YARGININ SOSYAL YARASI

~ 19.09.2011, Av. Ali Musa SARIÇİMEN ~
Hızlı trenin ne olduğunu geç de olsa sonunda anladık. İlkin “hızlı olsun, bizim de hızlı trenimiz olsun” dedik ve tüm uyarılara, bilim çevrelerinin tüm ikazlarına rağmen, derme çatma raylar üzerinde “hızı arttırdık” ve treni devirdik…
 
Meğer eski rayları “az büküp, onarıp, düzeltip hadi yürü be koçum, kim tutar seni” demenin pek de akıl karı olmadığını, bu işin teknik alt yapısıyla, üst yapısıyla, insan malzemesiyle bir bütün olarak düşünülmesi ve ona göre dizayn edilmesi, hareket edilmesi gerektiğini “takla attıktan, treni devirdikten, insanların canına kıydıktan” sonra trajik biçimde anladık… “İnşallah, maşallah” derken şükür ki en sonunda anladık… Böylece “işin doğrusunu” örendikten sonra adam gibi “yol yapıp, ray döşedikten, insan yetiştirdikten sonra”, geçen bayramda “Konya Hızlı Treni” ile gürültüsüz, patırtısız, kimsenin burnu kanamadan binlerce yolcu taşıdık…

Hem hızlı, hem güvenli ve hem de konforlu… Daha ne olsun…

Son birkaç yıldır hop oturup, hop kalkıyoruz. Yargıyı hızlandıracağız diye çırpınıp duruyoruz. Sayısını hatırlamıyorum ama bu uğurda yüzlerce yasa değiştirdik… Aklımıza ne geldiyse, ne estiyse hemen her şeyi yaptık…
 
Yeter ki hızlı olsun, diye tıpkı hızlı trendeki gibi rayı olmayan hızlı trenler tasarladık ve yaptık… Bir de baktık, baka kaldık. Yolu olmayınca trenleri beklemeye aldık… O yüzden yasası çıkmış İstinaf Mahkemeleri yıllardır bekliyor… Yıkılmasın, devrilmesin, altında kalınmasın yeter ki beklesin…

Son günlerde, gene hızlandıkça hızlanıyor, hızımızı alamıyoruz.

Tüm uyarılara, bilim çevrelerinin tüm ikazlarına rağmen, derme çatma raylar üzerinde bu sefer “Yargıyı yürütmeye, hızını arttırmaya” çalışıyoruz.” Bu kaçıncı “deneme”, bu kaçıncı “devrilme” doğrusu bilmiyorum, hatırlamıyorum. En son CMK.m.102’den çarpıldık, devrildik, gene akıllanmadık…

HSYK tüm hızıyla toplantılar yapıyor, görüşler alıyor, bilmem neler yapıyor… “Bilgi-iletişim” çağı dedikleri bu yüz yılda harita elinde Amerika’nın yerini keşfetmeye, anlamaya çalışıyor. Yargının sorunlarını çözmeye çalışıyor…

Özetlersek, HSYK, derme çatma raylar üzerinde, kara tren makinistleriyle hızlı tren denemeleri yapmaya çalışıyor.

Kara tren hızlansın diye kömür atan atana… Öneriler havada uçuşuyor…

HSYK’nın son açıklamasıyla “Hâkim ve savcılar tarafından tecavüzcüsüyle evlensin bizim de işimiz azalsın gibi bir öneri hiçbir şekilde dile getirilmemiştir.” diyor ve devamla bu meselenin “sosyal yara” diye dile getirilip, bu şekliyle çözüm üretilmeye çalışıldığını söylüyor.

Her türlü öneri yapılabilir, tartışılabilir. Ancak tır, kamyon gibi ağır vasıta şoförleriyle otobanda hız denemesi yapılamaz… Siz tutar bunu yapmaya kalkarsanız, bir değil bin kez devrilir, çarpılır ve üstlendiğiniz yükün, sorumluluğun altında kalırsınız…

Yanılmıyorsam bu uğurda, “hızlanmak için” en son “Savcıları Asliye Ceza Mahkemesi duruşmalarından çıkardınız, vareste tutunuz”…


Peki, ne adına? Hızlanmak adına… Hukuk, adalet, sistem, yapı, yol, yordam, tren, ray hak göre, yeter ki hızlansın…

Şimdi de “sosyal yaraları” deşmeyelim… “Sosyal realiteyi kabul” edelim, ona göre “uygun çözümler bulalım” adına ve tabiî ki illaki hızlı olsun namına köhnemiş sistemin “eski sistemin” malzemelerine başvuruluyor…

Yıllarca uygulanmış, denenmiş ve birçok kişinin canını yakmış bir yapıyı, üç beş kişi mağdur oluyor diye gene “piyasaya sürülüyor”…

Bu sorun kaç kişinin “sosyal yarası” veya kaç kişinin “sosyal cehaleti ve katli” bunu bilen, eden var mı? “Sosyal yara, sorun” deyip üç beş kişinin “sosyal veya dinsel gereklerine” uygun çözümler üretilebilir mi? Gerçekte, fukaralığın, yoksulluğun pazarlandığı ve üç beş feodal beyin “sübyancılığını” taçlandıran, “sosyal anlaşma yoluyla küçüğün ırzına geçilmesi” anlamına gelen bu tür evlenmelerin, sosyal bir realite olarak kabul edilip “mağduriyet” diye öne sürülmesindeki “kötülük” bir yana, böylesi bir kötülüğün küçük kız çocuklarının bu şekliyle sömürülmesinin, onlara zulüm edilmesinin ve tüm bunların yasalaştırılmasının adeta önünün yasa yoluyla açılmasının ve bu şekliyle “sosyal bir kötülüğün” meşrulaştırılmasındaki zalimliğin Yargı organlarınca görülmemesi, düşünülmemesi çok daha büyük “sosyal bir yaradır”.

Evet, mevcut bir kötülüğü “sosyal realite olarak” kabul etmek ayrı şeydir, bu “kötülüğün” mağduriyete yol açtığını söylemek ve onu yasalaştırmak suretiyle meşrulaştırmak, kötülüğü teşvik etmek, “önünü açmak” ayrı şeydir.

“Sosyal anlaşma yoluyla küçüğün ırzına geçilmesi” yasallaştırılabilir mi? Sırf toplumun bir bölümü “adet, gelenek, görenek veya dini gerek” denilerek bunun önü açılabilir mi? Küçüğün rızası hiçbir bir şekilde kabul edilmezken, nasıl olur da “toplumsal rıza” onun yerine geçip “küçüğün bedeni üzerinde” böyle bir tasarrufta bulunabilir? Bu hakkı hangi yasa verebilir? Böylesi bir zalimliğe hangi kanun cevaz verebilir? Geçmişin yanlışlıklarından, kötülüklerinden, köhnemişliklerinden yola çıkarak “sosyal yara” safsatasıyla böylesi bir zulüm yasallaştırılabilir mi? Bırakın yasallaştırmayı, yargının “bilmem hangi sorunu hal olacak” diye “sosyal tecavüzün” adı “sosyal mağduriyet” konulabilir mi? Bu teklif edilebilir mi?

Hukuk elbette sosyal realitenin gereklerine uygun çözümler üretmek durumundadır. Hukukçular bu uğurda geçmişte birçok “sosyal yaraya” uygun çözümler ürettiler ve uyguladılar. Ancak bunu yaparken maalesef “insanlık adına” pek de hoş olmayan, yüz kızartıcı binlerce yasaya, karara da imza attılar. Ve artık bugün evrensel bir değer olarak şu anlaşıldı ki, onur kırıcı, insanlık dışı hiçbir sosyal uygulama, sosyal gerçeklik veya masumene adıyla “sosyal yara” nın artık hukuki koruma görmemesi gerekir. Çünkü günümüzde “kötülüğün” kendisi bir yana, hele hele “adalet uğruna” onu “sosyal yara” olarak görüp onu kabullenmek, yasallaştırmak, meşrulaştırmak, önünü açmak kabul edilemez, izah edilemez bir durumdur.

Sonuç olarak, çoğunlukla yoksulluğu istismar eden feodal beylerin “cinsel tatminine” hizmet eden ve feodal toplumun “sosyal rızası” sonucu “ırzına geçilmiş” birkaç küçük kız çocuğunun “aile saadeti” zarar görüyor ve bunlar “mağdur ediliyor” diye, yüzlerce, binlerce “tecavüz mağduru” kadının hayatını karartmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. “Sosyal yara” olarak ileri sürülen, gerçekte ise “Toplum denetimli tecavüzün” bizzat kendisi olan böylesi olayların ve bu şekilde “mağdur” edilmişlerin sayısı, oranı nedir? Keza “adet, töre, gelenek, görenek, dinsel gerekler” denilerek “tecavüze uğrayanların” gizlenmemiş, üstü örtülmemiş, yok farz edilmemiş gerçek sayısı ve oranı nedir? Bunları araştırmadan, bilmeden “yeter ki hızlı olsun” diye kafadan dolma ve salma biçimde “bilimsel öneriler” yapılabilir mi?

2011 yılının Türkiye’sinde “Yasal meşru evliliklerde” evlilik içi şiddetin tavan yaptığı bir sırada… Gündeminde “kadının dövüldüğü, işkence edildiği, tecavüze uğradığı ve öldürüldüğü” haberlerinin sürekli olarak yer aldığı bir ülkede, tam da böylesi bir “manzara” eşliğinde, HSYK tarafından “toplum rızalı tecavüzün” bu şekilde “sosyal yara” olarak ele alınıp gündeme taşınması ve yasalaştırılmasının tartışılıyor olması gerçekten “ileri demokrasilere yakışır” bir durum olmuştur…

Bu “sosyal yarayı” gündeme taşıyan, bizleri aydınlatan HSYK’yı bu yönüyle kutluyorum…

Ne diyorduk, HSYK, derme çatma raylar üzerinde, kara tren makinistleriyle hızlı tren denemeleri yapıyor. Ancak ne yazık ki bu raylarla, bu makinistlerle, bu mantaliteyle hangi treni alırsanız alın, yerinde sayar… İnsanlık dışı uygulamaların “sosyal yara görüldüğü ve meşrulaştırıldığı ” devirler çoktan kapandı… İnsanlık treni oraları çoktan geride bıraktı…
 

Av.Ali Musa SARIÇİMEN

Av. Ali Musa SARIÇİMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2214