İki 12 Eylül

~ 17.09.2011, Ataol BEHRAMOĞLU ~
Yılın en güzel, en özgün aylarından biri olan eylülü bizim ülkemizde iki 12 Eylül zedeleyip kirletti.
Buna 11 Eylül faciasını da eklememiz gerek.
Fakat olup bitenlerden şu ya da bu ayın kabahati yok ki.
Suçlu olan biz insanlarız.
***
Bizdeki 12 Eylüllerin ilkinden, 12 Eylül 1980’den başlayalım…
Bu ilk 12 Eylül, pek çok insanımız için olduğu gibi, benim hayatımın da yönünü değiştirdi.
Barış Derneği Davası diye adlandırılan faşist yargılama sırasında yaklaşık bir yıl süren hapisliği, çok daha uzun süren yurtdışı sürgünü izledi.
Kör olmanın eşiğinden döndüm..
Ülke dışına çıkamasam, yeni hapislik döneminde gözlerimi büyük olasılıkla kaybederdim.
Zaten sakatlanmalarının nedeni de ilk hapislik döneminde yaşanan gerilimlerdi.
Bunları bir gün daha uzun, daha ayrıntılı yazmak gerekir.
Geleceğe elden geldiğince çok, birinci elden tanıklık bırakmak için…
***
Ateş düştüğü yeri yaksa da, ilk 12 Eylül’de benim yaşadıklarım, başka acıların yanında sözü edilmeyecek kadar önemsiz kalır.
İdamlar, işkenceler, söndürülen yaşamlar.
İlk 12 Eylül, Türkiye’de her zaman az çok var olmuş (bugün de varlığını sürdüren) faşizan uygulamaların hiç kuşkusuz en kanlı, en zalim, en karanlık, en alçak dönemidir.
Sorumluları, artık son demlerini yaşamakta olan baş sorumlu başta gelmek üzere, mutlaka yargılanmalıdır.
Fakat bir tek o değil…
İlk 12 Eylül’de yurtseverleri, sosyalistleri, devrimcileri yargılayan, işkenceden geçiren, katleden yargıçlar, savcılar, hapishane yöneticileri, gardiyanlar, sivil ya da asker bütün bu cellatlar neredeler?
Onları saptamak için bir döküm yapıldı mı?
Bizi yargılayan askeri mahkemenin kurt görünümlü bir askeri yargıç (binbaşı) başkanı vardı.
Adını birkaç kez andım, artık anmak istemiyorum. Nerede o?
Sivil bir savcı vardı, kraldan çok kralcı pozlarda 12 Eylül’ün emrinde savcılık yapan. Nerede bu savcı?
Evren yargılanacak, bunlar ve benzerleri yargılanmayacak mı?
Kim yargılatacak bütün bu suçluları, bugünün iktidar sahipleri mi?
İnsanı güldürmeyin…
***
İkinci 12 Eylül rezaleti de (12 Eylül 2010), ilkinden 30 yıl sonra, tam bu noktada karşımıza çıkıyor…
İktidar bir olta attı ve kendini devrimci, demokrat, liberal sayan pek çok ahmak, bu oltaya takıldı…
Şimdi bu ikinci 12 Eylül’ün yıkımları yaşanıyor…
Silivri mahkemelerinde, hiç kuşku yok ki büyük bir insanlık suçu işlenmekte…
Yargı artık bağımsız değil, emir kuludur.
Ordu, medya, üniversiteler, olduğu kadarıyla bilim alanı, meslek kuruluşları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, bu siyasal iktidarın (arkasındaki emperyal gücün) isteklerine göre biçimlendiriliyor.
Şu anda bunları yazıyoruz, ama yazamayacağımız günlerin de bu gidişle eli kulağındadır…
Bütün bunlar da ilkinden hesap sorma oltasıyla gelen ikinci 12 Eylül’le bağıntılı olarak yaşamakta olduklarımız…
***
İki 12 Eylül arasında benzerlikler ve benzemezlikler var…
Benzerlikler, birinin açıkça, ötekinin daha dolambaçlı bir yoldan faşist oluşları…
Benzemezlik de bu noktada…
İlki açıkça zulüm yapıyordu, “Asmayıp da besleyelim mi?” diyordu…
Öteki, (şimdilik) ne diye asayım, içeridekini orada çürütürüm, dışarıdakine yaşamı zehir ederim, işsiz ekmeksiz bırakırım, sesi fazlaca çıkacak olursa onu da çürütmek üzere içeri tıkarım diye düşünüyor…
İlki böylesine az rastlanır bir “incelik”ten yoksundu…
İkincisi hukuksuzluğu hukuk, adaletsizliği adalet, yalanı hakikat diye gösterme becerisinde büyük ustalık kazanmış…
Ha, bir de çok ilginç bir benzerlik daha var iki 12 Eylül arasında…
Birindeki “resim”, ötekindeki “şiir” merakı…
Bu da Türk usulü faşizmin bir özelliği olsa gerek…
***
Şu anda bulunduğum yurtdışında yazımı tamamlamış göndermek üzereydim ki kardeşim Mustafa Mutlu’nun telefonundan hapisteki arkadaşımız Doğan Yurdakul’un eşini yitirdiğini öğrendim. İşte ikinci 12 Eylül’ün işlediği bir insanlık suçu, yeni bir cinayet daha. Sevgili Doğan, acımız ortaktır...

(Cumhuriyet)

Ataol BEHRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2555