Emperyalizmin Dünü. Bugünü

~ 10.09.2011, Nilgün CERRAHOĞLU ~
Yeniden Merhaba!
İzne çıktığımın üçüncü gününde lanet bir soğuk algınlığı ile yatağa yapıştım…
Komodinimin üzerinde okunmayı bekleyen kalın kitap destesi içinden gözüme kestirdiğim David Fromkin’in 500 sayfalık “Barışa Son Veren Barış”ını çektim ve üç-dört gün yalnızca bu kitapla yaşadım…
Şunu hemen söyleyeyim: Ortadoğu ve emperyalizm hakkında yalnızca bir kitap okumaya zamanınız varsa, o kitap “bu” olsun!
500 sayfayı bir Agatha Christie romanı gibi hatmettikten sonra -kitap su gibi akıyor!- hem “emperyalizmin doğası”, hem “modern Ortadoğu’nun dizaynı”, hem “bugünle gösterilen (inanılmaz!) paralellikler”, hem “Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü” hakkında bildiğiniz/bilmediğiniz çok konuyu bir araya getiriyor, eksik kalan parçaları birleştiriyor, büyük fotoğrafı görmüş olarak, kapağı kapatıyorsunuz.
Bir tarih kitabı olmasına rağmen uzun yıllar “best seller” listelerinde yer alan kitabın orijinal adı gerçekte “A Peace to end all peace -Fall of the Ottoman Empire”…
Türkçe versiyonda nedense kapağa “Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü” çıkartılmamış da, yerine “Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı?” alt başlığı kullanılmış…
İdealist davaları ‘maske’ edinmek
Prof. Zafer Toprak’ın kaleme aldığı baskının önsözünde, gayet vurucu bir tespitle, “Türkiye yazınında genellikle Cihan Harbi ve Milli Mücadele ayrı süreçler olarak ele alınır. Oysa Cihan Harbi ve Milli Mücadele bir bütün. Aynı kavganın iki evresi. Bu iki ayrı evrenin bütünlüğünü Fromkin’in kitabında berrak biçimde görmek mümkün” deniyor…
Başlık seçiminde -önsözde işaret edilen saptama hilafına!- konuları bir şekilde ayrı tutmak isteği mi rol aldı bilinmez ama… “Osmanlı” lafı her ne hikmetse Türkçe kapakta öne çıkmıyor….
Bunların ötesinde genele gelecek olursak…
“Barışa Son Veren Barış”ın okuyucuyu zorlayan tek yönü; Rus romanları gibi içinde biraz fazla karakter olması…
Llyod George, Lord Curzon, Chamberlain, Sykes, Picot’nun kim olduğunu temel tarih bilgisi olan herkes bilir ama Reginald Wingate, Lord Hardinge, David Hogarth’ın kimler olduğunu takip edebilmek için okurken sürekli kenara not almak zorunda kalıyorsunuz.
Bu aynı zamanda kitabın en güçlü tarafı.
Fromkin; etki ve sonuçları günümüzde süren bu müthiş tarih dilimini, “tarihin aktörlerini” doğrudan merkeze koyarak ve konuları “kişiselleştirerek” irdeliyor ki; bu, hem anlatılanları heyecan verici kılıyor, hem “emperyal serüven” ardındaki “zihin yapısına” benzersiz bir ayna tutuyor.
Nedir o zihin yapısı?
1. Stratejik düşünmek.
2. “Aktörleri” oyunda tutmak ve onları perde arkasından yönetmek.
3. Ahde vefa tanımamak. Taahhüt verirken, verilen taahhütleri yerine getirmek zorunda kalınmayacağı biçimde vermek. Bu yolda her muğlaklığa başvurmak. (Hoş geldiniz -sözgelimi!- AB Türkiye macerası!)
4. Yerli halkların çıkarlarını, emperyal çıkarlarla “örtüşür gibi” göstermek.
“Gibi yapmak”tan çekinmemek…
5. Büyük davaların ideallerini “maske” edinmek.
Bu kısa listeyle yetinelim.
“Büyük davaların idealleri” derken, neyi kastediyor Fromkin?
“Barışa Son Veren Barış”ın zaman dilimindeki on yıllık dönemin (1912-1922) “emperyal gücü” -Britanya!- “büyük dava” olarak “bağımsızlık” ve “Arap bağımsızlığı” “davalarını” kalkan olarak kullanıyor.
‘Arap Baharı’nın kullanımı gibi
Günümüzde tıpkı “demokrasi” ve “Arap Baharı” davalarının kullanılması gibi...
Ortada illa yüceltilecek ve her vesileyle devreye sokulacak bir ülkü/erek, “ideal maskesi” olacak!
Halkların “emperyal güçle” gönüllü işbirliğini temin/teşvik adına bu elzem sayılıyor. Ve yem diye o dönemde oltaya “bağımsızlık/Arap bağımsızlığı” davası bağlanıyor.
“Emperyal güç”, Arapların kendi kendilerini yönetebileceğine inanmıyor. Ama Arabı, Osmanlı’ya karşı kullanabilmek ve daha sonra kendi hegemonyası altına alabilmek için, bu “ajandadan” yararlanıyor.
Fromkin, emperyal düzenin, yöre üzerindeki “hegemonya” dayatmasıyla; “bağımsızlık davasının” araçsallaştırması arasındaki bu çarpıcı tezata, 500 sayfa boyunca döne döne dikkat çekiyor. “Dava”ları kullanmak, “hegemonya”nın önüne yerli bir “Arap görüntüsü” verebilmek adına da kullanışlı oluyor.
Yazarın dikkat çektiği diğer husus -bugün olduğu gibi tıpkı!- “İslamın kullanılması!”
“Emperyal güç”, “Doğu”da her şeyin “din” olduğu varsayımından hareket ediyor!
İngilizler haritaya bakıyorlar ve “İslamın hâkimiyetinin, bölgedeki politik manzaranın biricik unsuru olduğunu” tespit ediyorlar.
Bu yaşamsal tespit üzerinden, o gün bugün “Doğu”yu, yani bizi güdüyorlar.
 
(Cumhuriyet 08.09.2011)

11 Eylül ve Emperyalizmin Dünü Bugünü (2)

Emperyal gücün, etki ve şaşaasının doruğa ulaştığı noktada çöküşe geçmesi, insanda garip bir şaşkınlık duygusu yaratıyor…
Bu hep tarih boyunca böyle olmuş. Ama gene de şaşmaktan kendimizi alamıyoruz.
11 Eylül’ün “onuncu yılı” değerlendirmelerinde irdelenen başlıca tema bu: Soğuk Savaş’tan başdöndürücü zaferle çıkan ABD, üçüncü milenyuma bir “Amerikan yüzyılı” yaratmak tutkusuyla girerken, Afganistan ve Irak bataklarına saplandı. Her şey tepetaklak oldu. Bu batakla birlikte gelen ağır ekonomik bilançonun yanında uğranılan inandırıcılık kaybı, ABD dekadansının işaret fişeğini yaktı!..
Soluk almadan okuduğum ve önceki gün de söz ettiğim David Fromkin’in “Barışa Son Veren Barış” isimli kitabı; 20. yüzyıl başında, o dönemin “küresel emperyali” Büyük Britanya İmparatorluğu’nun tıpatıp benzer bir süreçten nasıl geçtiğini anlatıyor.
‘Kaybolan ordu, yıkılan ekonomi, çözülen toplum’
“Toprakları üzerinde güneş batmayan” İngiliz İmparatorluğu; 1. Dünya Savaşı sonunda -21. yüzyıl başındaki ABD gibi!- yerkürenin… malum… en rakipsiz gücü.
Britanya İmparatorluğu’nun toprakları ve etki alanı; “Capetown’dan Kahire’ye, oradan Filistin, Mezopotamya ve İran’dan geçerek Hindistan’a, Singapur, Avusturalya ve Yeni Zelanda’ya uzanan büyük yarım daire” olarak tarif ediliyor.
Bu “büyük yarım daire” (!) ne var ki küresel emperyalin başına bela oluyor.
“Yarım daireyi” ayakta tutabilmek için Londra, sonunda baş edemediği “işgal ordularını” beslemek durumunda kalıyor.
Bunun ekonomik faturası yetmezmiş gibi, dünya ekonomisi de krize giriyor. Fromkin, sonrasını şöyle anlatıyor:
“İngiliz ekonomisi (20’lerde) çöktü. Fiyatlar düştü, ihracat azaldı, şirketler iflas etti, ülke daha önce hiç görmediği ölçüde işsizliğin pençesine düştü… Savaşta mucizeler yaratan Başbakan (Llyod George) Ortadoğu ile dünyanın haritasını bu kaybolan ordu, yıkılan ekonomi ve çözülen toplum arasında yeniden çizmenin…” arayışındaydı...
Art arda gelen hükümetlerin gayretleri bu noktadan sonra; Obama’nın bugün yapmaya çalıştığı gibi, yalnızca ve yalnızca “masrafları kısmaya ve küçülmeye” odaklanıyor. Ama ne yapılırsa yapılsın bu içeriden aşınma sürecinin, sömürge politikalarını “allak bullak etmesinden” kendilerini kurtaramıyorlar…
Koca bir imparatorluk, nasıl oluyor da işleri böyle bizzat “kendi kendisinin sonunu hazırlabilecek çizgiye dek” getiriyor?
Fromkin’in bu soruya verdiği yanıt tek bir sözcük: “Kibir!”
Emirlerindeki “işgal ordularının sayısal büyüklüğüne” ve emperyal deneyimlerine güvenen İngilizler; her yeri ve her milleti diledikleri sürece, diledikleri gibi boyunduruk altında tutabileceklerini düşünüyorlar. ABD’nin tıpkı süper teknolojik silahlarıyla dünyaya kafadan hâkim olabileceğini düşünmüş olduğu gibi...
Ancak bugün olduğu gibi o gün de evdeki hesap çarşıya uymuyor.
“Küresel emperyal”; hâkimiyet altına aldığı “halkları anlamıyor”, onları öncelikle tanımıyor.
Rus yayılmacılığına karşı kalkan olarak İngiliz himayesinde bir “Müslüman devletler yaratma” (Bknz. önce “Yeşil Kuşak” ve son dönemin BOP projeleri!) politikası benimsiyorlar. Ama İslam ve İslam halklarını tanımıyorlar.
“Zamanın Avrupalı yetkilileri İslamiyeti çok az anlıyorlardı” diyor David Fromkin “İslam muhalefetinin yok olmakta olduğuna inanmışlardı. 20. yüzyılın son yarısını görebilselerdi, Suudi Arabistan’da Vehhabi mezhebinin ateşliliğine, savaşan Afganistan’daki dini inancın tutkusuna, Mısır, Suriye ve Sünni dünyasının her yerindeki Müslüman Kardeşler’in devam edegelen canlılığına ve Şii İran’daki Humeyni fırtınasına çok şaşarlardı.”
İslamı dişine göre rakip görmüyor
Büyük Britanya İmparatorluğu vaktiyle bunu çözememiş...
ABD; İngiltere’nin engin deneyimlerinden ders alabilecekken o da kendisine kıssadan hisse, o günden bugüne bu dersi çıkaramıyor çünkü “emperyal güç”; eleştirel akıl ve modernizmle yan yana getiremediği İslamın son kertede Batı’nın “üstün akılına” karşı kalıcı tehdit oluşturamayacağını düşünüyor…
“İslam ülkeleri; hangi tutkulu/duygusal tepkiyi verirlerse versinler, benim ‘rasyonel aklımla’ ve benim ‘aklımın yarattığı güçle’ baş etme yeteneğine sahip değildir. Ben nasılsa onları alt eder/yener/güderim” hesabı yapıyor.
İslamı, kendi dişine göre rakip görmüyor.
Böyle olduğu için işte… dönüp dolaşıp sonunda 11 Eylül’e geliyoruz.
Britanya İmparatorluğu’nun 20. yüzyıl başındaki mutlak gücünden dekadansa geçişini masaya yatıran Fromkin, geçmiş zaman içinden, bize bugünü anlatıyor. Fromkin’i okurken, bir yüzyıl öncesinden; buralara nasıl geldiğimizi anlıyoruz.
“Tarih tekerrürden ibarettir!” lafı boşa söylenmemiş. Hayret ki ne hayret.

(Cumhuriyet 10.09.2011)

Nilgün CERRAHOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2206