarak 'hükümet kontrolü altında olmayan' bölgelerde devriye gezmeye başladık" demeseydi herhalde Kara Harekâtı aklımızın köşesinden de geçmeyecekti korkarım.
Sayın Başbakan Erdoğan son olarak ABD'nin Irak'taki kullandığı insansız hava araçları pradetorlar konusunda ABD ile uzlaşma sağlandığını, bu konuda bir sıkıntı olmadığını açıkladı. Aslında pradetorların Türkiye’de konuşlanmasının yaratacağı sorunlar beklenen faydaları unutturacak boyutta olabilir. Ama şimdiden “kasaptaki ete soğan doğramayalım” diye not düşelim.
Son olarak da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Sayın Francis Riccciardone, Afganistan'da halen ABD deniz piyadeleri tarafından kullanılan üç Süper Kobra helikopterin de Türkiye'ye verileceğini söyledi. Aslında bu haber beni kişisel olarak da sevindirdi. Çünkü Sayın Büyükelçi hiç olmazsa sesimize[3] kulak vermiş.
Şimdi bu gelişmeler karşısında bayram değil seyran değil “Sam Amca” bizi niye öpmeye çalışıyor diye sorarsak “münafıklık” olmaz sanırım. Durduk yere bu “Kara Harekâtı Aşkı” nereden çıktı diye perdeyi birazcık aralayalım. 
Biliyoruz ki;  ABD bu yılsonunda hem Irak’tan, hem de Afganistan’dan kuvvet çekmeyi planlamaktadır. Çünkü ABD bu bölgelere bağlanmış kuvvetlerini uygun bir çıkış stratejisi(exit strategy) ile çekmedikçe, diğer bölgelerde beliren krizlere tedbir ve müdahale olanakları sınırlıdır.
Özellikle aynı harekât alanında (Merkezi Komutanlık-CENTCOM)[4], İran’dan kaynaklanan balistik füze ve potansiyel nükleer tehdidi gibi somut bir tehdit karşısında ABD için seçenekler daha da sınırlıdır.
ABD; ya bu tehdide karşı yeni güç oluşturacaktır, ya da diğer bölgelere bağladığı kuvvetlerini yeni tehdide göre tertipleyecektir. En ekonomik ve gerçekçi seçenek; aynı harekât alanında görev yapan Irak ve Afganistan’daki kuvvetlerini yeni tehdide göre toparlamak ve yeniden tertiplemektir.
ABD’nin kuvvet çekmesi, Irak’ta güvenliği ve ABD’nin İran’a yönelik olası bir harekâtını riske sokmaz mı sorusunu akla getirebilir.
Ancak, zamanın Irak'taki ABD güçlerinin komutanı, şimdiki ABD Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı (Türkiye’de Kara Kuvvetleri Komutanının karşılığı) General Raymond Odierno, 07 Temmuz 2010’da Kuzey Irak'a BM Barış gücü konuşlandırılabileceğini söyleyerek bölgeden çekilme planlarındaki kararlılıklarını ortaya koymuştur. Basınımız buna “Çuvalcı General”in “tuhaf” açıklaması dese de, Irak’ta güvenliği sağlayacak BM Barış Gücü arayışı, “risk olur mu” kaygısını teyit etmektedir.
Ancak aradan geçen süre içinde Arap Dünyasının “demokrasi ve insan hakları” umutlarını yeşerten(!) “Arap Baharı”ndan sonra Irak Kuzeyinde doğabilecek güç boşluğunu BM veya NATO’nun Askeri Güçleri ile doldurması mümkün görülmüyor olacak ki; Mehmetçik Irak Kuzeyinde yeni görevlere çağrılmaktadır.
Buna ilave ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson’un dikkat çektiği gibi şimdi de “Kafkas Baharı” sırada. İhtiyaç olursa Kafkaslarda Türk askeri ister misiniz? Eğer Ülkenizde Ermeni Diasporası böylesine güçlüyken. Bunları üst üste koyduğumuzda “Kara Harekâtı Aşkı”nın ne denli derinlere dayandığı görülebilir.
Diğer taraftan dünya kamuoyu ve medyası Sayın Başkanımızın enerjisine ve stratejik derinliğine bir türlü akıl erdiremiyor. Bir gün İsrail’e “one minute”, bir gün Beşar Esad’a “son dakika fırçası” ve ardından “Afrodit”in aşkı ile yola çıkan “Piri Reis” operasyonu…
İyi güzel de, Amerikan milli güvenlik akademilerinde hep şunu öğretirler; sakın ola milli gücünüzü, özellikle; askeri gücünüzü, stratejik hedeflerinizin öncelikleri dışında bağlamayın. İşte bu bilinçle stratejik adımlarını atanlar, TSK’lerini Irak Kuzeyine bağladıktan sonra aynı anda Türkiye’nin diğer cephelere kara ve hava gücünü kullanamayacağını hesaplamadıklarını düşünmek mümkün müdür?
Özellikle Hava gücünden mahrum Deniz Kuvvetlerinin, hele hele amirallerinin %40’ı demir parmaklıklarının arkasında olan bir donanmanın, bırakın Doğu Akdeniz’de “seyrüsefer” serbestliği sağlamasının, kara sularından dahi dışarı çıkabilmelerinin zorluğunu hesaplıyor olmasın dostlarımız…
Uzun sözün kısası Başbakanlık ve Genelkurmay Karargâhına iki yüz metre mesafedeki sokakta patlayan bombalara, şehrin göbeğinde katledilen hamile kadınımıza, dört genç kızımıza, kaçırılan öğretmenlerimize kadar tırmanan terörü biz Irak Kuzeyinde yaşamıyoruz; kapımızın önünde, içimizde yaşıyoruz. PKK terör örgütünün metropolleri de patlayıcılarla doldurduğunu bizzat basına sızan MİT-PKK görüşmelerinden öğreniyoruz. Sadece bu bilgi bile PKK’nın önümüzdeki kış mevsimini yurtiçinde geçireceğini göstermez mi? Niçin Irak Kuzeyine çekilsinler? Ellerini kollarını sallayarak istedikleri şehirde eylem yaparken, hatta masada yer alma şansını elde etmişken. 
O halde Mehmetçik Irak Kuzeyinde kiminle mücadele edecektir? Asıl tehdit yine yurtiçindedir. Sınır ötesi harekât ancak yurtiçinde hâkimiyetin sağlanması ile bir anlam kazanabilir. Büyüklerimiz hep söylemezler mi? Önce “iç temizliği” diye…


[1] 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, Deniz Bölükbaşı; Şubat 2008
[2] Terörle Mücadelede ABD ile yaşanan sorunlar: Efsane mi? Yalan mı?, Ali Er .10 Mayıs 2011 http://www.yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=772
Hits: 3040