Başkentin işgali

~ 17.03.2016, Ali Rıza AYDIN ~

Kağıt üzerinde, hem de üstün ve bağlayıcı hukuk metni olarak yazılanların anlamı kaldı mı? Bunların değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez anayasa hükümleri olmasının anlamı kaldı mı?

“Demokratik, laik hukuk devleti”… Nerede? Gericiliğin, sömürü ve şiddet hukukunun karanlığı altında…

“Başkent Ankara”…  Nerede?  Bombaların ve bombacıların işgali altında…

“Toplumun huzuru”… Nerede? Halkın korkusunda, sindirilmişlik ve susturulmuşluğunda, ölümlerde…

Devletin temel amaç ve görevleri içinde, “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” yazıyor; “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yazıyor. Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı içinde, “herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” yazıyor. Nerede? Kurşunların ucunda, bombaların çukurunda, kanlı bataklıkta…

Ve hâlâ yasa değişikliklerinden, ceza yasasına ağır hükümler koymaktan söz ediyorlar, insanlığa karşı seri suçları işleyenlerin hep yaptığı gibi.

Kağıt üzerinde yazılanların anlamı kaldı mı?

Terörle Mücadele Kanunu’nun kuşbakışı görüntüsü bile enkaz. 

1991 yılından AKP dönemine kadar on yıl içinde on kez değiştirildi. AKP döneminde ise oniki yılda yirmibir kez değiştirildi. Bu değişikliklerde birçok maddeyle oynandı. Bunun özeti şudur: Nereye ne yazarsanız yazın, terör hukuk tanımaz, hukukla da önlenemez.

Yalnızca Terörle Mücadele Kanunu değil, birçok yasa devrede.  Ankara’da beş ay içindeki üç katliamdan önce Nisan 2105’de çıkarılmıştı İç Güvenlik Yasası… Türkiye’yi sıkıyönetim alanı haline getiren düzenlemeleriyle iddialıydı:

“Son zamanlarda meydana gelen toplumsal olayların terör örgütlerinin propagandasına dönüşmesi, göstericilerin vatandaşlarımızın can güvenliklerini ve vücut bütünlüklerini tehdit etmesi, kamuya ve özel kişilere ait bina, araç ve mallara zarar vermesi, hatta yağma girişimlerinde bulunması özgürlük-güvenlik dengesini bozmadan yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılmış” idi.

“Suç işlenmesinin önlenmesi, vatandaşların kendilerini güvende hissetmelerinin sağlanması, can ve mal emniyetinin temin edilmesi, suçun aydınlatılması ve suçluların yakalanması gibi asli görevleri olan kolluk kuvvetlerinin durdurma, arama ve gözaltına alma, gerektiğinde silah kullanma gibi yetkilerinin yeniden düzenlenmesi öngörülmekte” idi.

“İl İdaresi Kanunu gereğince il ve ilçe sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiri olan ve suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri almakla yükümlü olan mülki idare amirlerinin yetki ve sorumluluklarının daha belirgin hale getirilmesi yönünde düzenlemeler yapılmakta” idi.

Ne oldu? “Katliamcı çeteler” Başkenti işgal ederken hukuk mu yetersiz kaldı?

“Elimizde liste var ama eylem yapmadan onları tutuklayamayız” diyenler, eylem yapıldığında ölen ve yararlanan onlarca insanın canı için kafalarını kuma sokmuyor mu? Eline silah almamış insanları tutuklarken hukuku unutanlar, katliamcı çeteler için mi hukuku anımsıyor? “Suç işlenmesini önlemek” için gerekli tedbirleri almak devletin görevleri arasında değil mi? Başkentin katliamlarında, bu görev (!) gözleri yumarak yapılan bir görev olmuyor mu? Gözlerin açılması için bombaların TBMM’nin ya da başbakanlığın için de mi patlaması gerekiyor?

Başkent Ankara, bu katliamları yaşamak, halkın bombalarla ölümünü, sakat kalmasını görmek, halkını korku duvarlarının arkasına itmek için mi “kurtuluş”un karargâhı, “kuruluş”un ve devletin merkezi oldu?

Katliamlar yaşandıktan sonra atılan nutuklar, önlem önerileri ve destek deklarasyonları, Tahsin Yücel’in “Yalan” romanındaki kahramanının yaptığına benziyor: Konferans vermek için çıktığı kürsüde, elinde bir tomar kağıt ama hepsi boş…

Kimse, katliamcı çetelerin şiddeti ile “kurtarıcı şiddet” arasında yaşamak zorunda değil. Her ikisi de süreğen, bitmiyor; birbirini besliyor. Düzene, “git” diyemeyenler de -kimileri farkında, kimileri değil- yardakçılık yapıyor.

Katliamcı çetelerin varlığını ve eylemlerini yaratan/destekleyen ortam, yaşanılan düzenin ve siyasetin ürünü.

Gelecek bu müzminleşmiş birlikteliğe ve ağırlığa teslim edilemez. Kendileri o ağırlığın altında kalacaklar, insanlığın aydınlanma ve direnme ışığının erittiği tüm kötülükler gibi.

 

solhaber

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1069