İki bin beş yüz yıl önce mahkemeler bir günde bitiyor

~ 03.09.2011, Yalçın DOĞAN ~

HEYET on kişi. Olağanüstü yetkilerle donatılıyor. Yeni yasaları yapmakla görevli. Heyet Atina’ya gidiyor, Solon Kanunları’nı inceliyor. Sonra ülkesi, Roma’ya dönüyor.

Milattan önce 454.
İzleri günümüze kadar gelen Roma Hukuku’nda 12 Levha Kanunları bundan iki bin beş yüz yıl önce Roma’da böyle hazırlanıyor. İki bin beş yüz yıl öncesinden gelen bu yasalar içinde, günümüz açısından dikkatimi çeken bir madde var.
“Mahkemeye düşmüş iki taraf, aralarında anlaşamazlarsa” şimdi dikkat, “yargıç hükmünü güneş batmadan önce verecek”. Kim haklı, kim haksız bir gün içinde belli olacak.
İki bin beş yüz yıl önce, mahkemeler asla uzun sürmeyecek, karar bir günde verilecek. Aksi halde, ceza gören de haklı olan da
zarara uğruyor. Belki boşu boşuna hapis yatıyor.
OĞLUNA SARILAMAMIŞ
Bayramda Roma Hukuku’nun başka ayrıntılarını da okuyorum. Roma Hukuku bizde hukuk fakültelerinde birinci sınıflarda okutuluyor. Yargıç, savcı, avukat ve hukuk bürokrasisinde görev alacak hukukçulara evrensel hukuk mantığını, evrensel hukuk felsefesini aşılamak için öğretilen derslerden biri.
İki bin beş yüz yıl öncesine bakıyorum, dönüyorum bugüne bakıyorum, bayram boyunca yüreğim parçalanıyor.
Sayılarını bile unutuyoruz, kim bilir, kaç insan aylardır tutuklu ve ortada hâlâ yargı kararı yok. Suçlu mu, değil mi, hâlâ karar yok.
Bunları düşünürken, dün Cumhuriyet’in manşetindeki haber, yine hukuk uygulamasıyla ilgili.
Başbakan Erdoğan’ın katıldığı bir toplantıda bazı üniversite öğrencileri, “parasız eğitim istiyoruz” diye pankart açıyor. 2010 yılının mart ayında. Ve kendilerini cezaevinde buluyor.
Onlar 17 aydır tutuklu. Haklarında henüz bir karar yok. Bu arada üniversiteden atılıyorlar.
Dünkü Cumhuriyet’te o gençlerden birinin annesi, insanın tüylerini diken diken ediyor:
“Oğlum içeride türkü söylediği için emre itaatsizlik etmiş, altı ay açık görüş yasağı konmuş, oğlumu dört aydır göremiyorum, bayramda gittim, oğluma yine sarılamadım”.
Bu zulüm, başka bir şey değil. Pankart açmakla başlayan cezaya bakın. Nerede hukuk mantığı, insan hakları? 17 aydır tutuklu, okuldan atılmış, cezaevi disiplini akıllara durgunluk veriyor, annesini bile göremiyor.
Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemeyen maddelerinden biri biz hukuk devletiyiz. Bu mu hukuk devleti?
O çocuklar cezaevinden çıktıktan sonra, alın hayrını görün.
İdam çok pahalı, onun için kaldıralım
AMERİKA’da halen 50 eyaletin 34’ünde idam cezası var. İdam cezasının en çok uygulandığı eyalet Teksas. ABD’nin bir önceki Başkanı Georg W. Bush orada vali iken, altı yılda 152 idam cezasını onaylıyor.
Aradan geçen zamanda rekoru Teksas başka eyaletlere bırakmıyor ancak, rekortmen değişiyor. Rick Perry 2000 yılında Teksas Valiliğini Bush’tan aldıktan sonra 232 idam cezasını onaylıyor.
Amerika’da idam cezası çok tartışılıyor, kalksın mı, devam mı etsin? Bu soruya şimdi çok başka bir etken ekleniyor.
İdam cezası devlete çok pahalıya mal oluyor. Tek bir idam cezasının maliyeti, inanmak güç ama, tam 300 milyon dolar. (Der Spigel, sayı 29, s.86-87).
Bu akıl almaz maliyete idam mahkûmunun başından sonuna kadar her türlü masrafı dahil. Rakam Der Spiegel’de birkaç kez geçiyor, yanlışlık yok.
“İdam cezasını kaldıralım” tezi bu uçuk maliyete dayanıyor. Felsefi ve hukuki görüşler değil, mali görüş ağır bastığı için ceza şimdi çok tartışılıyor.
Ne de olsa, kapitalist ahlak.
Bu kez Didim feryatları

BODRUM’daki deniz kirliliğini, arıtma eksikliğini, yapılaşma hırsını yazdıktan sonra, e-mail ve telefonların arkası kesilmiyor.
Son feryat Didim’den.
Didim’de Yeşilkent Koyu. Bir zamanlar yemyeşil koy şimdi dibi yosun tutmuş, suyun üstü köpüklerle dolu, deniz kokuyor. Köpük mü, denize akan lağım demek.
O bölgede oturanlar Didim Belediyesi’ne şikâyet dilekçesi veriyor, aldıkları yanıt, “şikâyetiniz ilgililere iletilmiştir” gibi sudan bir tekerleme.
Madem iletilmiş, “ilgililer” nasıl ilgilenmiş? Ne ilgilenmesi, denizin mavi rengi kahverengiye çoktan dönüyor.
Aziz halkımız kıyılarla birer birer vedalaşırken, bunca şikâyet ve avaz arasında, yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu feryatlara ne zaman, nasıl kulak vereceğini merakla bekliyor.
Kişi başına şu kadar gelir, şu kadar ihracat, şu kadar araba, bu kadar buzdolabı üretimi, vs., ben bunların yanında gelişmişlik göstergesi olarak asıl kentlere, altyapıya, kıyılara, çevreye bakarım.
Oralara bakıyorum, moralim bozuluyor. Otuz, kırk yıllık ihmal sırıtıyor. Ama, o ihmal şimdi artarak sürüyor.

 

(Hürriyet)

Yalçın DOĞAN | Tüm Yazıları
Hits: 1810