Başkanlık

~ 11.01.2016, Ataol BEHRAMOĞLU ~

7 Ocak Perşembe günü Ortaköy Afife Jale Sahnesi Konferans Salonu’nda “Basın ve İfade Özgürlüğü” başlıklı bir panel vardı.
Milli Merkez’in düzenlediği, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun yönettiği panelin konuşmacıları Basın Konseyi Başkanı Sayın Pınar Türenç, Anayasa Hukuku Profesörü Süheyl Batum, Ceza Hukuku Doçenti ve İstanbul Barosu Başkanı avukat Ümit Kocasakal’dı.
Salonda görebildiğim kadarıyla bir tek Ulusal Kanal televizyonunun bulunuşu medyamızın kendi özgürlüğüne ilişkin ilgisizliğinin ilginç kanıtıydı.
Doğal olarak basın özgürlüğü ağırlıklı konuşmasında Sayın Türenç, ülkemizde basının yüzde sekseninin “yandaş”, yüzde yirmisinin muhalif ya da hiç değilse yandaş sınıflandırmasına girmeyen basın olduğunu belirtti.
Bu olgu zaten basının kendi özgürlüğü konusundaki ilgisizliğinin yeterli kanıtıdır.
Fakat yine de hiç değilse bu yüzde yirmiye giren muhalif basının böyle bir panele daha çok ilgi göstermesi beklenirdi.
Örneğin, gözden kaçırmadıysam eğer Cumhuriyet’te ve internet sitesinde tek satır göremedim.
Sözcü’nün sitesinde panele ilişkin fotoğrafın altında “haberi gazeteden okuyun” deniyordu ama, haber başlıklarını birkaç kez dikkatle gözden geçirdiysem de rastlayamadım.
Birgün’de de yoktu.
Oysa panel katılımcılarından biri ülkemizin başta gelen bir basın kuruluşunun başkanı, öteki ikisi demokrasi ve düşünce özgürlüğünün önde gelen savaşımcıları, çok önemli hukukçulardı.
Nitekim Süheyl Batum ve Ümit Kocasakal, basın özgürlüğü konusunun da ötesinde ülkemizde özgürlük sorununun vahim durumunu, buna bağlı olarak da yeni anayasa ve başkanlık dayatmasının hukuk ve demokrasi karşıtlığını açık seçik dile getirdiler.
Benim bu yazıda söz etmek istediğim konu da bu.

***

Ülkedeki durumu ve Milli Merkez’in konumunu özlü ve kısa bir açılış konuşmasıyla dile getiren Sayın Cindoruk’tan sonra Milli Merkez Genel Sekreteri Haluk Dural’ın okuduğu Milli Merkez mesajı, yeni anayasa yapılacak aldatmacası arkasında parlamenter rejim ve demokrasi düşmanlığının, başkanlık dayatması ardında diktatörlüğü yasallaştırma tuzağının içyüzünü ortaya koyan, hukuksal ve tarihi önemde bir belgedir.
Bir demokrasi ve yurtseverlik bildirgesi diye de adlandırılabilecek bu tarihi belgeyi okuyup üzerinde başta CHP bütün muhalefetin, herkesin, pek çok düşünmesi gerektiğini belirterek, girişindeki birkaç paragrafı paylaşmak istedim:
Anayasaların soyağaçları vardır. Türkiye’nin anayasa kurgusu 1918’de Kars’ta başlayan ve sayıları otuzu aşan ulusal ve yiğit kongreler eli ile başlamıştır. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şanlı açılışı ile sürmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk halkı adım adım kurmuş, 1921 Anayasası ile devlet niteliğine eriştirmiştir.
Sevr Antlaşması’na göre, tarihî gerçekçilik ölçeğinde, bir Türk Cumhuriyeti kurulamazdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ve kurulu iktidarı, münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Sevr’i aşmış, silip geçmiştir.
TBMM, bir devlet kuran halk hareketinin tek ve yegâne kaynağıdır.
Türkiye’nin kurucu iktidarı, parlamenter sistemi kurmakla kalmamış, 1924 Anayasası ile de güçlendirmiş, kalıcı kılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti; bir halk devleti, halkın devleti, parlamento devletidir.
Rejimin kurucu unsuru, parlamentodur. Millî Misak, Kuvayı Milliye, millî mücadele olguları ise bu rejimin yapı taşlarıdır. Parlamenter rejimi, savaşı kazanan ordu ve Başkomutan da tarihî ve hukuksal belgelerle içselleştirmiştir. Doksan beş yılda, Millî Meclisimiz ara rejimlere muhatap olmuş, darbe liderleri geçici yönetimler kurmuş, ne var ki TBMM her ara rejimden dimdik yeniden ayağa kalkmıştır.
Bu süreçte bile parlamenter rejim inkâr edilmemiş, despotlar Başkanlık hevesine kapılmamış, yeni anayasalar tek kurucu iktidarın tesis ettiği parlamenter sisteme bağlı kalmışlardır.
Bugün, ‘yeni bir anayasa’ başlığı altında istenen, gelişme değil, rejim değişikliğidir.”

Ataol BEHRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1330