Bilirkişi Egemenliği Altındaki Yargı Bağımsızlığını ve Yansızlığını Yitiriyor

~ 06.08.2011, Çetin AŞÇIOĞLU ~
Bağımsızlık ve yansızlık yargının özünü oluşturan olmazsa olmaz değerlerdir. Yasalarda ve yetkili ağızlarda ne denli onaylanırsa onaylansın; yargıç güvencelerine sahip bilgili, etik değerleri özümsemiş yargıçlar olmadan bu değerlerin korunması ve güncelleşmesi beklenmemelidir.
 
Yargı bağımsızlığı ve yansızlığı için, en yakın tehlikeyi siyasal güç oluşturur. Ülkemiz, son bir yıl içinde yapılan yasal düzenlemelerle tehlike eylemli olarak gerçekleşmiştir.
Ne var ki; tehlikeyi, siyasal güç kadar, yargı orunlarının kendisinin yarattığı gerçeği de göz ardı edilmemeli. Güçler ayrılığı ilkesi tam anlamıyla gerçekleşerek yürütmenin yargı üzerindeki egemenliği son bulsa bile: Yargı’da bilgi ve bilgiyi kullanma yeteneği ve insana saygı bilinci gelişmedikçe özdeki değerler gizil bir tehlike olarak gündemden düşmeyecektir.
Bu bağlamda, ülkemizdeki bilirkişi uygulaması tipik bir örnek oluşturuyor. Yargının üst düzeyde üç dört sorunu saptansa, bunlar arasında bilirkişi uygulaması da yer alır.
Çünkü köklerinden koparılarak “yozlaşmış”, “çürümüş” ve “kanayan yara durumuna gelmiş” bilirkişi kurumu: Adil yargılamayı olumsuz etkileyerek hukukun üstünlüğü inancının ve yargıya güvenin yitimine neden olmaktadır.
Karar vermekle yükümlü olan yargıç, ne denli hukuk veya genel bilgiyle, ekinle donatılmış olursa olsun; yargılamada güncelleşen olaylar içinde ortaya çıkan olgu (vakıa) sorunlarını çözmede özel, teknik veya bilimsel bilgilere ve bu bilgilerin ışığında yorumlara gereksinim duyacaktır.
Yararları, gerekliliği tartışmasız olan bilirkişi kurumunun: “ olası hatalı, yanlış görüş ve açıklamalarla” ya da almacına uygun olmayan kullanılmalarla” tehlikeli boyutlara dönüşmesi kaçınılmazdır.
Ülkemiz, bu bağlamda, tehlikenin doruğunda ve üst düzeyde bir sorunla karşı karşıyadır. Kötü çalışarak yargının özündeki bağımsızlık ve yansızlık kavramlarını olumsuz etkileyen bir bilirkişi kurumu alın yazımız olmadığına göre, çözümü de olmalıdır.
Ne denli karmaşık olursa olsun; bir sorun ancak ona yol açan nedenler ortadan kaldırılarak çözülür. Bu nedenle bilirkişi kurumunu yozlaştıran nedenler belirlenmelidir:
YASALAR SORUNU ÇÖZMÜYOR
Yarım asrı geçen sürede; çözüm, hep yasalarda aranmıştır. Ne var ki gerçek neden bilinmediği ya da kolaycılığa kaçıldığı için bu düzenlemeler sorun çözme yerine yeni sorunlar yaratarak başarısız olmuştur.İşte iki çarpıcı örnek:
Otuz yıl önce usul yasalarına “hukuki konularda bilirkişiye gidilmez” ilkesine yer verilmesine ve yeni usul yasalarında da bu ilke yinelenmesine karşın; yargı orunları hukuk konulurda bilirkişi görüşü almayı sürdürmektedir.
Yeni usul yasalarında, “bilirkişilerin adalet komisyonlarınca düzenlenen bilirkişi listelerinden atanır” düzenlemesine yer verilmiştir. Ancak dağ fare doğurmuş ve sorunun çözümüne bir katkısı olmamıştır.
Oldukça yaygın olan bir görüş de, sorunun bilirkişilerin özensiz ve yanlı rapor düzenlemelerinden kaynaklandığı; bu nedenle etkili denetime ve disipline alınmaları savunulmaktadır. Oysa bu konuda usul yasalarında yeteri kadar kural bulunmaktadır. Yeter ki uygulansın.
Oysa gerçek sorun; yargı orunlarının, işin kolaycılığına kaçarak hukuk bilimini ve yasaları dışlamasından kaynaklanmaktadır.
Yargıçlar, çoğun, “hukuk ve olgu sorunlarını ayırmadan”, “yanların sunu ve açıklamalarını genel yaşam deneyimi, karine ilkeleriyle akıl yürüterek değerlendirmeden”, “yanların görüşünü de alarak maddi gerçekle ilgili çözülmeyen soruları belirlemeden” dosyalar olduğu gibi bilirkişiye verilerek “ rapor düzenlenmesi” istenmektedir.
Bilirkişiler de, dosyanın tümünü inceleyerek yargıcın görevini üstlenerek kanıtları değerlendirerek, hukuki sorunları yorumlayarak davanın tüm sorunların çözecek biçimde yazanak (rapor) düzenlemektedir.
Sonuçta bilirkişinin kendi başına buyruk düzenlediği yazanaktaki görüş ve yorumlar olduğu gibi yargı buyruğuna dönüşmektedir.
Oysa hukuk ve yasalar, bilirkişinin yargıcın denetiminde, yanların etkin katılımı ile çalışmasını ve sorgulanmasını önermektedir.
Maddi gerçeğin belirlenmesinde en son başvurulacak bilirkişinin görevi, kendisine sorulan teknik ve bilimsel bilgileri bildirme ve teknik saptamalar yapmakla sınırlıdır. Tersi durumda bilirkişi yargıçlaşarak yargıya egemen olur ve yargı bağımsızlığı ve yansızlığı gizil bir tehlike altında gündemden düşmez.
Yinelemeliyim ki; sorununun çözümü; yargıçların bilgi düzeyinin bilgiyi kullanma yeteneğinin geliştirilmesinde aranmalıdır. Günümüzde yargıçlar, maddi gerçeğin belirlenmesinde izlenmesi gereken yöntemi bilmemekte ve yasa buyruklarını göz ardı etmektedir.
Bu bağlamda, bilirkişi sorunu tüm yönleriyle otuz yılı aşkın süredir inceleyen ve sorgulayan bir yargıç olarak, 2010 yılında “Yargılamada Maddi Gerçeğin Belirlenmesi ve Kanayan Yara Bilirkişilik” adlı yapıtım yayımlandı. Tek başvuru kaynağı niteliğinde olan bu eser hukuk fakülteleri ve yargıç eğitimi birimlerinde tartışmaya alınır ve sorgulanırsa sorunun çözümüne büyük atkısı olacaktır.

Ne var ki; geçen bir yıllık süre içinde “kitabın kütüphanelerin raflarında ve sınırlı sayıda hukukçunun kitaplığında kalmaya mahkum olduğu” izlenimi edindim; bu da biline…

(Cumhuriyet BilimTeknik 06.08.2011)

Çetin AŞÇIOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2231