"Bir Gün Şu Hastalıklı Vatan Canlanırsa..." (*)

Birgün Gazetesinden Semin Sezerer “Dört başı ‘mağdur’ hukuk” adını verdiği (3 Temmuz) Pazar eki dosyası için benden birkaç sorusuna yanıt istemişti. Oradaki sözlerimi (iyileştirerek ve kısaltarak) CBT-Okurumun da ilgisine sunuyorum:

“Bir Gün Şu Hastalıklı Vatan Canlanırsa...” (*)

1) Yargının/hukukun politikayla ilişkisi nasıl kurulmuştur?
Hukuk Devleti’nde erkler hem birbirleri karşısında özerktir, hem de aralarında karşılıklı bir bağ(ımlılık) vardır. Luhmann’cı (işlevsel-yapısal) bir sistem kuramıyla bunu daha iyi anlamlandırabiliriz. Siyasal kararlar yasama organında yasaya; yürütme organında idari eylem ve işlemlere dönüşerek, yargının hukuka uygunluk denetimi altına girerler. Siyasetin yargıyla bunun dışındaki her ilişkisi gayrimeşrudur.
Mahkemelerde görülen davalarda usul hukukunun dışında her biçimde ve içerikte herkesten gelebilecek her karışma da aynı biçimde gayrimeşrudur. Usul hukukunun evrensel temel ilkelerine tüm pozitif hukuk (tüm yurttaşlar, elbette politikacılar da hal ve tavırlarında) uygunluk göstermek zorundadır.
2) İktidarların hukuku kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi, sistemi nasıl etkiler? Demokrasinin üç kuvvetinden biri olan yargı neden diğer iki kuvvet tarafından denetlenmek isteniyor?
İktidarlar kendilerini bağlayan pozitif hukuk normlarını kendi hedeflerine uyacak biçimde anlamaya çalışacaktır. Yargı da bu uygulama sırasında ortaya çıkan norm ihlallerini hukukun dışına atmak için öngörülen işlevini icra edecektir. Temel sorun, yargının bu denetim işlevini görürken siyasal iktidarların, özellikle yasama erki üzerinden giriştikleri haksız müdahalelerine maruz kalmasıdır. Yani yasama erki dolaylı bile olsa yargı bağımsızlığını ve yansızlığını zorlaştıracak içerikte tasarruflara yönlendirilirse, erkler ayrılığı ilkesiyle vücut bulan Hukuk Devleti geri dönüşü çok zor bir çürüme sürecine girer. Siyasal iktidar her türlü hileyle, erklerin bu işlevsel-yapısal bütünlüklerini, her birinin bir diğerine ölçüsüz karışmasına yol açacak bir biçimde zedelerse, bu körlüğün sancılı sonuçları diğer alt sistemlere ve tüm hukuk devleti yurttaşlarına çok geçmeden yansır.
3) “Yargı bağımsızlığı” daha önce CHP’nin dilinden düşmüyordu, şimdi AKP’nin de dilinden düşmez oldu. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Siyasette söylenene değil, söyleyene bakmalıdır. Siyasetçinin ne söylediği önemli değildir. Söz bağlılık ister. Siyasetçi böyle bir yükün altına giremez. O, dünle bugün söyledikleri arasındaki çelişkiden kendisine bir sorumluluk çıkarmamaya halkı alıştırmıştır. Öyleyse siyasetçinin ne söylediğine değil, yattığı yere bakmalıdır.
4) Türkiye’de özellikle seçim öncesinde ve sonrasında ayyuka çıkan hukuksuz uygulamalar hükümet tarafından daha çok yargının hantallığı olarak gösterilmeye çalışıldı. Zaten seçimden önce devam eden yargının dizayn edilmesi süreci de seçimin ertesinde devam ettirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yargının pek çok temel sorunu var. Bu sorunlar uzun bir zamandan beri yargıyı layıkıyla işleyemez; halkı da kendisine güvenemez bir duruma getirdi. Siyaset ise, iradesini, bilgisini ve gücünü fesada uğrattığı bu kurumdan son yağı çıkarmaya bakmaktadır. Yargıyı gerçek işlevine ve etkisine kavuşturmanın içtenlikli yolu son zamanlarda yapılanlardan elbette çok daha başkadır.
5) Hukuka olan güven aşındırılarak, “hukuk karşısında ondan daha yüce olan iktidardır” güzellemesi mi yapılmaya çalışılıyor?
Bir ülke topla, tüfekle yıkılmaz. Yargıya ettirilen zulümle yıkılır. Yargısının yozlaşmasıyla yıkılır. İktisaden ve siyaseten güçlü hukuk devletlerinin adalet altsistemleri de (oralardaki işlevsel-yapısal özelliklerinden ötürü) aynı derecede güçlü ve etkilidir. Hukuk devleti olmayı gereğince başaramamış bir ülkeyi yıkmanın, sömürmenin yolu, o ülkede işbirlikçilerini iktidara getirdikten sonra, yargıçları da istenen yönde politize ederek, verilecek işleri layıkıyla görebilecekleri bir hizmet-himmet ya da havuç-sopa ortamında tutmaktır. Bugün gördüğümüz manzara budur.
Yargıçların evrensel hukuk kültürü’nden gelen bilgeliği ve cesareti, mahkemelerin koşulsuz yansızlığı ve bağımsızlığı, devletin adaletiyle birlikte, yetkin bir demokrasi hukukunun oluşumunun ve işleyişinin de güvencesidir.
(*) Tevfik Fikret’in “Promete”sinden
Çıktı: Mucize Özünal, Sahte Şafak, roman, İstanbul 2011; Adnan Güriz, Sosyal Demokrasi İdeolojisi, Ankara 2011 ve Feminizm Postmodernizm ve Hukuk, Ankara 2011

(Cumhuriyet Bilim ve Teknik 29.07.2011)

Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ | Tüm Yazıları
Hits: 1993